Hem mistik hem de gerçek bir roman

Téa Obreht’in ilk romanı olan Kaplanın Karısı edebiyat çevrelerinde büyük bir yankı uyandırdı. Yazar, şimdiden çağdaş İngilizce edebiyatın son yıllardaki en umut vaat eden kalemlerinden biri olarak gösteriliyor.

 

Emre Ertani

Kitap Kirk, Ocak 2012

Téa Obreht’in ilk romanı olan Kaplanın Karısı edebiyat çevrelerinde büyük bir yankı uyandırdı ve genellikle çok beğenildi. Yazar, şimdiden çağdaş İngilizce edebiyatın son yıllardaki en umut vaat eden kalemlerinden biri olarak gösterilmeye başlandı. Obreht, İngiltere’nin en saygın ödüllerinden olan Orange’ı kazanan en genç yazar oldu. 25 yaşındaki yazar, ilk romanı Kaplanın Karısı’yla, finale kalan diğer beş ismi geride bırakıp 30 bin sterlinin (yaklaşık 90 bin lira) ve Grizel Niven’ın tasarladığı ‘Bessie’ adlı bronz heykelciğin sahibi oldu.

Genç doktor Natalia ve büyükbabası kitabın ana eksenini oluşturuyor gibi gözükse de, yaşlı adamın neredeyse hayatı boyunca yanında taşıdığı Rudyard Kipling’in Orman Çocuğu kitabı da üçüncü bir unsur olarak devreye giriyor. Natalia’nın çocukluk anılarında, büyükbabasıyla hayvanat bahçesine yaptığı geziler önemli bir yer tutuyor ve özellikle kaplan, yaşlı adam için büyük bir önem taşıyor. Kitap boyunca araya giren ‘Kaplanın Karısı’ hikâyesi, büyükbabanın çocukluğundaki bir tanıklığına dayanıyor ve bu hikâye mistik öğeleri artırmış olmasına rağmen, romanın inandırıcılığına gölge düşürmüyor. Obreht’in romanı, bombardıman sonucunda hayvanat bahçesinden kaçan bir kaplanının, gördüklerini hiçbir zaman anlatamayacak olan sağır dilsiz bir kadının ve savaş gerçeğini ve katılığını yaşamış halkların irili ufaklı acılarının hikâyelerinden oluşuyor.

Balkanlardan yükselen sesler

Kitap o kadar hızlı akıyor ki neredeyse farkına bile varmıyor okuyucu başka bir hikâyeye geçtiğinin, öyküler arasında dolaştığının. Kaplanın Karısı, savaşın alt üst ettiği Balkanlar’dan yükselen sesleri de barındıran, mistik öğelerin hâkim olduğu bir roman. Aynı şekilde, yine Natalia’nın büyükbabasından dinlediği ‘Ölmez Adam’ hikâyesi de öyle… Ama büyükbabaya göre bu tür doğaüstü olaylar, insanın kendine saklaması ya da en azından kime, ne zaman anlatacağı konusunda çok dikkat etmesi gereken hikâyelerdir.

Büyükbabanın torununa anlattığı hikâyelerde neredeyse ezbere bildiği Orman Çocuğu kitabının, etkili olduğu kendini belli ediyor. Tabii öyküleri büyükbaba anlatıyor, fakat biz bunları torununun ağzından dinliyoruz. Bundan dolayı da hikâyenin ne kadarı büyükbabaya ait bilemiyoruz. Büyükbabasının ölüm haberini öksüz çocuklara aşı yapmak için bir taşra yetimhanesinde görevliyken alan Natalia, yaşadığı yalnızlık ve kaybetmişlik duygusunu, onunla geçirdiği çocukluğunu ve onun anlattığı hikâyeleri düşünerek gidermeye çalışıyor. Genç doktor, yetimhanenin bulunduğu kasabadaki halkın batıl inançlarıyla bir yandan savaşırken, öte yandan onları anlamaya da başlıyor.

Mistik hikâyelere genellikle çocuklar ve yaşlılar inanırlar. İnsanlar gençlik dönemlerinde bu tür hikâyeleri ‘deli saçması’, ‘hurafe’ olarak nitelendirirken, yaşlandıkça da bu hikâyeleri materyalist dünyadan uzaklaştıracak ve sığınacak bir ‘liman’ olarak görürler. Yaşanmışlıkların getirdiği ağır yükten kurtulup hafiflemek için insanların büyük çoğunluğu yaşlandıkça bu ‘liman’a sığınmaya başlarlar. Doktor olan ve evden uzakta çalıştığı yıllar boyunca pek çok tuhaf hikâyeye tanıklık eden büyükbaba, belki de bu yüzden böyle hikâyelere sığınıyor. Öte yandan, kitapta sadece Natalia ve büyükbabasının öyküsüymüş gibi görünse de, Kaplanın Karısı ve Ölmez Adam’ın yanı sıra pek çok karakter, birçoğu öyle ya da böyle birbirine bağlanan hikâyeler var.

Téa Obreht’in de büyükbabasıyla arasında çok yakın bir bağ varmış. Romanı yazmaya da büyükbabasını kaybettikten sonra başlamış. Bu küçük bilgi bile, Kaplanın Karısı’nda yazarın hayatından pek çok detay barındırdığını mesajını bize veriyor. Obreht de romanında önemli bir yer tutan batıl inançlara kendisinin de sahip olduğunu söylüyor. Yazarların, eserlerinde dışarıdan bir anlatıcı olmadığını, aksine her daim az da olsa (genellikle büyük bir yer tutar bence) özel hayatlarını yansıttığına inanmışımdır hep. Bunu da kötü bir durum olarak bir durum olarak değerlendirmiyorum. Aksine, yaşanmışlıklar usta bir kalem tarafından yeniden kurgulandığında ortaya çok güzel eserler çıkar. İşte tam da bu yüzden, “Bir yazarın kitabını okumak onunla sohbet etmek gibidir” sözünü yabana atmamak gerekir.

Kaplanın Karısı

Téa Obreht

Çeviren: Merve Sevtap Ilgın

Siren Yayınları

Kasım 2011, 360 sayfa.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