Zorlu, sanat yaşamına ‘serbest piyasa’yı getirdi

Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nin (PSM) genç ve dinamik direktörü Ray Cullom'la, İstanbul'da gösteri sanatları alanına yeni bir soluk getiren PSM’nin kısa geçmişi, bugünü ve geleceği üzerine konuştuk.

BARUYR KUYUMCİYAN
baruyr@agos.com.tr

İstanbul’un kültür sanat hayatına geçen yıl kazandırılan Zorlu Performans Sanatları Merkezi (PSM), çok önemli bir boşluğu doldurdu. 350 milyon dolara mal olan kompleksin, 2200 seyirci kapasiteli ana tiyatrosu, boyutları ve teknik imkânları itibariyle dünyanın en iyi üçüncü, Avrupa’nın ise birinci sahnesi. Türkiye’de çok sayıda sanatseverin ilk kez gerçek bir müzikali izlemesine vesile olan PSM, 700 kişilik drama sahnesi, çeşitli ücretsiz etkinliklerin düzenlendiği şehir sahnesi ve fuaye alanıyla, sanat için geniş imkânlar sağlıyor. Türkiye’de sanat üzerindeki devlet desteğinin tartışılmaya başladığı noktada, bu alanda büyük bir yatırımla, özel bir girişim olarak ortaya çıkan PSM, kültür sanat yaşamına ‘serbest piyasa’yı getirmesiyle de ilham verici. PSM’nin, bu yılki programında çarpıcı eserler yer alıyor. Bunlardan biri de, 17 Kasım Pazartesi akşamı, Ermenistanlı popüler müzik şarkıcısı Tata Simonian’ın vereceği konser.

Nederlander Worldwide adlı uluslararası bir sanat kuruluşu tarafından yönetilen kurumun genç ve dinamik direktörü Ray Cullom, Amerika ve İngiltere’de şov dünyasında önemli görevlerde bulunmuş. Buradaki deneyimlerini Türkiye’ye aktarmak için çalışan Cullom ile, PSM’nin kısa geçmişi, bugünü ve geleceği üzerine konuştuk.

  • ‘Jersey Boys’la yaptığınız başlangıç prodüksiyonu çok güzeldi. Aradan geçen bir yıl içinde, izleyicinin ilgisini müzikale çektiğinizi söyleyebilir misiniz?

Bunu başardığımızı düşünüyorum. ‘Jersey Boys’ muhteşem bir şovdu, onu sunmaktan gurur duyuyorduk ama bilet satışlarımız hiç iyi gitmedi. O dönemde alışveriş merkezi henüz açılmamıştı, PSM’nin yeri de, sahnenin adı da pek bilinmiyordu. Gelenler şovu çok beğeniyordu, fakat biletlere talep o kadar düşüktü ki, hepimiz çok endişelendik. ‘Cats’ ve ‘Notre Dammes des Paris’ müzikallerinin ardından, sezonun sonunda, hedeflediğimiz ortalamaya ulaşmıştık. Bu yıl Ekim ayında ‘Beauty and Beast’ (Güzel ve Çirkin) müzikalini bitirdiğimizde, geçen yıl aynı döneme göre merkezimize üç kat fazla izleyici gelmişti. Şu anda bizim için süreç dengeli bir şekilde devam ediyor. Kendi seyirci kitlemizi inşa etme hedefine ulaşmamız üç-beş yılımızı alacaktır. Bu, mevcut potansiyel seyircinin dikkatini yeni bir noktaya çekmekten çok farklı bir süreç. İstanbul’un nüfusu 16 milyon ama en fazla 500 bin kültür-sanat tüketicisi var. Bizim işimiz insanları, performans sanatlarının, paralarını ve zamanlarını ayırmalarına değeceğine ikna etmek. Üstesinden gelmemiz gereken sorun bu. Amerika’daki bir öğrencinin okul hayatı boyunca mutlaka bir enstrüman veya sahne deneyimi olmuştur, bilet alabilecek yaşa geldiğinde ise sanatla artık kişisel bir bağlantısı vardır. Türkiye’de bundan bahsetmek pek mümkün değil. O yüzden programımızı oluştururken, Hugh Jackman gibi, herkesin dikkatini çekecek isimlere yönelmek zorundayız. Çünkü izleyici bir kere gelince, performans sanatlarının değerini kavrıyor ve tekrar geliyor.

  • Geçen yılki programınızda çok çeşitli kategorilerde şovlar vardı. Performans sanatlarının sınırı sizce ne? Sezon programını oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz?

