Suriye’de Beşar Esad liderliğindeki 50 yıllık BAAS diktatörlüğünün ayakta kalmak için başvurduğu gaddar yöntemler, Türkiye kamuoyunda büyük rahatsızlık yaratıyor. 'Tarih Defteri'nde Ayşe Hür Suriye, Kürtler ve milli endişeleri değerlendirdi.
Ayşe Hür
hurayse@hotmail.com
Ama bazı kesimler, insani kaygılardan çok siyasi kaygılarla Suriye’ye ilgi gösteriyor. Ortadoğu coğrafyasında yaşayan halkların müstebit yöneticilerini devirmeyi akıl edemeyeceğini düşünen bazı strateji uzmanlarına (ki ben onlara ‘yerli oryantalistler’ diyorum) göre ABD Ortadoğu’da yeni bir plan yürürlüğe koydu. Türkiye de bu planın en hevesli uygulayıcısı. Bu kesimlere göre “Irak zaten bölündü, İran topun ağzında, Suriye de bölündükten sonra sıra Türkiye’ye gelecek ve bu ülkelerden kopan Kürtler birleşip bağımsız bir Kürt devleti kuracaklar.”
Peki bu Türkiye’nin işine gelir mi? Niye gelsin? O zaman Türkiye’nin ABD’nin planlarını uyguluyor olması mantıklı mı? Hayır! Ama kolaysa bu çelişkiyi bu kişilere kabul ettirin.
Gelin bu hafta Suriyeli Kürtlerin tarihine bakalım ve bu kötücül senaryoların gerçekleşme ihtimaline kendimiz karar verelim.
Selahaddin Eyyübi’nin vatanı
Bugün 20 milyonluk Suriye nüfusunun yüzde 8 veya 10’nun yani 1,6-2 milyonunun Kürt olduğu sanılıyor. Sanılıyor diyorum, çünkü Suriye’de nüfus sayımları ya yapılmıyor, ya da sonuçları açıklanmıyor. Bir-iki Ezidi aşireti dışında, Suriye’deki Kürtlerin hepsi Sünni, dilleri ise Kürtçenin Kurmanci lehçesi.
Kürtler Suriye’de ağırlıklı olarak Şam ve Halep civarında; Hatay’ın güneyindeki kayalık Cebel-Ekrad (Kürt Dağı) bölgesinde ve Nusaybin’in güneyindeki Cezire bölgesinde yaşıyor. Şam, Selahaddin Eyyübi’nin ve Nakşibendi Tarikatı’nın kurucusu Kürt evliyası Mevlana Halit’in mezarlarının bulunması nedeniyle Sünni Kürtler için her zaman önemli bir merkezdi. Bu yüzden de Şam’da ortaçağdan beri büyükçe bir Kürt cemaati yaşıyordu. Bunlara 19. yüzyılda, Mekke’ye giden hac yolunun korunması için Osmanlı idaresi tarafından Anadolu’dan ve Irak’tan göçertilen Kürt aşiretleri de eklenmişti.
Fransızların Ceziresi
Cebel Ekrad bölgesinin ahalisi, yüzlerce yıldır bölgede yaşayan ve ağırlıklı olarak tarımla uğraşan yerleşik Kürt aşiretleri. Cezire’deki Kürtler ise, kökleri Türkiye Kürdistanı’nda olan Milli ve Miran aşiretleri ile 1925 Şeyh Said İsyanı sonrasında Türkiye’den göç etmek zorunda kalanlar. İsyanın Türk ordusu tarafından sert bir biçimde bastırılmasından sonra ilan edilen 1925 Şark Islahat Planı uyarınca isyana destek verdiğinden şüphelenilen Kürt aristokratları, dini liderleri ve siyasi eylemciler İran, Irak ve Suriye gibi ülkelere gönderilmişlerdi. 1927’de sürgünün çapı daha da genişletildi. Böylece, sayıları yaklaşık 20-25 bin civarında olduğu sanılan bu gruplar (aralarında Ermeniler, Keldaniler ve Süryaniler de vardı) ağırlıklı olarak Cezire bölgesine yerleştiler.
