“Öldürdüm sizi Peder Bey!”

Alman felsefe profesörü Dieter Thomä, İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabında, babaların çöküşünü, kendilerini arayış hikâyelerini, çelişkili hallerini, reddedilişlerini, değişerek geri dönüşlerini ve babasız bir dünyanın yarattığı korkuyu ele alıyor.

Resim: 'Oğul ve Baba', Ambera Wellmann

Aslan Erdem

Kitap Kirk, Ocak 2012

Dieter Thomä, Babalar kitabında, babaların tarihini yazmaya “Öldürdüm sizi peder bey!” cümlesiyle başlar. Goethe’nin İtalya Seyahati’nden aktarılan bu cümle, Roma Karnavalı’nda herkesin birbirinin mumunu (yaşam ışığını) söndürmeye çalıştığı bir sokak şenliğinde babasının mumunu söndürmeyi başaran bir çocuğun ağzından neşeyle çıkar. Thomä, zaman zaman bir baba ve oğul olarak kendi çocuklarıyla ve babasıyla olan ilişkilerini de anlattığı kitabında, ileri geri sıçramalarla yeryüzünde ve ‘gökyüzü’nde olduğu düşünülen tüm babaların kültürel tarihini temel dinamikleriyle ele alır. Babaların çöküşü, kendilerini arayış hikâyeleri, çelişkili halleri, reddedilişleri, değişerek geri dönüşleri ile birlikte babasız bir dünyanın yarattığı korku, Alman felsefe profesörü Thomä’nın ele aldığı başlıca konulardır.

İktidar topraklarının sahibi üç baba

Baba imgesi, arketipsel olarak insanın yeryüzündeki iktidarıyla ilişkilidir. Thomä, bu iktidar alanını, baba kelimesinin tanım aralığını ve imgesel anlamını çözümlediği kitabında ‘baba’ kelimesiyle üç ayrı iktidar alanını işaret eder. Ataerkinin ilkesi olarak da gördüğü bu yapının “en üstünde ilahî baba vardır, altında onun mührünü taşıyan politik baba bulunur ve bir kat aşağıda ise diğerlerinin koruyucu kanatları altında aile babası hüküm sürmektedir”. Bu üç baba birbirlerinden güç alır, birbirlerine ilham verir ve hatta birbirlerinden rol çalar. Aile babası evinde küçük bir tanrısallık yaratırken ilahî baba tüm dünyada geniş bir aile modeli oluşturmaktadır.

Yazar, okuruna bu üç babanın iktidar alanında düşünsel bir gezi yaptırırken geçmişle şimdiyi birbirine kenetler. Fransa Devlet Başkanı seçilmeden önce “Bundan böyle devlet işlerini bir aile babasının titizliği ile yürütmeliyiz” diyen Sarkozy’nin yanına, kral olarak tebaasına bir baba gibi bakması gerektiğini düşünen, 16. yüzyılın sonunda İngiltere kralı olan I. James’i koyar. Onların karşısına ise tebaaya küçük bir çocuk muamelesi yapan pederşahî bir hükümeti akla gelebilecek en büyük despotizm olarak gören Immanuel Kant’ı ve siyasi iktidarın bir babanın çocukları üzerindeki iktidarından kesinlikle farklı olması gerektiğine inanan Locke’u yerleştirir.

Kral öldü! Yaşasın kralsızlık!

İktidar alanındaki gezinin ardından okurunu, Paris Sanat Sergisi’ne götüren Dieter Thomä, bazı tabloları özellikle gösterir ve okurun bu tablolar üzerine düşünmesini ister. Callet’nin, kendisini dev aynasında gören bir politik babayı resmettiği, ‘16. Louis’ tablosunu gösterdikten sonra şu soruyu sorar: “Neden insanlar bu adama hürmet göstermek veya boyun eğmek zorunda kalsın ki?” Okur elbette soruları çoğaltabilir: “İnsanlar neden varlığı su götürür bir Tanrı’ya inanmak, ondan korkmak ve onun için ibadet etmek zorunda kalsın ki?” veya Thomä’nın ‘68’liler: Aile ve Diğer Felaketler’ bölümden alıntıladığı şarkıdaki (Ton Stein Scherben grubunun şarkısı şöyle başlıyor: “Eve ne zaman gelsem, yaşlı bir herif oturuyor orada / ben seni babanım diyor, bence de öyle.”) gibi, sırf “ben senin babanım” diyen yaşlı bir ‘herif’i neden sevmek zorunda olsun ki?

