Demokratik muhalefeti, sol muhalefeti en çok ayrıştıran konu, şüphesiz, AK Parti iktidarına karşı tutumları. Bu ayrışmanın çok çeşitli nedenleri var. Öncelikle Türkiye’deki modernist eğitim, temel tehlikeyi ‘şeriat’ olarak görür. Osmanlı İmparatorluğunu da “İslamcılığın batırdığı” tezine dayalı bu eğitim, Türkiye’nin ilerlemesinin önündeki temel engelin dincilik olduğuna inanır.
“Memleket elden gidiyor” korkusu, asıl olarak ülkenin dindarlaşması korkusudur. İşte böyle bir eğitimden geçmiş olan ülkemizin modern insanlarının çoğunluğu da ya solcudur, ya da liberal. AK Parti iktidarı bu açıdan solun, liberallerin kafasını karıştıran bir parti oldu.
AK Parti, ortaya çıkarken küresel değişimden ve Türkiye’deki değişimden etkilendi. Propaganda temaları, siyaset yapma biçimleri çağdaş dünyaya uyabilecek özellikler taşıyordu. Avrupa Birliği, Kürt meselesi, milliyetçilik ve militarizm konusunda evrensel demokratik değerlere yatkın bir dil kullanıyordu.
Sol ve aydınlar işte bu noktada ayrışmaya başladılar. AK Parti iktidarı modern Türkiye için bir tehlike miydi, değil miydi? Onu düşman cephesinde mi görmek gerekiyordu, yoksa dost cephesinde mi? Bu konuda tam anlamıyla bir parçalanma yaşandı. Bu kesimde AK Parti’ye kredi açanlar, sayıca çok olmasalar da, etkili oldular. Solcular tarafından “liberaller” diye küçümsenen bir grup, bir topluluk, bir eğilim, bir kesim AK Partinin yaptıklarını ve yapmak istediklerini Türkiye’nin demokratikleşmesi bakımından olumlu görüyordu.
Tam bu dönemde darbe girişimlerine ilişkin gelişmeler yaşandı. Ergenekon davaları diye anılacak bir süreç başladı. Bu kesimdeki parçalanma daha da keskinleşti. Solun ve modernistlerin bir kesimi Ergenekon davalarına açıktan karşı çıkıp, kendisini Ergenekon sanıklarıyla özdeşleştirirken, bir kesim ise AK Partiyle aynı frekansta bu davaların hayati önemde olduğunu savundu.
10 yılını doldurmuş bir iktidar söz konusu. Üstelik tek parti iktidarı. Askeri müdahale, kapatılma engellerini aşmış bir iktidar. Bu iktidar, yerleşik bir güce dönüştükçe, devraldığı otoriter rejimle yer yer bütünleşen bir siyasetin parçası sayılacak hale geldi.
Son bir yıldır Kürt sorununda şiddet ve operasyon, çözümün önüne geçti. Tabii bunda PKK’nın yaygınlaştırdığı eylemlerin, uzlaşmaz siyasi ortamın da payı olduğunu unutmamak gerekiyor. Önce Kürt meselesiyle başlayan yeni bir tartışma daha boy gösterdi. AK Parti’ye olumlu bir değişim seçeneği olarak bakan kesimler arasında yaygınlaşan bu tartışma acaba yeni bir ayrışmayı da beraberinde mi getirecek sorularına yol açtı.
Tabii yalnız Kürt sorununda değil, Kıbrıs, AB, Ermeni sınırı, Anayasa gibi bazı temel konularda da bir duraklamadan söz edilebilir. AK Parti ve lideri Erdoğan’a karşı geçmişten farklı olarak söz konusu kesimlerde sert ve eleştirel bir dil öne çıktı.
Bu dilin öne çıkmasının bir nedeni de Erdoğan’ın otoriter dili ve basına yönelik tahammülsüz tutumu.
“Şimdi ne olacak?” sorusuna, bugüne kadar “Yetmez ama evet” diye tanımlanan kesimde farklı cevapların ortaya çıkıyor.
Bu tartışma en yoğun olarak ise Taraf gazetesinde yaşanıyor. Önce 1 Mayıs 1977 yılındaki olayların değerlendirmesiyle başlayan ayrılık, daha sonra AK Parti’nin ‘otoriterleşmesi’ üzerinden devam etti.
Bazı yazarlar Halil Berktay’ın yazısına tepki olarak gazeteden ayrıldılar.
Orhan Miroğlu tartışması ise daha sert bir zeminde cereyan etti. Miroğlu AK Parti’ye iyice yaklaşırken, tartışmayı, Ahmet Altan’ı “liberal Ergenekonculuk”la suçlayacak kadar ileri götürdü.
Tabii ki bu tesadüfi bir ayrışma değil. Ancak her ayrılıkta olduğu gibi abartılı değerlendirmeler, suçlayıcı bir dil öne çıkıyor. (Orhan Miroğlu’nun, tartışmayı Ahmet Altan’ı Ergenekonculukla suçlayacak kadar abes bir noktaya götürmesi ise dikkat çekici ve tabii ki haksız.)
Sonuç olarak, ülkemizin solcuları, demokratları, yeni bir yol ayrımından daha geçiyorlar, denebilir.