Hemen yanımıza bir masa konuluyor ve Irak ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin İçişleri Bakanlıklarından iki üst düzey yetkili, “silah bırakma” resmi gözlemcileri olarak yerini alıyor. Diğer yandan bir heyet daha var. THİV, İHD ve ÖHD. PKK’liler bıraktıkları silahların envanterini bir liste halinde bu üç insan hakları örgütüne teslim edecek. Alanda bir anons yapılıyor, “görüntü yasak, sosyal medya yasak ve slogan atmak yasak”. Tören, ortak ve tek yayından takip edilecek. Saat 11.20’de PKK’li grup yamacın merdivenlerinden inmeye başlıyor. Önde KCK Eş Başkanı Bese Hozat. Arkasında 14 kadın, 15 erkek PKK’li, merdivenleri iniyor.
Telefonda 48 derece yazıyor ama gerçekte 55’e ulaşmış gibi. 40’a yakın araç konvoy olarak Erbil’den Süleymaniye'ye doğru ilerliyor. Süleymaniye’ye yaklaştıkça vadinin iki yamacında özel kuvvetler ve zırhlı araçlar beliriyor. Plakalar Irak ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne ait. Güvenlik önlemleri çok yüksek. 55 derece sıcaklıkta yüzler kapalı, duruşlar sert. Vadide uzun bir tırmanış başlıyor, toz bulutlarının eşliğinde. Araçlarda çoğu Türkiye’den 30’u gazeteci, 150 kişi, PKK’nin günler önce açıkladığı “silah bırakma merasimi”ne tanıklık etmek için perşembeden beri yollarda. Bu grup, İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den, Cizre’den, Mardin’den ve çeşitli ülkelerden gelip Diyarbakır’da buluştu, “Ne olacak?” merakı ve “Tarihi bir ana şahit olma” fikriyle yolculuğa başladı. DEM Parti’nin daveti ve organizasyonunda dört otobüsle yola çıkan ekip, Habur Sınır Kapısı’nı geçip gece yarısı Erbil’e vardı, bir anlamda “Hayırlı Cuma”* da başlamıştı.
Merak, temkin ve tarih…
Biraz tedirginlik, biraz da önceki çözüm süreçlerinin getirdiği hayal kırıklığının yarattığı temkinli bir ruh hali genele hakim. 2013 Newroz’da Öcalan’ın mektubunun okunduğu çözüm sürecindeki coşku , heyecan ve sonrasında olanlar, temkinli bir "Dur bakalım" ruh haline bırakmış kendini. Gene de barışa dair umut ve zoraki bir iyimserlik var. Bir de PKK’nin 40 yıllık tarihinde ilk defa “silah bırakacak” olmasının getirdiği merak. Bu başka bir şey, çünkü silahlar bırakılacak. Sembolik olduğunun herkes farkında. Ayrıntılar bilinmiyor, bilmiyoruz sadece artık “Hayırlı Cuma”da olduğumuzu biliyoruz. Zaten çok beklememiz de gerekmiyor. Sabah 6’da herkes toplanıp bu sefer, arazi şartları nedeniyle daha küçük araçlara geçiyoruz ve yine yola koyuluyoruz. Bir gün önce PKK’li grubun saat 8-9 arasında silahları bırakacağı söylenmişti ama program değişiyor, 11.00 oluyor. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin sağladığı, içinde Türkiye’den gelen sivil toplum üyeleri, DEM Partiler, gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, siyasetçiler olan 40’a yakın protokol aracı, yüksek güvenlik önlemleriyle yola koyuluyor... Üç saat sonra törenin yapılacağı alana yaklaştığımızı artan güvenlikten anlamamak mümkün değil.
Cesena'ya tırmanış
Uzun tırmanışın sonunda Dukan Bölgesi’ndeki Cesena Mağarası’nın biraz berisinde araçlardan iniyoruz. İnanılmaz dik iki yamacın dibindeyiz. Herkes sıkı sıkı uyarıldığı için, bilgisayar, cep telefonu, kamera, kayıt cihazı, hatta tükenmez kalemleri bile bırakıp sadece defter kurşun kalemle törenin yapılacağı alana yürüyoruz. Sıkı bir aramadan sonra alana giriyoruz. Sıcağa karşı tenteler kurulmuş, sandalyeler dizilmiş bir protokol alanı var. Tam karşısında ise bir platform. Bir masa, dört kişilik sandalye ve bir duvar. Birkaç dakika sonra o duvara Abdullah Öcalan’ın son görüntüsü yansıtılıyor. Her şey düzeninde işliyor. Bir dağın tepesinde bu kadar işleyen bir sistem kurulmasının sebebi aslında çok belirgin. Türkiye devletinden resmi bir temsil olmasa da belli ki bu tören için kısa bir sürede ciddi ve ortak bir hazırlık yapılmış. Ortakların kim olduğu resmi olarak söylenmese de alandaki çalışan ekiplerde Türkiye devleti yani MİT, Irak ve IKBY, Irak devleti ve elbette PKK olduğu aşikâr. Kimse açık açık söylemiyor ama kimse de kendini saklamıyor. Küçük bir ‘Kim nereye oturacak?’ tartışmasından sonra, gazeteciler platformun karşısındaki sandalyelerde yer buluyor. Sağ tarafımıza düşen yamaçtan inan merdivenleri görünce silah bırakacak ekibin geleceği yeri anlıyoruz. Merdivenler Cesena Mağarası’na çıkmak için yapılmış. Elbette inmek için de. Zaten Cesena Mağarası, “turistik” bir yer. Ama yine Kürtler için önemli bir anlamı var. Burası 1918’de Şeyh Mahmut Berzenci’nin İngilizlere karşı bağımsızlık ayaklanmasını başlattığı nokta.
