Ermeni Kilisesi’nin en değerli hazinesi

Ronald T. Marchese ve Merlene R. Breu’nun kaleme aldığı ‘İhtişam ve Törensellik: İstanbul Ermeni Ortodoks Kiliselerinin Tekstil Hazineleri’, Ermeni halkının yüzlerce yılda ürettiği kültürel zenginliği eşsiz örnekleriyle gözler önüne seriyor.

ROBER KOPTAŞ 
rober.koptas@agos.com.tr

 
“Bir halkın ürettiği ve kullandığı özel objeler, o halkın sosyal ve kültürel tarihini çok iyi bir şekilde tanımlar. Fiziksel objeler, sosyal kimliği ifade eder ve toplumsal değerlerin tanımlanmasına katkıda bulunur. Aynı zamanda, imalattaki sanatkârlığı sergileyen bu nesneler böylece bir halkın maddi kültürünün anlaşılmasında çok önemli bir rol oynar. İstanbul’un Ermeni Ortodoks kiliselerindeki obje koleksiyonu, bu görüş ve maddi kültür, sosyal kimlik, sanatkârlık ve toplumsal inanç arasındaki bağlantıları teyit eder niteliktedir.”
 
Ronald T. Marchese ve Merlene R. Breu’nun kaleme aldığı ‘İhtişam ve Törensellik: İstanbul Ermeni Ortodoks Kiliselerinin Tekstil Hazineleri’ adlı kitap, bu cümlelerle açılıyor. Ermeni halkının binlerce yıllık geçmişi boyunca ürettiği kültürel zenginliğin yansımalarını en iyi izleyebileceğimiz alanlardan biri olan kilise hazineleri yer alıyor eserde. Bazıları bugün hâlâ kiliselerde ayin sırasında kullanılmaya devam eden, ama çoğunlukla dolaplarda, kilit ardında muhafaza edilen, kimi zaman unutulmuş, kimi zaman sahipsiz kalmış ortak belleğimizin eşsiz örnekleri, Marchese ve Breu’nun çalışmasıyla yeniden değer kazanıyor.

Kilise’nin hazineleri artık gün yüzünde

Ronald T. Marchese ve Marlene R. Breu, ‘İhtişam ve Törensellik’te yer alan  bu nesnelerin sadece fiziksel birer obje olmadığını özellikle vurguluyor. Genellikle ‘kilise süsü’ olarak görülen ve göz ardı edilen bu eserlerin, kompozisyonları, yapımlarında kullanılan teknikler ve taşıdıkları tarihsel bilgiyle, Ermeni toplumunun kültürel ve sosyal kodlarına ilişkin zengin bir bilgi kaynağı oluşturduğunu söylüyorlar. Kiliselerde, ayin sırasında kullanılan ve çoğu zaman ardında yatan tarihi düşünmeden bakıp geçtiğimiz bu objeler, yüzlerce yıllık bir yaşanmışlığı, zamanın ve olayların imbiğinden süzülüp gelen bir birikimi yansıtıyor.

Minnesota Üniversitesi’nde arkeoloji profesörü olan Ronald D. Marchese’nin konuya olan ilgisi, 1998’de, Anadolu’daki Ermeni kültürel mirası konusunda İstanbul’daki sayılı uzmanlardan biri olan yakın dostu Murat Bilir’in dikkat çekmesiyle başlamış. Patrik II. Mesrob’un da kendisini bu alanda çalışmaya teşvik etmesiyle yola koyulmuş Marchese. 2000 yılında, Batı Michigan Üniversitesi öğretim üyesi, tekstil uzmanı Marlene R. Breu’yla bir araya gelip konu üzerine araştırma yapmaya başlamışlar ve 10 yıllık uzun soluklu bir çalışmanın sonucunda da 398 sayfalık bu görkemli kitabı ortaya çıkarmışlar.

Çitlembik Yayınları tarafından basılan ‘İhtişam ve Törensellik’, iki ciltlik çalışmanın ilk kitabı olarak tasarlanmış. Sırada, yine büyük boy formatta ve kuşe kâğıda, bol fotoğraflı olarak yayımlanacak ‘İstanbul Ermeni Ortodoks Kiliselerinin Metal Hazineleri’ kitabı var. O kitapta da, kiliselerdeki altın, gümüş ve diğer değerli metal hazineleri yer alacak.

