Edebiyat, gerçekliğe karşı devrimdir

2006’da hayata veda eden Nobel ödüllü Necib Mahfuz’un 100. doğum gününde adına verilen edebiyat ödülünün “devrimci yaratıcılığından ötürü” Mısır halkına sunulması, belki de ona Nobel’den bile çok yakışan hediyedir...

 

 

Marine Lynx Qualey*

İngilizceden çeviren: Sevag Beşiktaşlıyan

Kitap Kirk, Ocak 2012

Necib Mahfuz, çok kolayca özümsenebilecek bir yazar. Kendisini nadiren, resmin merkezine koyan bir adam... Orta sınıftan gelen, çalışkan ve çok mütevazı… Üniversite mezunu ve sonrasında devlet memuru… Hayal dünyası çok geniş olsa da 94 yıllık hayatı boyunca yurtdışına yalnızca üç kez çıkmış bir insan.

Necib Mahfuz, büyük bir disiplinle, kariyeri boyunca tam 32 roman yazdı. Çalışmaya sadece 1952 Darbesi’nden sonraki birkaç yıl ara verdi. Hatta on yıllarca verdiği sanatsal emeğini Nobel Edebiyat Ödülü’yle taçlandırdıktan sonra bile, bu disiplinli programını takip etmeyi sürdürdü. Öfkeli bir İslamcı, onu boğazından bıçakladıktan sonra bile**… Günde yalnızca birkaç saat kalem tutabilmesine rağmen, yazmaya, geliştirmeye ve okumaya devam etti. Gazetecilerle bir araya geldi. Sorulara sabırla cevap verdi, fakat ne kendini göklere çıkardı, ne de kendine özel bir miras yaratmaya çalıştı.

Kahramanlar doğurur ve kahramanlar öldürür

Mahfuz’un eserleri de kişiliği gibi, gösterişten ve kibirden uzaktır. Cümleleri, dikkatleri kendi üzerine çekmez. Herhangi bir kitabından –özellikle Arapça dışında diğer dillerdeki– bir cümleyi aldığınızda, o cümle size metnin içindeki gibi özel görünmeyecektir. Mahfuz’un Harafiş (Ayaktakımı) isimli romanını aynı isimle İngilizceye çeviren Catherine Cobham’ın dediği gibi, “Mahfuz, özenli cümleler yazar.” Fakat cümlelerini asla çok süslemez.

Okudukça Mahfuz’un cümleleri sizi çarpmaya başlar. Nehrin kıyısına kurulmuş şehirler gibi, karakterler inşa eder ve karakterler yıkar Mahfuz. Kahraman doğurur ve kahramanlar öldürür. Örneğin, Kahire Üçlemesi’ndeki genç Kemal’le siz de ölürsünüz. Kemal’in ince zekâsı ve gençliğinden büyük umutlar ve beklentileriniz vardır ama onu eksilmiş ve yaralı bulursunuz. Edward Said’in dediği gibi, kitabın sonuna geldiğinizde, tekrar başa dönüp kahramanların hayatını yeniden okumak istersiniz ve bir umutla onlar için daha iyi olanın yaşanmasını dilersiniz.

20. yüzyılın ortalarındaki Kahire’nin günlük yaşantısının bu etkili tasvirleri, Mahfuz’un genelde “gerçekçi” bir yazar olarak anılmasına sebep olur. Bu unvanı, Binbir Gece Masalları gibi son dönem eserleri için geçerli değildir. Fakat Şeker Sokağı ve Saray Gezintisi gibi en “gerçekçi” romanları bile, gerçekliğin aktarılmasından öte, tarihsel gerçekliğin tahribatına bir direniştir. Mahfuz’un da dediği  gibi, “Edebiyat, gerçekliğin tasviri değil,       gerçekliğe karşı devrim yapmaktır.” Bu yüzden, Mahfuz’un 100. doğum gününde adına verilen Edebiyat Ödülü’nün “devrimci yaratıcılığından ötürü” Mısır halkına sunulması, ona Nobel’den bile çok yakışan hediyedir belki de.  

