OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Patrikhane ve patrik

Ermeni toplumunun bir temsiliyete ihtiyacı vardır. Bunu takip eden sorular şunlardır: Peki, bu temsiliyet Patrikhane yoluyla olmaya mecbur mudur? Hatta öyle olması doğru mudur, yanlış mıdır? Burada iş biraz daha çetrefilleşir, fikir ayrılıkları ortaya çıkar. Öte yandan, Ermeni toplumu içinde bu hususta var olan fikir ayrılıkları bir yana, devlet de Patrikhane’ye “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” muamelesi yapar. Patrikhane hukuken yoktur ama patrik fiilî temsilci muamelesi görür,

Takip edenler bilecektir, geçen sene Hrant Dink Vakfı çatısı altında yürütülen ortak bir çalışmayla, benim kaleme aldığım, ‘Dar Gömlek: Türkiye’deki Ermeni Kurumlarının Sorunları ve Çözüm Önerileri’ başlıklı bir rapor yayımlandı. Raporun bölümlerinden biri, tabii, söz konusu kurumlar arasında yer alan Ermeni Patrikhanesi’ne odaklanıyor. Ermeni Patrikhanesi’yle ilgili olarak konuşulması gereken ilk kişi, doğal olarak, patriklik makamında bulunan kişidir. Biz de bu rapor için Patrik Sahak Maşalyan’la bir görüşme yaptık ve ilgili bölümde bu görüşmeden pasajlar aktardık.

Patrik Maşalyan bu görüşmede Ermeni toplumuna ve Patrikhane’ye dair bazı temel konuların altını çizdi ve bazı gerçekleri açık yüreklilikle, dürüstçe dile getirdi. Okumadıysanız okumanızı tavsiye ederim. Ben bu yazıda, önemli bulduğum birkaç noktaya değineceğim.

Patriğin ve Patrikhane’nin varlığının ve niteliğinin değerlendirilmesi gereken daha geniş çerçeve, malum olduğu üzere, Türkiye Ermeni toplumunun devlet ve geniş toplum karşısında temsiliyeti meselesidir. Akla “Böyle bir temsiliyete ihtiyaç var mı? Türkiye Ermenileri de herkes gibi bu ülkenin vatandaşı, her vatandaş hakkını nasıl arıyorsa onlar da haklarını öyle arayabilirler, neden özel bir temsiliyete ihtiyacı olsun ki?” gibi sorular gelebilir. Türkiye’de ‘eşit vatandaşlık’ kavramının kâğıt üstünde kaldığı gerçeği bir yana, Ermeni kişilerin ve kurumlarının bu kimliklerinden kaynaklanan, bir tarihi olan sorunları var. Başka bir deyişle, bunlar tek bir Ermeni bireyin ya da bir Ermeni kurumunun özel, kendine has sorunları değil, kolektif, ortak sorunlar. Dolayısıyla, her kolektif sorun gibi örgütlenmeyi, temsiliyeti ve bunlar vasıtasıyla hak arama, iyileştirme faaliyetlerinin yapılmasını gerektiriyor. (Sözünü ettiğim raporda bu konulara da değiniyoruz.)

Dolayısıyla, Ermeni toplumunun bir temsiliyete ihtiyacı vardır. Bunu takip eden sorular şunlardır: Peki, bu temsiliyet Patrikhane yoluyla olmaya mecbur mudur? Hatta öyle olması doğru mudur, yanlış mıdır? Burada iş biraz daha çetrefilleşir, fikir ayrılıkları ortaya çıkar. Öte yandan, Ermeni toplumu içinde bu hususta var olan fikir ayrılıkları bir yana, devlet de Patrikhane’ye “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” muamelesi yapar. Patrikhane hukuken yoktur ama patrik fiilî temsilci muamelesi görür, hukuken olmayan bir makama devletin düzenlediği talimatnameyle seçilir! Tam bir hukuk ve yönetim garabeti!

Patrik Maşalyan bu durum hakkında şunları söylüyor: “Laik devlet karşısında biz, dinî bir cemaatin dinî başkanı olarak duruyoruz. Böylece bütün cemaat dinî alana sıkışmış oluyor ve devlete ulaşmasının tek yolu bu dinî yol ve bu anlamda elbette orada sıkıntılar başlıyor. En temelde başlayan sıkıntı cemaatin ne olduğu, Ermeni toplumunun ne olduğu, bu toplumun örgütlenmesinin devlet karşısındaki, Türkiye’deki genel toplumdaki yerinin ne olduğunun açık seçik belirlenmemesi, duruma göre çözümler üretilmesi, en büyük sorun.” (s. 95. Vurgu eklenmiştir) Bunlar, meselenin esasını ortaya koyan ifadeler.

Devlet bu şartlar altında da patrikten yazılı olmayan kurallar ve sınırlar içinde çalışmasını bekliyor. Rapordaki ifadeyle söyleyecek olursak, “patriklerden beklenen, Ermeni toplumunun sorunlarını sözlü olarak yetkililere bildirmeleri, onlardan gelecek cevabı ne kadar uzun sürerse sürsün beklemeleri ve çıkan sonucu kabullenmeleri, bunun ötesine geçerek ulusal veya uluslararası mahkemelerde hak arama yoluna gitmemeleridir.” Nitekim, Patrik Maşalyan da devletin “dava açan patrikten hoşlanmadığını” söylüyor. Hâl böyle olunca, patriklerin zaten hukuki altyapıdan yoksun temsiliyet yetenekleri fiiliyatta da darbe almış oluyor, zira malumdur ki bir temsilcinin temel görevi temsil ettiği kitlenin haklarını korumak ve geliştirmektir. Dolayısıyla, hak arama yetisi sınırlandırılmış bir temsilcinin temsilciliği sınırlandırılmış, yara almış demektir. 

Patrikliğin ve patriğin temsil yeteneğini kısıtlayan durumlar bununla sınırlı da değildir, bir de seçim süreciyle ilgili hususlar var, zira adaylık sürecine, seçmen tercihlerine konan keyfî sınırlamalar da her seçimde olduğu gibi patrik seçiminde de seçilen kişinin temsil yeteneğine zarar verir. Patrik Maşalyan’ın tabiriyle söyleyecek olursak, eğer patrik adayları Ermeni toplumu üyelerinin iradesinden başka bir irade tarafından “elekten geçirilirse”, seçilecek kişinin temsil yeteneği tamamen ortadan kalkmaz belki ama yara alır. Patrik Maşalyan’ın açık sözlülükle ifade ettiği “elekten geçme” durumundan alarak bu meseleyi konuşmaya haftaya devam edelim.