OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

İşçi ‘sınıfı’

Soma’daki maden faciasıyla sarsıldık. Ya da, gerçekten sarsıldık mı? Daha evvelki facialarda da sarsıldığımızı düşündük ama gerçekten sarsılsaydık bu son facia yaşanır mıydı? Biz galiba yeterince sarsılmıyoruz ve sorun da bu. Bu yazıyı da, doğrusu, biraz tedirgin yazıyorum. ‘Böyle bir anda’ kendimi doğru ifade edemezsem ölenlere saygısızlıkla suçlanmak da var. Bazıları kimi sözlerimi zamansız da bulabilir, belki haklıdırlar da, ama her şeye rağmen deneyeceğim.

Bir kere şunu söyleyelim: Bu işin en büyük sorumlusu tabii ki idarecilerdir, çalışma yaşamını belli bir ideoloji yani kârdan ve büyümeden başka amaç tanımayan piyasa mantığı çerçevesinde düzenleyenlerdir ama etkimiz ölçüsünde hepimiz sorumluyuz. Demek ki buna yeterince güçlü itiraz etmedik, mücadele kaynaklarımız ve potansiyelimizi yeterince o tarafa kanalize etmedik. İşçi ölümlerini, taşeron ‘illeti’ni, sosyal adaletsizlikleri yeterince gündeme taşımadık. Bu köşenin cirmi kadar, kendimi de sorumlu ve kabahatli görüyorum.

Bir de madalyonun öbür yüzü var ama: İşçi ‘sınıfı’. Burada da bazı yapısal problemler var gibi duruyor. Çalışma Bakanlığı’nın Ocak 2014 verilerine göre, Türkiye’deki işçi sayısı 11.600.554, sendikalı işçi sayısı ise sadece 1.096.540; yani sendikalı işçi oranı %9,45! Sendikalaşmanın önündeki yasal, ideolojik, duygusal, bütün baskı ve engeller malum; malum da, burada işçilerin hiç mi kusuru yok? Yoksa acaba birtakım ‘işçi değerleri’, daha doğrusu işçi kesimindeki hâkim kültürel değerler hak mücadelesine engel mi? Daha açık söyleyeyim: İşçiler ‘milli ve manevi değerler’ oltasına geldiği sürece, emek mücadelesinin belli bir çizginin ötesine taşınması pek mümkün görünmüyor. Üstat, zamanında söylemiş; ‘şehitlik’, ‘hutbe’, ‘mukadderat’, ‘takdir-i ilahi’ lafları size yetiyorsa, alabilecekleriniz de ondan fazlası olmayacak muhtemelen.

Hadi, işçi sınıfının büyük ve örgütsüz kısmını bırakalım bir kenara, örgütlü kısmının verdiği tepkiye bakalım. Tünel’den Taksim’e yürüyeceklermiş, bir de üç dakika(!) iş bırakacaklarmış. Gerçekten korkutucu, ‘müthiş’ bir tepki! İşçi ‘sınıfı’ böyle bir olaydan sonra yeri göğü birbirine katmıyor, sel olup önüne duranları yıkmıyorsa, ‘dışarıdan’ yapılabilecekler de sınırlı kalmaya mahkûm. Mesela şu genel grev denen şey ne zaman, ne olursa yapılır acaba, çok merak ediyorum. Bu tabii ki, “Bizim yapabileceğimiz bir şey yok” veya “Bizi ilgilendirmez, ne yaparlarsa yapsınlar” demek değil; zinhar. Biz herkesin insanca yaşamasını ve en az onun kadar önemli olan, insanca ölme hakkını savunuyoruz. Onun için de, işçi ölümlerine, sosyal adaletsizliğe, yoksulluğa ve bunlara yol açan değerlere ve politikalara karşı, dilimizin döndüğü, elimizin erdiği kadar mücadele etmek, ahlaki, vicdani ve siyasi sorumluluğumuz.

Dikkat ederseniz, işçi sınıfı derken, ‘sınıf’ sözünü tırnak içine aldım. Bunun sebebi zaten bilinen konular; yani bugün işçi sınıfı acaba ne kadar sınıf? O on bir milyon küsur insan acaba kendini ne kadar aynı bütüne ait hissediyor? Yoksa, bunların başka parametreler bazında bölünmeleri o kadar derin ki, ortada söz konusu edecek bir sınıf yok mu? Siyasi kifayetsizliğin de sebebi bu mu? Dediğim gibi, bilinmeyen bir şeyden bahsetmiyorum; şu meşhur sınıf bilinci meselesi... Bu noktada, işçi sınıfına sınıf bilinci aşılamanın ‘aydın’ kesime düştüğü gibi, bilinen bir iddia vardır. İyi güzel de, nesillerdir aynı tersanede, madende, tezgâhta ölen insanlarda bu bile bir bilinç oluşturmuyorsa, bence işin içine kültür ve değerler giriyor.

İşçi sınıfının ‘ilerici bir güç olarak toplumsal öncü rolü’ lafına zaten hiçbir zaman aklım yatmadı; hele Türkiye’deki işçi sınıfına baktığım zaman – son derece milliyetçi ve muhafazakâr. Ama benim kastım ve beklentim de işçi sınıfının toplum düzenini değiştirmesi değil, sadece kendi yaşam koşullarının iyileştirilmesi için mücadele etmesi. O noktada da şunu söylüyorum: kimse işçi sınıfını işçi sınıfına rağmen ‘kurtaramaz’. Tekrar ediyorum, bu “Her sınıf kendi bacağından asılır”demek değildir, ama sen sana işçi haklarından, sosyal adaletten, grevden bahsedenleri kovalarsan, devlet güzellemesine devam edersen, bu iş nasıl olacak canım kardeşim?

Bütün bunlar bir yana, bugünkü en büyük sorumluluğumuz, bu facianın hesabını sormak; bir kerecik olsun, bu gibi durumlarda Türkiye’de olandan, yani ‘hiç’ten başka bir şey olması için elimizden geleni yapmaktır.