“Nobel, Mahfuz’u kazandı”

Mahfuz’un eserleri, Mısır’ın edebiyat tarihidir: Firavunlar zamanının erken Mısır’ıyla başlar, sonra yirminci yüzyıl Mısır’ını anlattığı büyük romanlarını yazar, daha sonra birçok perspektifi barındıran çalışmaları ve en son minimalist öyküleri... Tüm ürettikleri eşdeğer güzelliğe sahip değildir ama o, yılmaz bir yenilikçidir. Her daim, zaman ve tarihle ilgilenmiştir ve her zaman, onların etkilerine yeni bir açıdan bakmaya çalışır. 

Aynı zamanda, Mahfuz akademik okuyucudan ziyade popüler okuyucu için neredeyse her eseri başka dillere çevrilen ilk modern Arap yazarıdır. Mahfuz’un 1988’de Nobel’i almasının ardından, birçok Arap yazar “keşfedilir” ve peşi sıra dünya dillerine çevrilir. Bu yüzden, Mahfuz, Arapça bilmeyen birçok okur için Arapça edebiyata giriş kapısıdır. Mahfuz’dan yola çıkan meraklı okurlar, Sakız ve Kumun Kadını ile Zehra’nın Hikâyesi’nin Lübnanlı yazarı Hanan el Şayh, “Büyük Mısırlı” Yusuf İdris, Filistin mücadelesinin romancısı İlyas Huri, Arapça edebiyatın en iyi genç yazarlarından Adanya Şibli, Arapça edebiyatın belki de yaşayan en iyi yazarı Hasan Blasim ve daha nice muhteşem yazarla tanıştılar. Bu yüzden, Mahfuz Nobel’i değil, Nobel’i aldığı gün el-Ehram’ın attığı başlıktaki gibi: “Nobel, Mahfuz’u kazanmıştı” ve Batı da daha birçok değeri… 

İşte bu, tam Mahfuz’a yaraşır bir başarıdır. Eleştirmen ve akademisyen Raşid el Enani’nin 1990’da belirttiği gibi, “Belki de, Mahfuz’un en büyük başarısı, sıradan Batı okuru için Arapça edebiyatın kapılarını açmasıdır.”

Mahfuz, muhteşem eserleriyle yeterince hatırlanmıyorsa da, yeterince gösterişli değilse de, o bunu dert etmeyecektir. O sadece, diğerleri için açtığı yoldan bile mutlu olacak kadar “candan” bir yazardır.

İyi ki doğdun büyük usta! İyi ki yazdın güzel insan!

* Mısır’ın ünlü Al Masry Al Youm gazetesinin editörü ve serbest yazar. Guardian gazetesinde de yazıları yayınlanıyor. Arapça Edebiyat hakkında İngilizcede bulunabilecek en iyi kaynaklardan biri olan arablit.wordpress.com adlı blogun sahibi.

** Mahfuz’un, 1959’da yazdığı ve Arapçada sadece 1967’de Lübnan’da basılan Cebelavi Sokağı’nın Çocukları (Sokağımızın Çocukları) romanı yüzünden doğan radikallerin öfkesi, Salman Rüşdi’nin 1988 yılında Şeytan Ayetleri’ni yazmasıyla daha da kabardı. Şu anda Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalanması olayından dolayı ABD’de hapiste olan Kör İmam lakabıyla tanınan Ömer Abdülrahman’ın, “O herif, Sokağımızın Çocukları romanı yayımlanır yayımlanmaz ortadan kaldırılsaydı, Salman Rüşdi bugün Şeytan Ayetleri’ni yazmaya cesaret edemezdi” açıklaması bardağı taşıran son damlaydı. 1994’te evinin hemen önünde bıçaklı saldırıya uğradı ve boynuna aldığı darbe yüzünden vücudunun sağ tarafı felç oldu.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