“Patrik II. Mesrob bu çalışmayı çok önemsedi. Bize kilisenin kapılarını sonuna kadar açtı” diyor Marchese. Patriğin rahatsızlığından sonra da, gerek Başepiskopos Aram Ateşyan’dan, gerek diğer Patrikhane görevlilerinden yakınlık ve destek görmüşler. “Bu sadece bir kilise kitabı değil, bütün Ermenilerin tarihini gösteren bir kitap” diyen Prof. Breu, yola koyulduklarında, pek çoklarının kendilerine tuhaf gözlerle baktığını, çünkü bu eserleri değersiz objeler olarak gördüklerini söylüyor. En çok karşılaştıkları soru “Neden bunlarla ilgileniyorsunuz?” olmuş. Ancak zamanla, ne kadar büyük bir zenginlikle karşı karşıya olduklarını anlatmayı başarmış ve kendileriyle beraber başkalarının da işe dört elle sarılmasını sağlayabilmişler.

Dantel ve oyma sanatının Ermeni kültüründe önemli bir yeri var. Breu’ya göre, bu işler, çoğu zaman göz ardı edilen bir noktayı, kadınların tarihteki rolünü de vurguluyor: “Kilise ayinlerine kadınların yaptığı muazzam katkıyı bu ürünler yoluyla görebiliyorsunuz. Onlar hem dini inançlarının gereğini yerine getiriyor, hem Tanrı’yı yüceltiyor, hem de yaptıkları elişleri yoluyla kendilerini ifade ediyorlardı.” Bu eserlerde görülen bireysellik ve sanatkârlık, kadınların Ermeni toplumu içinde sahip olduğu ‘geleneksel’ rolle belirgin bir tezat oluşturuyor. Suskun bırakılan kadınlar, yarattıkları sanat eserleriyle konuşuyor adeta.

       

Minnesota Üniversitesi’nde arkeoloji profesörü olan Ronald D. Marchese’nin konuya olan ilgisi, 1998’de, Anadolu’daki Ermeni kültürel mirası konusunda İstanbul’daki sayılı uzmanlardan biri olan yakın dostu Murat Bilir’in dikkat çekmesiyle başlamış. Patrik II. Mesrob’un da kendisini bu alanda çalışmaya teşvik etmesiyle yola koyulmuş Marchese. 2000 yılında, Batı Michigan Üniversitesi öğretim üyesi, tekstil uzmanı Marlene R. Breu’yla bir araya gelip konu üzerine araştırma yapmaya başlamışlar ve 10 yıllık uzun soluklu bir çalışmanın sonucunda da 398 sayfalık bu görkemli kitabı ortaya çıkarmışlar.

“Bu hazineleri tarihsel bir bağlama oturtmaya çalıştık. Çünkü sadece tekstil hazinelerinden değil, kültürden, üretimden, günlük hayattan da bahsediyoruz” diyen Marchese, genelde kumaşın çok kalıcı ve uzun ömürlü olmadığına inanıldığını, buna karşın, araştırmalarında, yüzyıllardır kullanılan objeler tespit ettiklerine dikkat çekiyor. Dokumaların üzerine işlenmiş olan yazılar (kolofonlar), eserin kim tarafından yapıldığı, kime ithaf edildiği, tarihi gibi çok önemli bilgiler veriyor. Dolayısıyla, bu eserlerin, Ermeni toplumunun kolektif mirasını korumak ve sonraki nesillere iletmek anlamında da önemli bir rolü var.

Kitaptaki dokumalar ve elişleri çoğunlukla Ermeni sanatındaki İstanbul tarzını temsil etse de, kiliselerdeki hazineler sadece İstanbul’un değil, Anadolu’nun farklı bölgelerinden gelen eserleri barındırıyor. Özellikle 19. yüzyıl sonlarında devletin çeşitli siyasi baskıları karşısında, Ermeni halkı, kilise hazinelerini korumak için yoğun bir çaba sarf edilmiş. Kayseri’den, Malatya’dan, Sivas’tan ve diğer yörelerden gelen pek çok obje, İstanbul kiliselerinde koruma altına alınmış. Bunun yanı sıra, Harutyun Amira Bezciyan’ın bağışlarıyla 1820’lerde Kumkapı’da kurulmuş olan kız sanat okulunda üretilmiş çeşitli eserlere de rastlamak mümkün.

Breu bir zamanlar İstanbul Ermenilerinin toplumsal hiyerarşisinde ilk sırada gelen amira sınıfının veya ağaların, önde gelen tüccarların, bu sanat geleneğinin yaşamasında önemli bir rolü olduğuna dikkat çekiyor. Öte yandan, yüksek gelire sahip olanlar daha çok kilise binalarının inşası için bağışta bulunurken, alt ve orta gelir grubundakiler, ayinde kullanılan bir objenin masrafını veya bizzat yapımını üstlenerek bağışta bulunma şansına sahip olmuş. Bu da, tekstil hazinelerinin, kilise inşasına göre daha demokratik, daha geniş tabanlı bir hayırseverlik alanı olarak öne çıkmasını sağlamış.

Breu, bu tekstil ürünlerinde, Ortaçağ’da sanatsal yetkinliği bakımından zirveye ulaşan Ermeni minyatür geleneğinin izlerini de sürebildiğimize dikkat çekiyor. Tekstil ürünlerinin üzerinde, yansıtmanın bir hayli güç olduğu üç boyutlu görüntülerde büyük bir başarı yakalanmış. Marchese’yi asıl çarpan ise, insan vücudunun anatomik olarak mükemmel bir şekilde yansıtılması olmuş. Özellikle çarmıha gerilmiş İsa figürlerinde, her bir kası ve kemiğin yapısını mükemmel bir şekilde yansıtabilmiş çok sayıda ustanın varlığı, bu sanat alanındaki gelişmişliğe işaret ediyor ona göre.

Ksenofon’un, İÖ 25. yüzyılda Ermenilerin yetiştirdiği atlardan, ürettiği kaliteli şaraplardan ve yaptıkları güzel halılarından bahsettiğini hatırlatan Marchese, İstanbul’daki Ermeni kiliselerinde el dokuması çok sayıda değerli halı olduğunu söylüyor. Burada da kadınların, özellikle de narin ve esnek parmak yapılarıyla genç kızların emeğini görüyoruz. Onların kullandığı teknikler Anadolu’nun bazı yörelerinde hâlâ kullanılıyor, ancak profesöre göre, kalite açısından büyük bir gerileme var.

Bugün kiliselerde yer alan tekstil hazineleri arasında 300 yıllık başlıklar, taçlar, boyunluklar, yaka ve kemerler, sunak perdeleri, ayin kupası örtüleri, flamalar, İncil kapakları ve daha pek çok eser yer alıyor. Kitapta da, kilise yaşantısının renkliliği ve çok boyutluluğu, günlük hayatın çeşitliliğiyle buluşuyor.

Sayfalar arasında gezinirken, el emeği göz nuru sanat eserlerinin güzelliği karşısında büyülenmekten kendinizi alamıyorsunuz. Her biri kendi başına değerli; bir taç, bir perde, bir havlu... Yan yana geldiklerinde gerçekten de bir hazine oluşturuyorlar. Farkında olmadığımız, bize unutturulmuş bir hazine bu. 1915’te bu topraklara hâkim olan gaddarlık Ermenileri ana yurtlarından silmeseydi, bugün yaşamaya devam edecek olan kültürün derinliği karşısında bir kez daha şaşırıyorsunuz. Bir kez daha, asıl hazinenin, Anadolu’da detektörlerle dolaşan define avcılarının düşündüğünün aksine, yer altında değil yer üstünde olduğunu; asıl hazinenin insan olduğunu görüyorsunuz.

Bu gerçeğin bir nebze de olsa anlaşılmasına katkıda bulundukları, hiç değilse bu kitapta yaşamasını sağladıkları için, iki Amerikalı’ya, İhtişam ve Törensellik’in yazarları Ronald T. Marchese ve Marlene R. Breu’ya ne kadar teşekkür etsek az.

 

Prof. Breu, yola koyulduklarında, pek çoklarının kendilerine tuhaf gözlerle baktığını, çünkü bu eserleri değersiz objeler olarak gördüklerini söylüyor. En çok karşılaştıkları soru “Neden bunlarla ilgileniyorsunuz?” olmuş. Ancak zamanla, ne kadar büyük bir zenginlikle karşı karşıya olduklarını anlatmayı başarmış ve kendileriyle beraber başkalarının da işe dört elle sarılmasını sağlayabilmişler.

 

 

 

 

 

 

'İnsanların imal ettikleri eşyalar, geniş kapsamlı ve birbiriyle bağlantılı olan maddi bir kültür içerisinde sadece birer fiziksel obje değildir. Bu eşyalar, belirli bir cemaatin veya sosyal topluluğun kişisel dindarlığını güçlendiren ve zenginleştiren karmaşık kültürel göstergelerdir. Bu kitapta yer alan eşyaların büyük kısmı, kilise cemaatinin sıradan üyeleri tarafından tasarlanmış ve üretilmiştir. Genelde seçkin kilise sanatından örnekler olarak göz ardı edilen bu dini dokuma örnekleri, olağanüstü giriftlikteki kompozisyon, ikonografi ve teknik beceri düzeylerine ve kutsal sanat alanındaki kayda değer bir öneme sahip, eşsiz bir külliyat teşkil ederler. Bu eserler, toplumsal ilişkilerin incelenmesinde aktif bir rol oynar, kültürel inançlar konusunda zengin bir bilgi kaynağı oluşturur ve kolektif kimliğin muhafaza edilmesine temel katkıda bulunurlar. Kumaş, vaftiz törenlerinden ve hayatın başlangıcından cenaze törenlerine kadar, Ermeni din kültüründe daima önemli bir rol oynamıştır.”

Kadının ifade aracı

“Kumaşa nakış işlenmesi öncelikli olarak kadınların uzmanlık alanına girerdi; çok büyük beceriye sahip bu sanatkârlar, hem evlerde hem de kiliselerdeki dini törenlerde kullanılmak üzere çok çeşitli eşyalar üretmişlerdir. Bir dokuma sanatı olarak iğne işi, kadınların kendini ifade etmek için sahip oldukları çok az sayıdaki araçtan biriydi. (...) Toplumsal kısıtlamalar, Ermeni maddi kültürüne böyle değerli katkıların yapılmasına engel olmamıştır. Kadınlar enerjilerini, birçoğu dini törenlerde başköşeye sahip olan bu bezemeli dokumaların üretimine adayarak, bu kültüre katılımda bulunabiliyorlardı. Kilisede kullanılacak eşya üretmek bir dindarlık örneği sayılırdı ve bu şekilde yaratılıp bağışlanan her eser kişisel bir inanç ifadesi olarak görülürdü. Bu nesneler, fiziksel dünyanın ötesine geçip Tanrı’yı yücelten eşsiz bir adak haline gelirdi. Dolayısıyla, çoğu sanatsal ve teknik giriftlik sergileyen bu inanç objeleri, kilise üyeleri tarafından kişisel ve toplumsal ifadeler olarak sipariş edilirdi. Böyle objeler, Ermeni Hıristiyan değerlerine derin bir bağlılığın yanı sıra, etnik ve manevi çeşitlilik gösteren bir dünyada Hıristiyan inançlarına bağlılığı da kanıtlıyordu.”

İstanbul'u zenginleştirdi

“Birçok obje, sanatsallık ve beceri düzeyleri dolayısıyla olduğu kadar, dini anlamları açısından da hem cemaat, hem de kilise temsilcileri tarafından takdir edilirdi. Dolayısıyla Ermeni dokuma sanatkârlığı, dini sanat ve dindışı sanat alanında ‘Konstantinopolis tarzı’ adı verilen işsiz bir tarzın oluşmasında aracı olmuştur. Kökleri Doğu Anadolu’nun yerel kültürüne uzanan, ama aynı zamanda Batı’nın kültürel etkilerini de içeren ‘Konstantinopolis tarzı’, çok sayıda Ermeni’nin zamanla kendi vatanları gibi gördüğü şehrin zenginliğini, ihtişamını ve kozmopolit atmosferini yansıtıyordu. Ermenilerin emeğiyle şehir de, Kilise de zenginleşmiştir ve Ermeni cemaati zamanla İstanbul’un en önemli etnik gruplarından biri haline gelmiştir.”

