Can Öktemer, Murat Uğurlu'nun İletişim Yayınları'ndan çıkan, 'her yıl ismi, içeriği, kuralları değişen üniversite giriş sınavına girip asla tam olarak işaretlenemeyen kutucuklardan gelecek inşa etmeye çalışan gençliğin hikâyesinin vücut bulduğu' Buralar Bıraktığın Gibi kitabını yazdı.
CAN ÖKTEMER
can.oktemer@gmail.com
Halen etkilerini yaşamakta olduğumuz küresel ekonomik kriz kendisini şüphesiz etkilerini en çok orta sınıf üzerinde gösterdi. Orta sınıfın hali hazırda var olan ve Türkiye'de de belirgin olarak kendisini gösteren işsizlik, işten çıkarılma, zorluklarla kazanılan ve bitirilen üniversite diplomasının işlevinin iş hayatında geçerliliğini yitirmesi gibi korkular daha da arttı. Geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları’ndan çıkan Murat Uğurlu'nun ilk kitabı Buralar Bıraktığın Gibi, her ne kadar hikâyelerinin merkezine ekonomik krizi koymasa da, onun yaratmış olduğu tahribatı ve huzursuzlukları, üniversiteye giriş sınavına girerken verilen yanlış kararları, ekonomik zorunluluklar yüzünden ideallerin yerini alternatif çözümlerin yer almasını ve yaşanan bolca hayal kırıklıklarını anlattığı öyküleriyle okuru baş başa bırakıyor.
Hayal kırıklıkları ve aşk acıları
Murat Uğurlu 1987 doğumlu yani 90 sonrası kuşağına mensup. Bahsettiğim 90 sonrası kuşak, medyanın Gezi eylemlerine kadar atfettiği “apolitik” tipolojinin biraz dışında kalanlar. Misal edebiyatla yakın ilişkisi olan, kütüphanelerinde illa ki Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar’ını -genelde çok uğraşılıp bitirilemeyen ama ismine tav olunup alınan- bulunduran, Turgut Uyar'ın ve Edip Cansever'in dizelerini ezbere bilen... Bu kuşağın, özellikle birçok akranı tarafından sıkıcı bulunan filmleri baş tacı yapan, enerjileri düşük, az konuşan, içine kapanık kesiminden bahsediyorum. Buralar Bıraktığın Gibi’deki hikâyelerdeki karakterler de biraz böyle bir tanıma uyuyor.
Murat Uğurlu'nun hikâyelerindeki karakterler huzursuz ve sıkıntılı... Gittikleri bir gece kulübünde eğlenmeleri gerekirken artık geceye devam etmek istemeyen, yıllar önce kesilmiş eski dostluklarla geçmişten konuşmaktan kaçan, Leonard Cohen ile biten gecelerdeki hep huzursuz hep bir şeylerden rahatsız olan karakterler...
Murat Uğurlu sadece kentli, eğitimli bireylerin hikâyesini anlatmıyor. Memur çocuğu olmayı, memur ailelerinin tatil maceralarına da yer veriyor. Hani tatile çıkılmadan önce bagajın tıka basa eşya ve yiyecek doldurulduğu, kent yaşamının deniz kenarına da götürüldüğü, oradaki yaşama bir türlü ait olamama, sitedeki çocuklarla kurulamayan iletişim, hep yarıda kalınacak ve hiçbir zaman adı öğrenilemeyecek kızlara olan aşklar... Yaz sonu kalpte kısa süreli hasarlar bırakan yaz aşkı acısı ve yalnızlık hissiyle geçilen ilk gençlik hatırları... Murat Uğurlu'nun tasviriyle: “İlk gençlik böyleydi işte... Kabuk bağlamış bir yara, sıkıcı bir hayat hikâyesi başarısız bir evlat gibi üstü kolayca örtülüyordur.”
