Bu toprakların ezelden ebede sorusu, bugün de güncel: Ne olacak bu memleketin hali?
Değişim mi, statüko mu? Güvenlik mi, haklar mı? Birbirine saygı mı, güvensizlik mi? Bir arada yaşam mı, ayrışma mı?
Toplumsal güç ilişkilerinin dönüşümünü başarmaya talip ve önemli bir halk desteğinin taşıyıcısı olarak 10 yıl önce iktidara gelen AK Parti, geleneksel statükoyu kırmak anlamında önemli mesafe kat etti. Cumhuriyet seçkinlerinin karşısına halkın, kalabalıkların gücünü çıkardı. Özellikle ilk yıllarda, AB reform sürecinin çekiciliğinin de verdiği enerjiyle önemli adımlar attı. Bunları yaparken, halk desteğini de, belki hayal bile edemeyeceği kadar artırdı.
Ancak görünen o ki, hem zihinlerdeki otoriter maya, hem oy kaybetmeme, aksine, tüm muhafazakâr ve milliyetçi oyları toplama kaygısı, reform sürecinin durmasına yol açtı. Uzlaşmacı değil çatışmacı, barıştan değil savaştan yana bir siyasi yönelim ağır basmaya başladı. Adeta, eski statükonun yerini bir yenisi aldı.
Bugün AK Parti’nin ve Türkiye’nin önündeki soru aynı görünüyor: Değişim mi, statüko mu?
Değişim, çoğulculuk ilkesinin kabulü ve bir arada yaşam arayışı anlamına gelecek; statüko ise, belli bir kılıfın topluma dayatılması ve de kavganın devamı... Özellikle Kürt sorununda şiddet yönteminde ısrar, hızla ayrışmaya, parçalanmaya doğru götürecek bizi.
Eşitlik ve adalet herkesin yana ‘göründüğü’ ilkelerdir. Oysa onlardan yana ‘olmanın’ siyasi maliyeti bazen ağır olabilir. Ama ancak bu riski yüklenenler geleceğe damga vurabilir.
AK Parti bir karar vermeli; çözüm ve diyalog mu istiyor, yoksa çözümsüzlük ve kavga mı? Aynı zamanda, Türk’ü ve Kürt’üyle tüm Türkiye bir karar vermeli; bir arada yaşamak mı istiyoruz, yoksa kanın akmaya devam etmesini mi? Aslında soru hep aynı: Kanı mı savunacağız, yoksa canı mı?