Merdivenden inen yıllar
Dev bir pervanenin soğutmaya çalıştığı alanda Ahmet Türk, Ayşegül Doğan, Meral Beştaş Danış, Leyla Zana, Cengiz Çandar, Sezai Temelli, Sırrı Sakık, Gültan Kışanak, Mithat Sancar gibi Kürt siyasetinden isimler de yerini almış durumda. Alan en azından çalışanlar dışında 500 kişiyi ağırlıyor. Hemen yanımıza bir masa konuluyor ve Irak ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin İçişleri Bakanlıklarından iki üst düzey yetkili, “silah bırakma” resmi gözlemcileri olarak yerini alıyor. Diğer yandan bir heyet daha var. THİV, İHD ve ÖHD. PKK’liler bıraktıkları silahların envanterini bir liste halinde bu üç insan hakları örgütüne teslim edecek. Alanda bir anons yapılıyor, “görüntü yasak, sosyal medya yasak ve slogan atmak yasak”. Tören, ortak ve tek yayından takip edilecek. Saat 11.20’de PKK’li grup yamacın merdivenlerinden inmeye başlıyor. Önde KCK Eş Başkanı Bese Hozat. Arkasında 14 kadın, 15 erkek PKK’li, merdivenleri iniyor, ellerinde silahları, disiplin tam. Herkes bir an duruyor, sonra slogan değil ama zılgıtlar ve alkışlar yükseliyor. Kısa süreli ama. Tam bir disiplin içinde tek tek geçip platforma diziliyorlar. Bese Hozat ve üç yönetici daha masaya oturuyor. Diğerleri ise kadınlar sol tarafa, erkekler sağ tarafa düzeniyle platforma yerleşiyor. Silah bırakacak olanların örgüte çeşitli zamanlarda girenler arasından seçildiği belli. Yaşlar, kıdemler farklı. Ellerinde ya da omuzlarında taşıdıkları silahlar da. Yüzler ciddi, disiplinli, kendinden emin ve zaman zaman ifadesiz. Daha fazlasını yüzlerinden okumak imkânsız gibi ama bir coşku ya da heyecan olmadığı yüzde yüz kesin. Verilen görevlerini yapıyorlar daha çok. Onu da ciddiyet ve disiplinle.
Farklı giyindi çünkü...
Bese Hozat, Kürtçe ve Türkçe hoş geldiniz dedikten sonra yanında getirdiği ve herkesin bildiği açıklamayı okuyor. Yani "iyi niyet ve kararlılık adımı olarak bunu yapıyoruz ve özgür iradeyle silahları imha ediyoruz" diyor. Bundan sonrasının da "hiç kolay olmayacağını ve kolektif güce inandıklarını" söylüyor. Kadınlar, gençlere, işçi ve emekçilere iki defa vurgu yaptı ve dayanışmaya çağırdı. Açıklamayı bitirdiğinde orada duran ve PKK tarihinde ilk kez bu şekilde silah bırakacak 30 kişiyi kapsayan “Barış ve Demokratik Toplum Grubu” adına acıklamayı yaptığını söyledi. Arkasından örgütün üst seviyesinden Nedim Seven metnin Kürtçesini okudu. Bese Hozat, Türkçe açıklamayı okurken ne kadar ifadesiz bir ses tonu kullandıysa, Seven Kürtçeyi okurken bir komutan edasında seslendi. Aradaki fark, belki de şuradaydı; Bese Hozat törene diğer 29 örgüt üyesinden farklı bir kıyafetle gelmişti. Sebebini ise daha sonra “Ben törene siyasi bir hareketi temsil ederek geldim. Diğer yoldaşlarımız daha çok savaş komutanları ve gerilla arkadaşlarımız. Şu an KCK Eş Başkanlığı görevini de taşıyorum. Bu elbise o açıdan bir tercihti” diye açıklayacaktı.
