ORAL ÇALIŞLAR

Oral Çalışlar

Sıfır Noktası

Durum umutsuz mu?

 

Pazar günü AK Parti’nin büyük kongresi toplanacak. Çok partili rejime geçtiğimizden bu yana aralıksız olarak 10 yıl tek başına iktidarda kalan ikinci parti, AK Parti. Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950’de kazandığı iktidarı 27 Mayıs 1960 yılında bir darbeyle kaybetmişti.

Görünen o ki, AK Parti 2015 yılında yapılacak genel seçimlere kadar olağanüstü bir gelişme olmazsa iktidarda kalacak. Bu da 13 yıllık iktidar demektir ki, süreklilik açısından Türkiye siyasetinde bir rekor olacaktır.

10 yıl iktidar demek, iktidar yorgunluğu demek. Bu yorgunluğu parti de, lideri Erdoğan da yaşıyor. İktidarlarının başlangıcındaki atılımcı, değiştirici, dönüştürücü niteliklerini büyük ölçüde kaybettiler. Statükocu denebilecek özellikler göstermeye başladılar.

Bu durumu bir ölçüde fark ettiği anlaşılan Tayyip Erdoğan, partiyi yeni isimlerle takviye etmeye çalışıyor. Onlarla yeni bir kan alacağı hesaplarını yapıyor.

Kürt sorunu

Tabii, asıl, temel sorunlar konusundaki yorgunluk önemli. AK Parti, Kürt sorununun çözümü konusunda başlangıçta çok gayretli ve risk alan bir çizgi izledi. Habur geçişinden Oslo görüşmelerine, Kürt açılımından Kürtçe TV’ye kadar, diğer iktidarların gösteremediği cesaretli adımlar atıldı.

Ancak anlaşıldığı kadarıyla, ‘Oslo süreci’ diye adlandırılan müzakerelerin bir yerinde teker patladı. Neden patladı, nasıl patladı, bunu detaylarıyla hâlâ bilmiyoruz. Hükümet PKK’nın süreci dinamitlediğini, PKK ise hükümetin üzerinde uzlaşılan mutabakatı yok saydığını söylüyor.

Sonuç olarak, müzakere kesildi, Türkiye son bir yıl içinde daha önceki yıllardan daha kanlı bir tabloyla karşı karşıya kaldı.

Türkiye, askerlerin siyasete müdahalesi gibi çok önemli bir tehlikeyi bertaraf ederken, elinin nispeten serbest olduğu bir dönemde Kürt sorununda hareket edemez hale geldi.

İdris Naim Şahin’de ifadesini bulan yeni dönemin güvenlik anlayışı güven vermiyor, çözüm üretemiyor.

Türkiye’nin bölünmüş tablosu içinde, hükümetle BDP arasındaki gerginlik yüksek düzeyde. Hükümet ve ‘ulusalcı’ diye adlandırabileceğimiz kesim, son Balyoz kararı nedeniyle iyice cepheleşmiş durumda. MHP de, hükümeti Kürt sorununda daha sert önlemler alması için sıkıştırıyor.

Dış tablo da bozuldu

Bunlar içerideki tablo. Dışarıda ise İran ve Suriye ile olan gerginlik had safhada. Buna Irak Kürtleriyle birebir temas kurduğu için kızan Bağdat yönetimi de eklendi. İsrail’le ilişkiler zaten birkaç yıldır kesilecek kadar sert.

Bu tabloya baktığımız zaman Türkiye’nin gerçekten de iyi bir noktada olmadığı, işlerin giderek zorlaştığı söylenebilir. Soruna olumsuz bakanlar “Türkiye elden gitti” psikolojisi içindeler. Onların ruh haline uygun yeterince malzeme bulunuyor.

Peki, durum umutsuz mu? İşte ben burada iyimserlerin safındayım. Ülke ekonomisi, bunca derde, içinden çıkılmaz sorunlara rağmen iyi sayılabilecek düzeyde. Türkiye bu açıdan diğer ülkelerle kıyaslandığında hâlâ olumlu bir noktada.

İkinci olarak, Kürt sorunu bunca kanlı tabloya rağmen, giderek ‘çözülmesi elzem’ bir yara olarak kendini hissettiriyor. Toplumun çözüm ihtiyacı, öfkesinin önüne geçebiliyor.

Siyasi davalar, özel yetkili mahkemelerin yapısı, Terörle Mücadele Kanunu gibi tatsız bir hukuki yapı, olumsuzluklar olarak dikkat çekse bile, “Artık bu ülkede kolay askeri darbe olamaz” diyebileceğimiz bir yere gelmemiz küçümsenmemeli.

AK Parti içinde, İslami camia içinde demokrasi, insan hakları, Kürt sorunu konusunda AK Parti’nin son dönemde uyguladığı siyasetlere açıktan karşı çıkan, eleştiren bir tutumun gelişmesi de umut verici.

CHP’nin bütün tutarsızlığına karşın, Kürt sorununa yaklaşımında değişim gözleyebiliyoruz.

Bütün acı tablolara rağmen, Türklerin ve Kürtlerin bir arada yaşama iradesinin sürmesi, çözüm için önemli bir imkân olarak görülebilir.

Sonuç olarak; çok karamsar bir tablo çizmek yerine, “Bu dar boğazdan nasıl çıkılabilir?” diye düşünmek ve bunun olanaklarını araştırmak, onlara dikkat çekmek mümkündür. Yararlıdır...