BERİL DEDEOĞLU

Beril Dedeoğlu

Dış Köşe

‘Devlet’ kavramı değişirken

 

Güncel gelişmeler içinde öne çıkan konuların başında, AB’nin krizi bertaraf etme yöntemleri ve bu çerçevede ortaya çıkan siyasal anlaşmazlıklar ile Ortadoğu’daki halk hareketleri var. Her iki konunun da bir gelecek tartışması anlamına geldiğine ve küresel gelişmeleri derinden etkileyecek sonuçlara gebe olduğuna şüphe yok. Hem AB’nin hem de Ortadoğu’nun geleceği sorunsalı ise, esasen birey-devlet ilişkilerinin ve devlet rejimlerinin yeniden inşasını ifade ediyor. Diğer bir ifadeyle, süreç, bugüne kadar tanımlanan devlet kavramının bundan böyle aynı şekilde tanımlanamayacağını gösteriyor.

Ancak, küresel sistem bir yandan bilinen ve üzerine uluslararası hukuk inşa edilen devleti işlevsiz kılarken, öte yandan krizlere yönelik çözüm arayışlarında klasik devlet anlayışı yeniden ortaya çıkıyor. AB’de örneğin, bir yandan vergi politikalarında bile ülkeler devlet egemenliklerini merkeze devretmeye razı oluyor, ancak bu kararların devlet tarafından alınmasına, referandumlara gidilmemesine de özen gösteriyorlar. Benzer biçimde, Mısır, Tunus, Fas ya da Suriye’de liderlerin bertarafı ile devletin değişmesi eşzamanlı olarak düşünülüyor, ancak yeni kurulacak yapıların mekanizmaları yine klasik devlet anlayışına göre tasarlanıyor. Karmaşık seçim sistemleri uygulanıyor, kapalı kapılar arkasında uzlaşmalar yapılıyor ya da Rusya’da olduğu gibi seçim hileleri ayyuka çıkıyor.

Dolayısıyla, krizler, devrimler, çatışmalar söz konusu olduğunda halklardan, çözümler söz konusu olduğunda ise devletlerden söz ediliyor; ancak bu sözü geçen devlet hem toplumsal taleplerin yansımasına göre şekillenmiyor, hem de halkın iradesine göre şekillendiğini ileri sürüyor.

Kendi başına tartışmalı olan bu durum, bir başka soruna daha işaret ediyor. Toplumlardan söz ederken kendimizi devletleri tartışırken bulduğumuz her durumda, tartışılan devletlerin de aynıları olduğu görülüyor. Libya’dan söz ederken Birleşik Krallık ve Fransa’dan, Irak ve hatta Mısır söz konusu olduğunda ABD’den, Tunus ve Fas için Fransa ve İspanya’dan, Ortadoğu geneli ele alınıyorsa İran ve İsrail’den bahsetmeden olmuyor. AB ele alınırken de yine kahramanlar değişmiyor; Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık ve ABD başoyuncu oluyor.

Bu tür bir bakış açısı birçok açıdan yanıltıcı olduğu gibi, adı geçen devletlerin dışında başka etkili oyuncu olmadığı düşüncesini de getiriyor; dolayısıyla Çin ve Rusya gibi oyuncular yaşanan krizler açısından masum, çözümler konusunda da yetersiz addediliyor.

Oysa muhtemelen hem AB’nin hem de Ortadoğu’nun geleceğine devletler düzeyinden bakılacaksa, öncelikle bu iki ülkeye yoğunlaşmak gerek. Rusya’nın Ortadoğu’daki güç mücadelesinden çıkmadığını, Çin’in küresel ekonomik krizdeki payının büyüklüğünü, ayrıca gerek Ortadoğu, gerek AB ülkelerinin tek tek bu ülkelerle kurdukları ittifakların önemini görmek gerekiyor. Rusya’nın NATO’ya alternatif füze sistemi kuracağını açıklayarak ABD ile gerginlik siyasetine geri dönüş sinyali vermesi, İngiltere’nin de İran ile İsrail arasında savaş çıkacağına işaret edip durması, bazı çıkarımları olanaklı kılabilir.

Fransa ve Almanya, Rusya ile yakınlaşıp onun rızası oranında Ortadoğu’nun bazı bölgelerinde etkin olmayı seçebilirler, bu arada arkalarına AB gücünü de ekleyerek... Birleşik Krallık ise, ABD’nin gücüyle ve Rusya ile rekabet ederek aynı yöntemi seçebilir. Bu durumun Putin’i ve ABD’li Cumhuriyetçileri sevindireceği, ikili çekişme günlerine geri dönmenin kolaylığına hizmet edeceği düşünülebilir. Bu yolla, ‘öteki’ karşısında yeniden klasik devletin varlığı da savunulabilir, halk hareketlerine kulp da takılabilir, diğer devletler de tercihe zorlanabilir.