Çanaktaki silahlar
Kürtçe metin bitince Bese Hozat bir kez daha söz aldı ve bu sefer hafif sesi titreyerek, "Kuşkusuz bu tarihi girişimin başarıya ulaşması için ciddi, çok ciddi yasal ve anayasal düzenlemeye ihtiyaç var. Burada hepinizin şahitliğinde silahları imha ediyoruz. Bu sürecin başarıya ulaşması için bunlar gerekli" dedi ve kalkıp yan tarafta hazır bulunan dev bir çanağın yanına ilerledi, ardından diğerleri, tek sıra halinde. Bese Hozat, silahı oraya ilk koyan kişi oldu ve kenara çekildi. Ardından diğerleri, tek tek silahlarını çanağa bıraktı. Tek tek bellerindeki palaskaları herkesin gözü önünde çıkarıp, bir anlamda kuşandıkları silahlardan soyunup, o çanağın içine koydular ve Bese Hozat’ın yanına geçtiler. Gruptan biri beraberlerinde getirdikleri silahların envanterini THİV, İHD ve ÖHD’li temsilcilere ardından Irak ve İKBY temsilcilerine verdi. Alındı, imzalandı. Konuşma yok, iletişim yok.
Silahsız dönüp gittiler
Son PKK’li de silahını ve palaskasını dev çanağa bırakırken, bir görevli iki büyük kalası ateşe vermiş bekliyordu. Artık silahların yakılma anıydı. 40 yılı aşkındır savaşan ve çok ama çok acılar yaşayan her iki taraf için de “sembolik” olsa da barışa kapı açıldığı an. Bese Hozat ve Nedim Seven, yakılan kalasları alıp çanaktaki farklı silahları ateşe verdiler. Yani PKK, kendi silahlarını kendi ateşe verdi, başkasına bırakmadı. Bir iki dakika sonra, bir görevli üzerine benzin de döktü. 55 dereceye varan sıcaklığa, yanan silahların alevi de eklendi. Bese Hozat, tekrar kenara çekildi, 30 yıllık mücadelesinin geldiği noktaya baktı mı bilinmez ama hiçbir tepki vermeden sırtını dönüp kararlı bir şekilde merdivenleri tırmanmaya başladı, arkasından da tüm grup. Bu sefer silahsız. Arkaya bakan yok. O sırada “Biji Serok Apo” sloganları yükseliyor ama yaygın ve kuvvetli değil.
Sorular ve gözyaşları: Bu kez gerçek mi?
30 kişilik ekip mağaranın içine doğru kaybolurken, alanda tuhaf bir şaşkınlık hissediliyordu:
“Oldu mu yani şimdi ya da ne oldu şimdi? Bu kadar mıydı? Bitti mi? Yıllardır süren onca acı, bu sahnede mi son buldu? Yoksa yine mi bir başlangıç gibi duran son mu yaşandı?”
30 dakika süren tören bitince birbirine sarılıp ağlayanların kendilerini göre farklı sebepleri vardı muhtemelen. Kimi bunca yıllık direnmenin çözülmesine, kimi silah bırakanların yine aynı yere dönerkenki karmaşık hisler yaratan manzaraya, kimi her koşulda “vakarla” duruşlarına, kimi bu savaş içinde kaybettiklerine, sevdiklerine, kimi ‘Olabiliyormuş işte neden bu kadar beklendi?”sorusunun ağırlığına ağlıyordu belki. Kimileri ise bu anı hapiste ya da ölümde olduğu için göremeyenler için gözyaşı döküyordu.
Elbette herkes bunun sadece bir başlangıç olduğunu biliyor ve 2013 sürecini hatırlayanlar gibi her an her şey olabileceğini de. Her ne kadar olan biten her şey hepimiz için çok yeni ve ileri bir aşama olsa da kimsede büyük bir heyecan yok. Ama “temkinli iyimserlik ateşinin” harlı tutulmaya çalışıldığı da görülüyor. Vadideki Cesena Mağarası’ndan yine konvoylar halinde inerken gazeteciler haberlerini yetiştirme telaşındaydı. Ben ise gördüklerimi anlamlandırma çalışıyorum. Ne oldu ve şimdi ne olacak? Ve en önemlisi nasıl olacak? İçimden şu düşünce geçiyordu:
“Keşke o 30 kişinin mağaraya döndükten sonraki anlarını kameraya alacak bir belgeselci olsaydım. Çünkü gazeteci olsam da biz bugün burada burada gerçekten olağanüstü bir şey yaşadık. Ve acaba onlara göre de bu sefer barış hakikaten mümkün mü? Her iki tarafın da ağır acılar yaşadığı, düşmanlıkların sert olduğu yerde yakılan silahlar, barışın alevini sürekli tutabilecek mi?”
*Hayırlı Cuma-Good Friday: İngiltere, Kuzey İrlanda ve İrlanda hükümetleri arasında 1998’de imzalanan ve Cuma günü imzalanmasına atıfla “Hayırlı Cuma” diye bilinen anlaşma.