ORAL ÇALIŞLAR

Oral Çalışlar

Sıfır Noktası

Ölüm orucunda çözüm nasıl olacak?

1996 ve 2000 yılındaki ölüm oruçlarını yakından yaşayan, sorunun çözümü için uğraşanlardan biriydim. 1996 ölüm orucunda 60. günden sonra 12 gencin ölümünün ardından çözüme ulaşılmıştı. O çözüm geçici bir çözümdü. Çok sayıda genç, Wernicke Korsakoff hastalığından sakat kaldı.

O uzlaşma sağlanırken, çözüm için çabalayan insanlar olarak, tutuklulara ve mahkûmlara çözüm protokolünün takipçisi olacağımızı söylemiştik.

2000 yılının sonlarına doğru, Bayrampaşa Cezaevi’ndeki tutuklular ve mahkûmlar benimle görüşmek istediklerini söylediler. Yeniden ölüm oruçlarına başlamak niyetindeydiler. Gerekçeleri de, yeni inşa edilen F Tipi cezaevlerindeki hücre sistemiydi. Hücre sistemi olan cezaevine gitmek istemiyorlardı.

 

Ölüm orucuna başlamalarına karşı çıktım. Siyasi koşulların uygun olmadığını, sonucun vahim olabileceğini söyledim. Kararlıydılar. Başladılar. Bir grup insan, ölüm oruçlarını sonlandırmak, tutuklu ve mahkûmların taleplerinin makul sınırlarda kabulünü sağlamak amacıyla yeniden sorumluluk üstlendik.

 

Çabalarımıza rağmen, maalesef, 2000 yılındaki ölüm oruçları bir felaketle sonuçlandı. 19 Aralık’ta 20 cezaevinde birden aynı anda vahşi bir operasyon yapıldı. 30 mahkûm ve iki asker yaşamını yitirdi. Medya, tam anlamıyla vahşi saldırıları kışkırtan ve savunan yayınlar yaptı.

Bu operasyonun asıl yürütücülerinin şimdi Ergenekon davasından yargılanan bazı generaller olduğunu biliyoruz. Dönemin koalisyon hükümetinin bazı bakanları da bu vahşi operasyonun tarafı olarak hareket etti.

Bütün bunların bugün ne anlamı var? Yine bir açlık grevi söz konusu, yine insanlar bazı talepleri nedeniyle ölüme yatmış durumda.

Daha önceki açlık grevlerine Kürt tutuklu ve mahkûmlar, katılmamıştı. Bu kez de, asıl olarak Kürt tutuklu ve mahkûmlar açlık grevi yapıyor.

 

O zamanki talepler cezaevlerindeki haklarla ilgiliydi. Bugünkü talepler siyasi talepler. Zaten direniş iki talep etrafında şekilleniyor: Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması ve anadilinde savunma hakkının mahkemelerde kabul edilmesi.

Adalet Bakanı, anadilinde savunma hakkının yeni yargı paketinin içinde yer aldığını, bu konuyu halledebileceklerini açıkladı. Öcalan üzerindeki tecrit konusu ise hâlâ aydınlığa kavuşmuş değil.

 

Adalet Bakanı bu konuda kendini tam yetkili görmüyor. “Danışacağım” diyor. İlk itirazı Öcalan’ın avukatlarınaydı. O zaman başka çözümler gündeme geldi. Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar, “Biz Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulu olarak bu sorumluluğu üstlenebiliriz” dedi.

Şu ana kadar bu öneriye de net bir cevap verilmiş değil. Hükümet bunun yerine Öcalan’ın kardeşlerinin görüşebileceğini söylüyor. Anlaşıldığı kadarıyla, BDP, kardeş Öcalan’ın gitmesini, bu sorunun çözümüne katkı açısından yeterli görmüyor.

Benim görüştüğüm KCK Yürütme Kurulu Üyesi Zübeyir Aydar, “Mehmet Öcalan bu sorumluluğu üstlenemez” şeklinde bir değerlendirmede bulundu. Kardeş Öcalan da “Durumu değerlendireceğim” derken, bu çekincelere dikkat çekmiş oldu.

 

Anadilinde savunma hakkını Meclis’e getirmek bu kadar zor mu? Hükümet bunu rahatlıkla yapabilir. Tabii, CHP ve MHP’nin engeller çıkarması işi zorlaştırabilir. Yine de, hükümet isterse bu adım atılabilir.

Görülebildiği kadarıyla, Öcalan’la avukatların görüşmesi konusunda Adalet Bakanı kendi başına hareket edemiyor.

O zaman, top Başbakan’da.

Sorunun çözümü için Başbakan’ın harekete geçmesi gerekiyor.

Geç olmadan, ölümler başlamadan.