OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

HDP’yi alkışlarla gömmeyin

Demirtaş’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yemin töreni sırasında alkışlaması bayağı bir fırtına kopardı. Gerçi bu bir bardak suda kopartılan bir fırtınaydı ama artçıları devam ediyor. O gün özellikle sosyal medyada Demirtaş’a karşı tam bir linç havası estirildi. Demirtaş’ı tutarsızlıkla, hatta ihanetle suçlamalar aldı yürüdü.

Alkış diye üzerine gidilen enstantaneye ve bu söylenenlere beraber bakacak olursanız aslında durum oldukça absürd. Bütün HDP grubu ayakta ama alkışlamazken Demirtaş alkışlıyor (alkıştaki ‘zoraki’ havaya hiç girmiyorum, merak edenler internetten videosuna bakabilirler). Peki, acaba neden bütün grup duruyor da Demirtaş alkışlıyor? Yoksa grup alkışlamama kararı almış da Demirtaş’a mı söylememişler? Böyle sürreel ihtimaller bir yana, pek muhtemeldir ki, grup adına Demirtaş’ın usulen alkışlamasına karar verilmiş. Ha, alkışlamasa ne olurdu? Hiç. Yetvart Danzikyan’ın geçen hafta dediği gibi, bu alkıştan büyük büyük sonuçlar çıkarmanın ne anlamı var, ne de zemini.

HDP insanlardan oy isteyen ve isteyecek olan bir parti olduğu için, gerçek ve potansiyel seçmenlerinin her türlü eleştirisini ciddiyetle ele alıp cevaplamak zorunda olabilir ama ben partili olmadığım için, elim de dilim de daha rahat; onun için sadece bir alkıştan yola çıkarak HDP projesinin sonlandığını ilan etmenin (bunu yapanlar oldu ve var) acelecilikten öte, artniyetli olduğunu düşünüyorum. Bir izlenim olarak şunu söyleyebilirim ki, burada, HDP’nin CHP’den aldığı ve alacağı oyların ve Demirtaş’ın ortaya koyduğu siyasi performansın yarattığı bir panik söz konusu. Onun için de, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP’ye oy vermiş seçmenlere yönelik olarak “HDP/Demirtaş sizi sattı, iktidarla işbirliğine girdi” propagandasına girişildi.

Asıl önemli olan, şu sorudur: Bu alkış bize HDP’nin siyasi geleceği veya alacağı siyasi pozisyon hakkında ne söylüyor? Veya bir şey söylüyor mu? Gerek cumhurbaşkanlığı kampanyası sırasında, gerek öncesinde ve sonrasında söylenen, yapılan onca şeyi bir kenara koymak, bir alkışla bütün bunları bir kalemde silmek adil mi? Binbir emekle kurulmaya çalışılan bir birlikte yaşam projesini bir tekmeyle (yoksa alkışla mı?) yıkalım mı yani? Peki, HDP’yi de gömelim, ölü projeler cenneti Türkiye’ye bir mezar taşı daha ekleyelim, ya sonra?

Aslında burada her şeyi Erdoğan’a göre değerlendirmenin, ona göre konumlandırmanın başka bir çarpık sonucunu yaşıyoruz. Her şeyin ve herkesin kendi içinde, kendi esasına göre değil de Erdoğan’a karşı yaptıklarıyla veya yapmadıklarıyla değerlendirilmesi, bir sığlığı da beraberinde getiriyor. Hadi diyelim ki, bu da kriterlerden biri olabilir ama tek kriter haline geldiği zaman fikri tartışmayı öldürüyor.

Yanlış anlaşılmasın, HDP/Demirtaş eleştirilmez demiyorum, eleştirilir. HDP nihayetinde başarısız da olabilir, dağılabilir de, ama bütün bunlar için alkıştan daha fazlasına ihtiyacımız var. HDP’nin daha somut yanlışları/eksiklikleri üzerinde durulabilir. Örneğin, Cemil Bayık’ın ‘marjinaller’ açıklamasına Sırrı Süreyya dışında net bir yanıt gelmemesi veya Erdoğan’ın başbakanlıktan cumhurbaşkanlığa geçiş sürecinde yaşanan keyfilik karşısında yeterince güçlü tavır almaması gibi... Efendim, denebilir ki “Alkış zaten bunların bir göstergesi.” E, o zaman bir göstergeyi/sembolizmi, asıl eleştirilmesi gerekenleri eleştir. Nitekim, bütün bu saydıklarım, alkışın kopardığı gürültünün onda birini koparmadı, çünkü orada yapılmak istenen sembolik anlamı (takdir, biat, saygı vs.) ve gücü üzerinden HDP’yi/Demirtaş’ı yıpratmak.

Buraya kadar söylediklerim alkış eylemi içindi. Bir de, Demirtaş’ın alkış eleştirileri karşısında kendini savunmak için öne sürdüğü gerekçe var ki, bence alkışın kendisinden daha sorunlu. Kısaca söylemek gerekirse, Erdoğan’ı halkın iradesine saygısının bir göstergesi olarak alkışladığını söyledi. Herhangi bir şey, halk istedi veya yaptı diye doğru olmaz. Yani halkın, ki aslında bir kitleden bahsediyoruz, yaptığı her şey saygıyı otomatikman hak etmez. Öte yandan, halkın isteği hilafına veya rızası olmadan yapılan işler de demokrasilerde gayrimeşrudur. Ama meşruiyetle doğruluk her zaman örtüşmez, birincisi daha ziyade usule dairdir, ikincisi ise esasa.