Geçen yılki programımızda Broadway şovları, modern dans, klasik bale, sirk, halk şarkıları, sihirbaz şovu, neredeyse her şey vardı. İnsanların eğilimlerini gözlemlemek ve İstanbul’da sanat alanında tamamlayıcı bir görev üstlenmek amacıyla böyle bir çeşitlilik oluşturduk. İKSV gibi, sanatı destekleyen ve güzel işler yapan birçok yerel kuruluş var; biz, sahne sanatları alanında, onların dışında, boşlukta kalan kısımları doldurmaya çalıştık. Bu yılki programımızda, yine bir Broadway şovu; İstanbul’da bir süredir eksikliği hissedilen büyük bir opera eseri, ‘La Boheme’; bale grupları; geçen yıl da çok ilgi gören, ‘türler arası’ sanatçılar diye sınıflandırdığımız, klasik ile pop arasındaki noktaya oturan enstrüman sanatçılarının konserleri yer alıyor. Küçük tiyatro salonumuzda ise, ilgi çekeceğini düşündüğüm bir proje var; ‘kelimesiz tiyatro’ adı verilen bu türde, seyircilerin oyunu takip edebilmesi için herhangi bir dil bilmeleri gerekmiyor. Uluslararası bir tiyatro festivalinde rastladığımız, zekice kurgulanmış, görsel şölen niteliğinde bir oyun bu. Performans sanatlarının sadece enstrüman çalmak, söylemek veya rol yapmaktan ibaret olmadığını, bunların hepsinin bir araya gelmesinden oluştuğunu göstermeye çalışıyoruz. Nihai amacımız ise baştan sona kendi prodüksiyonlarımızı sahnelemek.

“Başarılı olan her şey kopyalanmaya mahkûmdur”

  • Sahnenin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Başarılı olan her şey kopyalanmaya mahkûmdur.

  • Bu kadarını kopyalayabilirler mi?

Şu anda, İstanbul’daki tek büyük performans sanatları merkeziyiz. Birkaç yıl sonra, insanlar buna rağbet ve ihtiyaç olduğunu gördüklerinde mutlaka kopyalayacaklardır, ve bence bu çok güzel bir şey. Çünkü, dedikleri gibi, med cezir denizi yükselttiğinde tüm tekneler yükselir. Londra’nın batı tarafında durum tam olarak böyle. Orada çok sayıda tiyatro vardır ve birbirlerini rakip olarak görmezler. Aksine, turizme, ekonomiye ve milli gelire katkıda bulunmak için birlikte üretmeye çalışırlar. Bunun İstanbul’da da görebiliyorum; genç sanatçılarda bu yönde bir enerji var. Gelecek hakkında çok olumlu düşünüyorum. Dipten gelen bir dalga kendini yavaş yavaş hissettiriyor, o yüzden burada olmaktan mutluluk duyuyorum.

  • İkinci Dünya Savaşı döneminde Türkiye savaşa katılmadığı için Avrupa’dan birçok sanatçı Türkiye’ye göç etti ve bunun sanat yaşamına büyük katkıları oldu. Sizin sahneniz de, bu alanda yeni bir atılıma neden olur mu?

Planlarımız arasında ciddi bir mesleki gelişim programı da var. Aktörler ve müzisyenler lisans programlarını bitirdikten sonra profesyonel yaşama geçmek için ne yapacaklarını bilmiyorlar. Birçok yetenek bu noktada kayboluyor. Biz bilgi birikimimizle, iş imkânı ve kaynak sağlayabilir, bu gençlerin önünü açabiliriz. ‘Şehir’ sahnemizde yerel gruplar performanslarını sergileyebiliyor. Yetenekli insanları desteklemekten büyük mutluluk duyuyoruz. Kendilerini burada evlerinde hissetmelerini istiyoruz. Çok talep var; bu şevki görmek çok güzel.

“Devlet desteği sanatı aşağı çeker”

  • Türkiye’de son yıllarda devlet sanata verdiği desteği azaltmaya başladı. Sanatın yönetimi üzerinde de ciddi tartışmalar var. Bu ortamda kendiniz için bir fırsat görüyor musunuz?

Kesinlikle görüyorum. Aslına bakarsanız, başlangıç seviyesinden itibaren devlet desteğinin olması sanat için kötü bir şeydir. Çünkü bu, seyircinin ilgisini cezbetme gerekliliğini ve eserlerin kendi masrafını çıkarması zorunluluğunu ortadan kaldırır. Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş söz konusu olduğunda bile, sanat kendi kendine yetebilmeyi öğrenmelidir. Eğer büyük kuruluşlar veya devlet, sürece bir noktada katılıp, işleri daha görkemli ve daha güzel hale getirmek için destekleyecekse, bu muhteşem olur. Fakat kendimizi devlet desteğine ya da şirketlerin sponsorluğuna teslim edecek olursak, bu, sanattaki üretimi köreltecektir. Sanat tarihindeki büyük eserlerin hiçbiri devlet desteğinde üretilmemiştir; aksine, kâr amaçları vardır. Shakespeare oyunlarını yazarken salonundaki her bir bileti satmakla yükümlüydü, yoksa tiyatronun kapısına kilit vurulurdu. Mozart ‘Sihirli Flüt’ü yazdığında, eseri, döneminin en popüler eğlence olayıydı. Evet, belki dük ona bir miktar ödeme yapıyordu ama yine de tüm biletleri satmak zorundaydı. Türkiye’deki son tartışmalara gelirsek; belki kısa vadede şok yaşanacaktır ama uzun vadede eninde sonunda insanlar daha zekice hareket edip, seyircinin ilgisini çekmek için çok daha fazla çalışacaklardır. Burada mücadele edilmesi gereken nokta, insanların izlemek için bilet satın alacakları bir eser ortaya koyabilmektir.

Kategoriler

Güncel Yaşam

Etiketler

Zorlu PSM Ray Cullom