Kültürel uyanış hamlesi
Cezire’deki gruplarla, Şam ve Halep gibi merkezlerdeki milliyetçi çevreleri bir araya getiren, 1927 yılında Beyrut’ta kurulan Hoybun Cemiyeti oldu. Hoybun’un kurucuları arasında Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyeleri, Şeyh Said’in çocukları, 19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı yönetimine başkaldıran Botan Emiri Bedir Han Bey’in torunları (Celadet, Kamuran ve Süreyya Bedir Han), Cemilpaşazadeler gibi önemli Kürt ailelerinin çocukları ve Taşnak partisinin üyeleri vardı. Hoybun propagandasının ana teması, Kürtlerle Ermenilerin aynı kökten geldiği, sadece dinlerinin farklı olduğuydu.
Hoybun 1927-1930 arasında Ağrı Dağı’nda yaşanan olaylara damgasını vurdu ama Suriye’de pek etkili olamadı. Nitekim Şam’daki Arap milliyetçilerinin baskısı ile 1928’de oluşturulan Suriye Kurucu Meclisi’nde yer alan beş Kürt milletvekilinin 1929 yılında dile getirdiği idari özerklik talebi Fransızlar tarafından “Kürtler Aleviler ve Dürzîler gibi bir dinsel azınlık oluşturmadıkları ve belirli bir bölgede yoğunlaşmadıkları” gerekçesiyle reddedildiğinde, Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde Kürtçenin resmi dil olarak tanınması ve Kürtçenin eğitim dili olması talebiyle yetinilmişti. Fransızlar bu talebi desteklemişler, ancak bu sefer de Kürtçe eğitim için yeterli materyal ve kadro olmadığı için karar hayata geçirilememişti.
Bunun üzerine Suriye’deki Kürt liderler, siyasi hedefleri ikinci plana atarak ağırlığı kültürel uyanışa verdiler. Bu yumuşak tutum sonucu olsa gerek, 1933’te bazı Kürtler Hama’daki askeri okula kabul edildiler. Bu tarihten itibaren her yıl Cezire’den bir Kürt öğrenciye burs verildi. Daha sonra, Fransızlar, Şam’daki Arap Yüksek Öğretim Enstitüsü’nde Kürt dili kursu açılmasını desteklediler ve Fransız yetkililer için Kürtçe kursu açtılar.
Cezire’de gerginlik
Suriye’de Fransız Mandası’nı sonlandıran 1936 tarihli Fransa-Suriye Sözleşmesi’nden İkinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği 1939 arasındaki dönemde Suriye siyasetine radikal Arap milliyetçiliği damgasını vurdu. Bu yıllarda Arap-Kürt gerginliğinin kaderinin belirlendiği bölge Cezire oldu.
O yıllarda Cezire’nin Haseka kazasında yaklaşık 43.400, Kamışlı kazasında 51.200 ve Dicle kazasında 16.700 kişi yaşıyordu. Kürtler Kamışlı ve Dicle kazalarında çoğunluğu oluştururken (sırasıyla yüzde 73 ve yüzde 75), Haseka’da Araplar toplam nüfusun yüzde 63’ünü oluşturuyordu. Cezire’deki toplam nüfusunun yüzde 86’sı Sünni, yüzde 12’si Hıristiyan ve geri kalanı da Yahudi ve Ezidi idi. Ancak, Hıristiyanlar bölgedeki kent nüfusunun yüzde 71’ini oluşturuyordu.
Kürtlerin üçte biri, Heverkan’lı Haco Ağa, Milli Konfederasyonu’ndan Mahmud Bey ve Kamışlı’nın Hıristiyan kumandanı Michel Dome’un başını çektiği Kürt-Hıristiyan ittifakını destekliyordu. Bu ittifak, Kürtlerin Fransızların koruması altında ama özerk şekilde yönetilmesini talep ederken, Kürtlerin üç ikisi, Bedevi Şamar Aşireti’nin şefi Daham El-Hadi’nin başını çektiği ittifakı destekliyordu. Bu ittifak ise, Şam merkezli Arap milliyetçiliğinin sözcülüğünü yapıyordu.