Buralar Bıraktığın Gibi'de sadece gençlik huzursuzlukları yer almıyor elbet. Küçük burjuva öykülerine de yer veriyor Uğurlu. Kariyerizme ruhlarını kaptıran, bunun için çocuk yapmayı erteleyen çünkü çocuk yapınca kendisinin izinli olduğu dönemlerde şirketteki pozisyonunu kaybetme korkusu yaşayan 'yorgun demokrat'lar da var öykülerde. Orta yaş krizine girip çalıştığı şirketin genç ve güzel stajyer kızlarına gönlünü kaptıran evli erkekler… Hiçbir zaman sonlanmayacak üniversite dostlukları ve 30'u devirseler bile bitmeyen o erkek sohbetleri… Hayat tüm hızıyla geçip giderken akıldan hiç gitmeyen ilk aşklar, yurtdışına doktoraya gidildiği için yarım kalanlar ya da uzun süren şehir dışı şirket toplantılarında asla başlamayacak ama başlasa çok da güzel olabilecek aşkları teğet geçen ve ufukta ışığı huzurla yanan evlere bakıp iç geçirenler…
Yabancısı olmadığımız bir dünyanın kahramanlarının iç dünyalarına yer veriyor Uğurlu. Televizyonda ya da sinemada karşımıza çıkan steril orta sınıf temsillerinin aksine Murat Uğurlu gerçekçi bir şekilde ele alıyor bu hikâyeleri. Öykülerin samimiyeti biraz da buradan kaynaklanıyor. Kanımca kitaptaki en samimi öyküler kendi kuşağını anlattığı bölümler... Bunun da en önemli nedeni Murat Uğurlu'nun kendi kuşağına yönelik yapmış olduğu tespitler.
Gelecek kaygısı
Uğurlu'nun bir bakıma kendi hikâyelerini anlattığı bölümlerde kitabın tamamına sinmiş melankoliye ek olarak başarısızlık ve hayal kırıklıkları ekleniyor. Her yıl ismi, içeriği, kuralları değişen üniversite giriş sınavına girip asla tam olarak işaretlenemeyen kutucuklardan gelecek inşa etmeye çalışan gençliğin hikâyesi vücut buluyor kitapta. Kurulan hayallerin üniversiteden mezun olduktan sonra hayatın katı gerçekliğine yenilgisinin hikâyeleri... Örneğin “Kafes Ustası” hikâyesinde üniversiteyi İletişim Fakültesi’nde okuyan, mezun olduktan sonra çekeceği filmlerle ödülden ödüle koşacağını uman bir gencin naif hayalleri İstanbul'da buharlaşıyor ve sonunda akademisyen olup ‘powerpoint’te sunum hazırlamak, yüzlerce sınav kağıdı okumak durumunda kalıyor ve hiç kimsenin işine yaramayacak uzun isimli bol referanslı metinlerin dünyasına hapsoluyor. Kendi durumunu şöyle özetliyor öykünün kahramanı Altuğ: “Şimdi uyuyun ama, sabah ezanı okunuyor. Yorgun, kederli ve karışıksınız! İstanbul sizi şımarttı, vaatlerde bulundu ve sonunda kuytu bir avluda, ağzınızda paramparça bir biberonla terk edip gitti. Kutlu olsun yetimliğiniz Altuğ Bey! Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Ankara!”
Kitabın ilk hikâyesi olan “Tarla Kuşu ve Korkuluk”, kafası matematiğe yeteri kadar basmadığı için mecburen sosyal bilimlerde okuyan, ailesini bir trafik kazasında kaybeden, sınav sonucunda hiçbir üniversiteye giremeyen, Ankara sokaklarında aylak aylak dolaşan ve sonunda pek de sevmediği bir akrabasının karşıladığı bursla dünyaca ünlü sinema okulu Lodz'a giden, orada hayatının aşkını bulduğunu sanıp terk edilen, yaşlı dostu Kaminski'nin de vefatıyla iyice sarsılan bir gencin hikâyesi... Burada mevcut sorunlara bir de ölüm meselesi de eklenmiş ki, işbu korku orta sınıfın en büyük heyulalarından biridir diyebiliriz. Hayatın gerçekliğinin ağır bastığı güçsüz omuzlara düşen fazla ağırlık… “Önce annem ve babam, anneannem şimdi de bay Kaminski... Bunca ölüm ve gözyaşı yirmi beş yıllık hayata sığar mıydı? Öykü olsa yazmaya, film olsa çekmeye utanır insan. Ben şahsen utanırım. Ama nedense hiç yüzü kızarmaz hayatın. Büyük patron, büyük mafya!”
Murat Uğurlu, İletişim Yayınları’nın edebiyat dünyasına kazandırdığı son Ankaralı yazarlardan. İletişim Yayınları’ndan çıkan diğer Ankaralı yazarlardan farklı olarak kentli orta sınıfın mutsuzluklarına, gelecek kaygılarına yer veriyor Uğurlu. Alper Atalan'ın Mart kitabıyla birlikte Buralar Bıraktığın Gibi yaz aylarında çıkan en iyi kitaplarından biri...
Bitirirken bazı kitaplar, bazı şiirleri hatırlatır bana. Bu kitap da bana Turgut Uyar'ın 'Geyikle Gece' şiirinin bu dizesini hatırlattı:
“Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk”