Haftasonu Mersin’deydim. Mersin ve Çukurova bölgesi illerinin ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalı. Son yıllarda ürün verimliliği arttı. Narenciye en önemli kalem olmakla birlikte nar, zeytin, şeftali, erik, kayısı, badem de ihraç ürünleri arasında. Başta Suriye olmak üzere komşu ülkeler bu tarım ürünlerinin en büyük alıcılarıydı. Lazkiye-Mersin deniz hattıyla, Antakya üzerinden Halep bağlantısıyla tarım ürünleri Suriye’ye ve Suriye üzerinden komşu ülkelere pazarlanıyordu. Hataylılar bu ulaşımın kilit noktası olarak son dönemdeki yatırımlarını TIR nakliyeciliğine yöneltmişti. Turizm de bölgede canlanıyordu.
Her şey yolunda giderken Suriye’de iç savaş patladı, Türkiye taraf oldu. Bu, ekonomiye ilk darbeydi. Bugünlerde ise Irak’ta Kürtlerle Maliki yönetimi arasındaki gerginlikten ve çatışma ihtimalinden söz ediliyor. Tabii, işin yeni boyutu bu. Aslında uzunca bir süredir, Ankara ile Bağdat yönetimi arasında sert rüzgârlar esiyor.
Sünni lider Haşimi’nin Türkiye’ye sığınması, bu konuda da Türkiye’yi taraf haline getirdi. Şii Maliki yönetimi İran-Suriye hattıyla uyum içine girince Türkiye-Irak ilişkileri daha da sertleşti.
Bu durum ne anlama geliyor? Mardin-Mersin hattından gönderilen tarım ürünlerinin ve gelişen turizmin tamamen önünün kesilmesi anlamına geliyor. Ulaşım ve bölge ülkelerle ticaret neredeyse tamamen durmuş bulunuyor.
Antakya’da konuşlanan TIR filoları hareketsiz halde. TIR sahipleri iflasa sürüklenirken, bölgede TIR mezarlıkları oluştu. Bu arada, Bağdat yönetimi Türkiye’den gelen iş insanlarına çeşitli ambargolar uyguluyor. Türkiye kökenli müteahhitler, tüccarlar, 15 milyon dolar ve üzeri yatırımlara katılamıyorlar. Alacakları ödenmiyor. Bu da, Türkiye açısından çok önemli bir ekonomik pazar olan Irak’ın devreden çıkması anlamına geliyor. Milyar dolarlık kayıplardan söz ediliyor.
Bu açılardan bakıldığı zaman, Rusya, İran, Irak ve Suriye ile olan ticaret hacmimiz, ihracatımız çok gerilemiş durumda. Bu, Türkiye çapında ekonomiyi olumsuz yönde etkilemesinin de ötesinde, Mardin-Mersin hattında ekonomik yıkımlara yol açıyor.
Bu tabloya bakıldığı zaman siyaset ile ekonomi arasındaki ilişkinin ne kadar hayati önemde olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Türkiye, Suriye krizinde çok sert bir şekilde taraf oldu, militan bir tutum içine girdi. Daha da ötesi, burada oluşan muhalefeti yönlendirmeye kalkacak kadar angaje oldu. İşi, Suriye’nin Kürdistan bölgesindeki değişime ve gelişmeye müdahale etme tehdidine kadar götürdü. Irak’ta da Şii-Sünni gerginliğinde taraf oldu. Sünni muhalefetiyle kader birliği içine girdi.
Gerginlik üzerinden dış politika
Türkiye’nin Ortadoğu politikasında gerçekten de ciddi sorunlar bulunuyor. İsrail’le tam anlamıyla bir düşmanlaşma içine girildi. İsrail üzerinden Batı’yla ve ABD’yle de yeni gerginlikler yaratıldı.
Başbakan Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler’e yönelik “Çifte standart uygulanıyor” eleştirisi büyük ölçüde doğru; Güvenlik Konseyi’nde ‘daimi üyeler’ ve veto hakkına yönelttiği eleştiriler haklı. Ancak, her konuda militan bir taraf olarak ortaya çıkmak, dış siyasette esneklik imkânını ortadan kaldırıyor.
Örneğin İsrail’le gerilimi bu kadar sert şekilde tırmandırmak ne sonuç getirdi? Daha önce her kesimin, İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yapacak kadar güvenini kazanan dış politika, şimdi her iki ülkeyle de ilişkilerin koparılması noktasına geldi.
Bunun siyasi sonuçları olduğu gibi, ciddi ekonomik sonuçları da oluyor. Böyle giderse daha da olacağa benzer. Bunun ülke ekonomisine derin etkiler yapma ihtimali de giderek artıyor.
“Bir durup düşünelim” dediğinizde iş işten geçmiş olabilir.
Ekonomi, AK Parti’nin en başarılı olduğu alan. Bu başarı onun siyasetteki desteğini de hep canlı ve ayakta tuttu.
Ekonomi teklemeye başlarsa, siyasetteki başarının da teklemeye başlaması kaçınılmaz hale gelebilir.
Türkiye’nin güneyinden ciddi kriz sesleri geliyor. Ekonomi vizyonu yara alıyor.