1936-1937 katliamları
Etnik-dinsel gerilimlerin zirveye çıktığı Şubat 1936 - Eylül 1937 arasında Haseka, Amuda ve Kamışlı’da çok sayıda Hıristiyan’ın öldürülmesi ile sonuçlanan büyük karışıklıklar sırasında Kürtlerin büyük çoğunluğu Arapların yanında yer aldılar. Sonunda, Fransız Yüksek Komiseri Cezire için özel bir rejim vaat ederek karışıklıkları bastırdı ve 1939’da bölgeyi doğrudan Fransa’nın denetimine verdi. Bu tarihten itibaren Kürtler ağır vergilere tabi tutuldular, yerel yönetimlerden dışlandılar.
Kürtler Arapları destekliyor
Bu statü İkinci Dünya Savaşı yıllarında aynen devam etti. Savaştan sonra Fransa, İngilizlerin zorlamasıyla Suriye’den tamamen çekildi ve Suriye bağımsızlığına kavuştu. Kürtlerin büyük bir çoğunluğu yeni milliyetçi hükümeti şevkle destekledi. Kürt bağımsızlığını savunmak Şam’daki bir avuç kişiye (Bedir Han ailesinin fertlerine) kalmıştı.
Savaş sonrasında, Suriye’de birbiri ardına gelen askeri darbelerin bir kısmını, 1933’ten beri orduya alınan Kürt subaylar öncülük etti. Ancak bunların tümü (örneğin Edip Şişikli) Araplaşmış Kürtlerdi. Buna rağmen, Şişikli’nin 1954’te devrilmesinden sonra Araplarda Kürt antipatisi belirginleşmeye başladı. Ordudan Kürt kökenli subaylar tasfiye edildiler. 1958’de Suriye ile Mısır, Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) adı altında birleşirken, Arap milliyetçiliği zirveye çıktı ve Kürtçe yayınlar resmen yasaklandı. BAC’ın 1961’de yıkılmasından sonra kurulan Suriye Arap Cumhuriyeti (SAC) ise Kürtleri daha da dışladı.
Ajanip ve muktamin
Özellikle tarıma elverişli alanları yüzünden 1945’ten itibaren komşu ülkelerden gelen yoksul ve eğitimsiz Kürtlerin akınına uğrayan Cezire bölgesi, milliyetçi hükümetin gözünde çıbanbaşıydı. Gerçekten de 1954 ile 1961 arasında bölgenin Kürt nüfusu 240 binden 340 bine çıkmıştı. Bunun üzerine hükümet 1962’de sadece Cezire’yi kapsayan bir nüfus sayımı yaptı ve Suriye’ye 1954’ten önce geldiğini kanıtlayamayan 200 bin Kürt’ü ‘ajanib’ (yabancı) veya ‘maktumin’ (kaçak göçmen) diye niteleyerek vatandaşlıktan çıkardı. Vatandaşlığını kaybedenler arasında Suriye’de doğup büyük pek çok ünlü (şair, politikacı, asker) de vardı.
BAAS politikaları
1963’te iktidara el koyan BAAS partisi, Suriye’deki Kürtlerin özgürlük alanını iyice daralttı. Partinin sloganı “Cezire’yi ikinci bir İsrail olmaktan kurtarın” idi. BAAS’ın bölgeye atadığı Emniyet Müdürü Muhammed Hilal’in şu satırları, gayet tanıdık bir zihniyete işaret ediyor: “Kürt Meselesi, Kürtlerin artık örgütlenmeye başladıkları günümüzde, yalnız Arap ulusunun vücudunda gelişen habis bir urdur. Bunun tek ilacı onları kesip atmaktır.”
