BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

‘Öteki’likte kara mizah

On beş - yirmi gün önce, bir gece geç bir saatte, bir arkadaşım telefon etti. Sesi oldukça telaşlıydı; “Aman! Yine bazı Alevi arkadaşlarımın evlerinin kapılarını işaretlemişler, biliyor musun?” diyordu. Arkadaşım Kürt’tür ama Alevi değildir. “Yahu, birkaç yıl önce, Adıyaman’da falan değil miydi o olay?” diye sordum. “Onu biliyorum” dedi, “bu yeni, daha dün olmuş, az önce aradılar.” Ve de İstanbul’un, adlarını hâlâ tam olarak belleyemediğim birkaç sonradan olma ilçesini saydı. Oralarda Alevilerin evlerinin kapılarını işaretlemişler.

Doğrusu pek de aldırmadım, oluyor böyle nefret davranışları, önce ötekileştirip, sonra sindiremeyip, her türlü öfkeyi ondan çıkarmak memleketin genel illetidir, alıştık artık. Birkaç yıl önce Kurtuluş’ta da Rumların ve Ermenilerin evlerinin kapılarını işaretlemişlerdi. Gerçi o olay şiddetle yalanlanmıştı ama ben gerçek olduğunu biliyorum, kimilerini tanıyorum. Bizim Ermeniler biraz çekingendir, malumunuz, yoğurdu üfleyerek yerler, serde bolca sütten yanmışlık var... Büsbütün dikkat çekmemek için, öyle bir şey olsa da “Olmadı” diyebilirler. Mesela bir keresinde, Adalı Dergisi’ne adalardaki haftasonu işgalcileriyle ilgili bir yazı yazmıştım. Aynı tarzda bir yazıyı, dostum Ahmet Tanrıverdi (Fıstık Ahmet) de yazınca, ikimizi de önce, ismi lazım değil, bir gazeteden aramışlardı, “Bu yazdıklarınızın arkasında mısınız?” diye. Sonra, yine ismi lazım değil bir kanal, kameralarla Kınalı’ya, yerinde tespit yapmaya gitmişti. Ne oldu dersiniz? Bizim Ermeni teyzeler, bahçelerinde piknik tüpleriyle ve bilumum çöplerle yayılmış olan insanlardan hiç rahatsız olmadıklarını söylemiş, hatta zorbalıkla kilisenin bahçesine girenleri bile inkâr etmişlerdi. Yani böyle işte.

Her neyse, bu yine giriverdi araya, işaret olayına dönüyorum. Önce “Vah vah” dedim, sonra birden irkildim ve “Peki, bunu neden böyle telaşla arayıp, özellikle bana söylüyorsun?” dedim. Karşılığı, önce biraz ‘kem küm’lü, bir türlü dili varamazmış gibi bir tavır oldu. “Seni merak ettim, oralarda bir şey var mı?” diye geveledi nice sonra. “Yok bir şey, merak etme, zaten buralarda pek öyle şeyler olmaz” der demez, Kurtuluş’taki olayları hatırladım ama ona söylemedim, “Cadde ya burası...” diye geçiştirdim. Sonra “İyi de, niye ben?” der demez de uyandım, “Haa, anladııım, Ermeni’yim diye endişelendiiin.” Cevap: “E, evet ama haksız mıyım?” Haklıydı tabii. Ermeni’siz ‘öteki’lik olur mu hiç?

Benim için böylesine endişelenen arkadaşımı rahatlatarak, konuşmamızı bir fıkrayla sonlandırdım. Hafiften kara mizah tabii... Ötekilik söz konusuysa, her komiklik kara mizah olur. Bu yazıyı da o fıkrayla sonlandıracağım; hüzünlü de olsa, azıcık çarpık da olsa, bir gülümseme kalsın yüzünüzde. Ama önce benim hissettiklerimi söyleyeyim. O gece güldüm geçtim. Ertesi gün sokağa çıkarken gayri ihtiyari kapıya baktım. Sonra yolumu biraz uzatıp, kardeşimin ve kimi eşin dostun evinin bulunduğu sokaklardan geçtim, onların da kapısına baktım. Sinek işte, bir şey değil ama mide bulandırıyor.

Daha sonra birkaç gün haberleri takip ettim. Hiç konu edilmedi. Belki gözümden, kulağımdan kaçmıştır diye internete daldım. 2012 ve 2013’teki olaylar vardı yalnızca, ve de Kurtuluş’takilerin yalanlanması. Oysa ben hem nerelerde olduğunu, hem kaç tane olduğunu biliyorum. Bu tarz şeyler haberlerde artık pek yer almıyor zaten. Acaba insanları boşuna endişelendirmemek için mi, yoksa o öteki takıntılılarını büsbütün kışkırtmamak için mi? Bilemiyorum artık.

Gelelim fıkraya: Bir gün Yahudi’nin biri (siz bunu isterseniz Ermeni, Kürt, Rum olarak düşünebilirsiniz, bu fıkradaki Yahudi), doğup büyüdüğü, yaşadığı ülkede, şehirde, yıllarca alışveriş ettiği, komşusu ve yakın dostu olan bir esnafın dükkânına giriyor ve telâşlı telâşlı “Vaziyet çok kötü, ben artık bu memleketten temelli gidiyorum arkadaşım, seninle vedalaşmaya geldim” diyor. Arkadaşı, komşusu, adamın bu ani kararı karşısında şaşkın, üzgün, “Hayrola yahu? Böyle durup dururken, nedir seni böyle bir karara iten?” diye soruyor. “Durup dururken değil” diyor Yahudi, “Duydum ki bir karar çıkmış, Yahudileri ve kunduracıları (siz yine isterseniz başka herhangi bir meslek seçebilirsiniz) keseceklermiş.” Büsbütün şaşıran komşu, hayretle şöyle karşılık veriyor: “Allah Allah, çok tuhaf yahu, olmaz öyle şey, kunduracıları neden keseceklermiş ki? Cevap: “Yaaa, anladın mı şimdi? İşte ben de bunun için gitmeye karar verdim.” Nasıl? Kara mizah. İyi uydu ama, değil mi? Haydi biraz gülümseyin.