Ailenin ayaklar altına alınışı

Yeşil çayır üzerinde şarkı söyleyip dans eden gençler, yaşlı babaların kuyruğu olmaktan çıkıp kendi hayatlarının sahibi olurlar. Thomä’nın ifadesiyle, “…yeşil çayırlarda babasız toplumun provası yapılır”. Hoher Meißner adında, dağlık bir alanda yaşamaya başlayan kadın ve erkeklerden oluşan gençlik hareketi, daha sonra bir erkekler birliğine dönüşmeye başlar ve bu erkekler birliği kendi türlerine yabancı olduğunu iddia ettikleri kadınları ve çocukları reddeder. Birlik daha sonra nasyonal sosyalizme evrilir. “İdeolojiler Çağında Aile” bölümünde Thomä bir soru etrafında ilerler. 20. yüzyılda aile kurumuna ne oldu? Cevap: Ayaklar altında ezildi! 20. yüzyıl daha önce olmadığı kadar hızlı ve karışık bir yüzyıldır. Üç büyük ideoloji bu yüzyıla damgasını vurur: Faşizm (Thomä, sadece Alman versiyonu olan nasyonal sosyalizmi ele alır), sosyalizm ve kapitalizm. Üç ideolojide de aile kavramı zor durumdadır. Kadını bir “doğum makinesi”ne, çocuğu bir askere çeviren faşizm, “bir piton gibi aileyi boğarcasına sarıp sarmalar.” Buna karşılık çocuk ve aile arasında hiçbir şekilde bir bağ olamayacağına inanan ve doğan her çocuğu yaşama gözlerini açtığı andan itibaren, komünist çocuk yuvalarına koyarak bir anlamda devletleştiren sosyalizm, “aileyi dışarıda bırakır”. Anne ve babanın maliyet hesapları üzerine düşündüğü, gelen çocuğun masraf ve yaşam keyfinden ödün verdiren bir şey olduğunu düşünen kapitalizm, “ailenin manevi dünyasına zehir döşer.”

Oğulların laneti: Babalar ve babasızlık korkusu

Baba imgesi, her dönemde edebiyatın iktidarı sorunsallaştırdığı alanlardan biridir. Bu sorunsal iki boyutludur: Babanın varlığı ve babanın yokluğu... Thomä, kitabın ilk sayfasında Kafka’dan ve Camus’den yaptığı alıntılarla bu ayrımı gösterir. Kafka’nın Babaya Mektup’unda görülen nefret edilen babayla Camus’nün İlk Adam’ında azarlaması dahi özlenen baba yan yana getirilir. Oğulların lanetidir bu, evde hoyratça atıp tutan babadan korkulur, evde olmayan babanın iktidarı özlenir.

Dieter Thomä, söylediği hemen her sözü, başta edebiyat olmak üzere sinema, müzik gibi alanlarda sınar, onlarla benzerlikler kurar, örnekler verir. Bu bağlamda kitap tek başına okunabileceği gibi, Shakespeare’den Balzac’a, Dostoyevski’den Kafka’ya Camus’ye; Yusuf Atılgan’dan Oğuz Atay’a Tezer Özlü’ye kadar pek çok yazarla beraber okunabilir.

Babalar: Modern Bir Kahramanlık Hikâyesi

Dieter Thomä

Çeviri: Fikret Doğan

İletişim Yayınları, Şubat 2011, 351 sayfa.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