Hilal’in Kürt Meselesi’ni halletmek için önerdiği yollar ise Türkiye’deki ‘Baasçılar’ın Kürt Meselesi’ni halletmek için yıllardır başvurduğu yollarla aynıydı: Kürtlerin yerlerinden çıkarılması ve ülkenin değişik yerlerine dağıtılması, Kürtlerin eğitim ve iş olanaklarından mahrum edilmesi, Kürtlere vatandaşlık haklarının verilmemesi, ‘aranan’ kişilerin Türkiye’ye iadesi, Kürtlerin arasına Arap aşiretlerinin yerleştirilmesi, Türkiye sınırı boyunca Arap emniyet şeridi oluşturulması gibi bir dizi ‘tedbir’…
Neyse ki, hükümet bu önerileri ancak 1973’te uygulamaya başlayabildi. İlk başta hedef 140 bin Kürt’tün bölgeden çıkarılması yerlerine Esad Gölü’nün oluşturulması sırasında yerlerinden olan Fırat Bedevileri’nin yerleştirilmesiydi. Ancak Kürtler plana direndiler. BAAS yöneticileri de Kürtleri zorlamaktan vazgeçti. Ancak Kürtlerin ‘ajanib’ ve ‘maktumin’ statüsü günümüze kadar sürdü. Sayıları 70 bin kadar olduğu sanılan ‘maktumin’ler eğitim görme, seyahat etme, iş bulma, evlenme, boşanma, kamu hizmetlerinden ancak devletin izin verdiği kadar yararlanabiliyorlar. Kürtçe eğitim, Kürtçe yayın yasaklandığı gibi düğünlerde Kürtçe şarkı söylemek bile yasak. 1970’ten itibaren kademeli olarak Kürtçe yer isimleri Arapça olanlarla değiştirilmiş durumda. 1992’den itibaren ana-babalar çocuklarına Kürtçe isim veremiyorlar.
Hama’da Kürt birliği
Yaşayabilmek için devletle iyi geçinmek zorunda kalan bu grupların Hafız Esad döneminde, doğrudan başkana bağlı çalışan özel kuvvetlere gönüllü asker olarak kaydolmaları ve bu birliklerin 1982’de Hama’daki Sünni ayaklanmasını bastırmakta kullanılması gayet anlaşılır bir durum. Bu olayın, Arapların geleneksel Kürt düşmanlığını bir kat daha artırması da öyle. Hama’daki bir duvar yazısı bu duyguyu gayet iyi anlatıyor: “Kürtler, Nusayrilerin (Suriye’de iktidarı elinde tutan Alevilere Nusayri deniyor) köpekleridir.”
Öcalan’ın Suriye’ye gelmesi
1979’da, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’ye kaçmasıyla birlikte Kürt siyasal hareketi yeni bir dönemece girdi. 1997’ye gelindiğinde Kamışlı, Resuliye, Darbasiya, Dayrik, Ayn’el-Arap, Afrin, Halep ve Haseka’da PKK büroları kurulmuştu. PKK Suriye’nin ‘maktumin’ Kürtleri arasından kolaylıkla gönüllü asker topladı. Ekim 1998’de Türkiye’nin Suriye sınırına askeri yığınak yapması üzerine Suriye Öcalan’ı sınırdışı edince, Suriye’deki PKK varlığı dramatik biçimde sona erdi. O tarihten beri, Suriyeli Kürtler için temel mesele bağımsız bir Kürdistan kurmak değil, Suriye’den vatandaşlık haklarını kazanmak oldu. Nitekim geçtiğimiz yılın Mayıs ayında, Haseke’de yaşayan ‘maktumin’ Kürtlerin vatandaşlık başvurusu yapma hakkı tanındı.
Kısacası, Suriye’de yaşananlara insani açıdan değil de siyasi açıdan yaklaşanlar aşırı hassasiyet gösteriyorlar. Elbette, bunu söylemek, Suriyeli, Türkiyeli, Iraklı, İranlı Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı yoktur ve bu hakkı bizlerin hoşuna giden şekilde kullanmaları gerekir demek değil. Sadece mevcut durum milliyetçi hezeyanlara girmeyi gerektirmiyor…
özet kaynakça: David McDowall, Modern Kürt Tarihi, Doruk Yayımcılık, 2004; The Kurds: A Contemporary Overview, Routledge, 1992.