Hıristiyanlık öncesinden gelen bir gelenek

“Karmaşık tekstiller ve ünlü bir tekstil geleneği, Ermeni bölgelerinde Hıristiyanlıktan önce de var olmuştu; dolayısıyla bu çeşit elişlerini sadece dinsel bir uğraşı alanı olarak görmemeliyiz. Bu erken dönem Hıristiyanlık öncesi gelenekleri, yeni temaların gelişiminde referans noktası olarak kullanıldı. Bu şekilde, Ermeni kültürünün zaman içinde değişmeyen bazı motif ve artistik öğeleri, kuşaklar arasında köprü oluşturdu. Bundan dolayıdır ki tekstil sanatındaki Hıristiyan tarzı diyebileceğimiz süslemelerin çoğunun kökleri tamamen Ermeni yerel halk geleneklerine uzanır. Canla başla çalışan ve iğne ustalığını kendi olanaklarıyla öğrenmiş olan bu sanatkârlar, hem dinsel hem de başka amaçlarla çok sayıda tekstil üretiyorlardı. Bu kumaşlar, kral ve prenslere elbise dikmek için veya hem Hıristiyanlık dönemi hem de Hıristiyanlık öncesi dinsel ayinlerinde kullanılmak üzere hazırlanırdı.”

Ermeni kültürünün en önemli ürünü

“Ermeni dinsel sanatının birçok türünün arasında, süslemeli elyazmalarının, büyük bir olasılıkla Ermeni Hıristiyanlığı’nın en başından beri, üstün bir konumu vardı. Süslemeli İncillerin, Ermeni kültürünün muhafaza edilip sonraki kuşaklara devredilmesindeki öneminin altı ne kadar çizilse azdır. Bunlar, Ermeni kültürünün en anlamlı kültürel ürünleridir.  7. yüzyıldan, elyazması süsleme sanatının doruğuna ulaştığı, 12. ve 13. yüzyıllara kadar, süslemeli elyazmaları, yazılı sözleri, ayin esnasında okunmaları ve resimleri sayesinde, dinsel doktrin ve tarihçenin yayılmasında kilit bir rol oynadılar.” 

 

Aidiyet işareti olarak tekstil

“Hiyerarşik düzenli bir toplumda, süs tekstilleri sosyal konum işareti olarak çok önemliydiler, ama buna ek olarak, süs olmaktan ziyade belirli bir topluma aidiyet işaretiydiler. Bütün Ermeni aileleri, ister zengin süslemeli ister sade olsun, nakış ve tığ işleri yaparken, çeşitli dikiş teknikleri ve birçoğu Hıristiyanlık ve İslam öncesi zamanlara uzanan ve bütün Ortadoğu’ya ortak olan kültürel repertuara ait desenler kullanırlardı. Bunları arasında çiçek, yaprak, asma, üzüm salkımları, başak ve ağaç desenlerini sayabiliriz.”

Üretim merkezi Hindistan

“Basma resimli kumaşların, Anadolu’ya ek olarak –Tokat ve Van kentlerinde ve bu kentlerin civarında– İstanbul’da da üretilmesine rağmen, bunların esas üretim merkezi, Hindistan’daki Madras’tı. Madras’ta yüzyıllar boyunca varlıklı ve kalabalık bir Ermeni nüfusu var olmuştu. Bu topluluğa ait ustalar, basma kumaş dışsatım piyasasını ellerinde tutarlar ve eşsiz desenler yaratıp, çoğu büyük sunak perdeleri olmak üzere, birçok dinsel amaçlı tekstiller üretirlerdi. Ancak kumaşa baskı tekniklerinin uygulanması karmaşık bir prosedür olup, yoğun ve sınırlı bir sanayi sürecine daha uygun aşamalardan oluşuyordu. Bu aşamalar, üzerine baskı yapılacak sade kumaşın dokunması, girit tahta kalıpların hazırlanması, boyaların üretilmesi ve en nihayet kompozisyonun hazırlanması idi. Kompozisyonların birçoğu Surp Krikor Lusavoriç’in yaşamını gösterirdi. Kumaşlar ya zengin kişilerce tek tek ısmarlanır ya da büyük miktarlarda üretilip İran ve Türkiye’deki çeşitli Ermeni cemaatlerine ihraç edilirdi.”

 

Kategoriler

Toplum Kilise