ORAL ÇALIŞLAR

Oral Çalışlar

Sıfır Noktası

Ahmet Şık ve Nedim Şener’in bırakılması

Ahmet Şık ve Nedim Şener’in bırakılması konusunda sanki bir milli mutabakat oluştu. İktidardan muhalefete, birbirine tamamen karşı olan kamplardaki insanlara kadar herkes böyle bir gelişmeden memnun olduğunu ifade etti.

Meclis’te, yeni Eğitim Kanunu nedeniyle muhalefet ve iktidar partilerinin milletvekillerinin birbirlerini boğazlayacak noktaya geldikleri bir günde, bu tahliyeler sanki yeni bir umut ışığı olarak kabul gördü.

Neydi bu umut ışığı? Geçen Haziran’da yapılan genel seçimlerden bu yana hükümetin izlediği siyasetler, Kürt sorununda ortaya çıkan umut kırıcı tablo, yaygın tutuklamalar, Türkiye’deki görüntüyü olumludan olumsuza çevirmişti. Türkiye, ekonomisi hâlâ iyiye giden işaretler veren bir ülke olmasına karşın siyasette yaşanan katı tablo bir paradoks olarak duruyordu. Dünyaya ekonomik olarak açılan bir ülke, giderek içe kapanmaya neden olacak bir yönde, otoriter bir görüntü veriyordu.

Tabii, bu tablonun devlet içi çatışmalara da neden olması mümkündü. Otoriterleşme kaçınılmaz olarak her türlü farklılığa karşı tahammülsüzlüğe de neden olabilir. Nitekim, polis ve savcılığın işbirliğiyle MİT yöneticilerine yönelik gözaltına alma girişimi bunun göstergesiydi. Devlet güçleri birbirinin peşine düşmüştü ve polis-yargı ortaklığıyla hükümeti hedef alan yeni bir operasyon söz konusuydu.

Bu, benim ‘operasyoncu rejim’ dediğim bir gelişmenin sonucuydu. Ergenekon’la mücadelede haklı bir zemin yakalayan polis-savcı-mahkeme üçgeni, Türkiye’nin kaderini değiştirecek önemli davalara öncülük etmişti. Hükümetin de desteğini arkasına alan bu ekip, durduğu yerde durmadı. Elde ettiği güçle ve prestijle ‘operasyon’ları yaygınlaştırdı. Şike soruşturmasından, üniversiteli gençlerin ‘terör örgütü üyeliği’nden tutuklanmasına, KCK tutuklamalarını olağanüstü boyutlarda yaygınlaştırarak aydınlar üzerinde bir korku havası oluşturmaya kadar uzanan, bir dizi baskıcı uygulamaya imza attı.

Türkiye sanki eski rejimden yeni rejime ‘operasyon’larla geçiyor gibiydi. Türkiye’nin ihtiyacı, askeri vesayetin sona erdirildiği, insan hak ve özgürlüklerinin evrensel boyutlara ulaştığı, demokratik bir rejimdi. Operasyonlarla böyle bir rejim yaratılamaz, yeni bir korku rejimi yaratılabilirdi.

İşte MİT yöneticilerine yönelik operasyon girişimi, bu ‘korku’ rejimine yönelik adımların zirvesiydi. Hükümet hedef alınmıştı. Başbakan gerekli kararlılığı göstermese, hükümet de yargı alanının hedefi haline gelecek, yargının siyasete el koymaya kalkıştığı yeni bir düzen kurulabilecekti.

Olmadı. MİT Kanunu değiştirildi. Operasyoncu polisler ve savcının görev yerleri değiştirildi. Seçilmişler, atanmışlar üzerindeki gücünü gösterdi.

Bu hamle, ‘operasyoncu uygulamalar’a karşı tayin edici bir adımdı. Anormalleşen durumun normalleşmesi yönünde bir gelişmeydi. Çünkü, bu anlayış aynen devam edecek olursa, her türlü farklılığı içeri atma potansiyeli olan yeni bir rejim herkesi tehdit edecek boyutlara ulaşmış olacaktı.

Nitekim, bu “dur” deme adımının ardından mahkemelerde bazı tahliyeler duyulmaya başladı. Tabii, en kritik olanlardan biri, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in durumuydu. Kamuoyu onların hukuki değil siyasi gerekçelerle tutuklandığına inanıyordu. Buna siyasetçiler de dahildi.

“Ahmet ve Nedim’in bırakılmasıyla birlikte acaba yeni bir duruma mı geçtik?” sorusunu soruyoruz. “Yaygın tutuklamalar yoluyla her meseleyi operasyonlarla çözeceğini düşünen bir uygulamanın sonuna mı geldik?” diye düşünmeden edemiyoruz.

Böyle bir dönüş olup olmadığına karar vermek için henüz erken olsa da, MİT’e yönelik operasyonun kırılmasının, bir kırılma ânı olduğunu kabul edebiliriz.

Ahmet ve Nedim’in bırakılması, aynı yönde gelişmenin bir devamı olarak görülebilir.

 

Umarız öyledir.