OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Sonuçta bu seçimde, bir önceki patrik seçiminden yaklaşık sekiz kat, ülkedeki son dört seçimin ortalamasından yaklaşık dört kat fazla geçersiz oy kullanılmıştır. Bu, ‘normal şartlar’la veya seçmen hatasıyla açıklanabilecek bir durum değil.

Seçmen listesini hazırlamak vakıf yönetimlerinin ve Müteşebbis Heyet’in sorumluluğundaydı ama doğrusu böyle bir liste oluşmamış olmasında hepimiz kabahatliyiz. Böyle bir listeyi ve önemini daha fazla vurgulamalı, daha fazla talep etmeliydik. Boykot yoluna gideceklerin bunu özellikle talep etmeleri gerekiyordu çünkü boykot tartışması toplam seçmen sayısını bilmeyince anlamlı bir şekilde yapılamıyor.

Bu noktaya gelmemizin önemli sebeplerinden biri de “Ne olursa olsun, bir an evvel seçim yapalım. En kötü seçim seçimsizlikten iyidir”, yaklaşımı oldu. Bunu destekleyen ikinci bir argüman da toplumsal varlığımızı korumak için devlet otoritesiyle uzlaşmanın kaçınılmaz olduğu savı. Bunlar ilk anda kulağa hoş gelen sözler ama bazı sorular sorduğumuzda dayandığı mantıkta bazı sorunlar olduğunu görüyoruz. Birinci soru “uzlaşma” kavramına dair.

Devletin ülkenin nihai yasal otoritesi olarak yürütme ve yargısıyla, ister patrik seçiminin isterse herhangi başka bir seçimin güvenliğini, düzenini sağlaması başkadır, o seçime sonucunu dizayn etmek için müdahale etmesi başkadır.

Tarihî bir olayı ele aldığını iddia eden yazı, o kadar temel yanlışlarla dolu ki, bunları tek tek ele alıp, cevap yazmak demiyorum, düzeltmek, bir astronomun dünyanın düz olduğunu iddia eden bir yazıdaki yanlışları düzeltmesi gibi olur.

Seçim günü sandığa gidip beraberce seslendirilecek kuvvetli bir “Hayır!” hem Ermeni toplumunun varlığını, iradesini ve reddiyesini hissettirmesi, göstermesi açısından daha faydalı olacaktır, hem de kimilerinin boykotu vesile ederek Ermeni toplumunun seçme hakkını önemsemediği gibi yorumlar yapmasının önünü kesecektir

Bu hafta, yazının sınırları elverdiğince, içinde bulunduğumuz çarpıklığın tarihsel ve yapısal kökenlerine bakmaya çalışalım. Patrik ve Patrikhane’nin konumundan kaynaklanan bu çarpıklığın nasıl oluştuğunu, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin geçirdiği –ya da geçiremediği– dönüşümlere bakmadan anlamak mümkün değil.

Devlet bir şeye engel olmak istiyorsa, bırakın kendi görevlileri eliyle yapsın bunu, siz devletin tetikçisi olmayın. Sonra sorumluluk sizin üzerinize kalır.

Türkiye –ve aslında Kürtlerin yaşadığı topraklarda hüküm süren diğer devletler– Kürtlere “Ya benimsin, ya kara toprağın” demekten başka bir üçüncü seçenek sunmadı öteden beri. Yani, ya asimile ve tabi olacaksın, ya da sana yaşam hakkı tanımayacağım.

Toplantı usule dair yanlışlarla dolu geçmiş. Birincisi, MH Başkanı Köletavitoğlu, açış konuşmasında, talimatname lehinde ve aleyhinde görüşleri özetlediği kısmın öncesinde ve sonrasında uzun uzun neden itiraz edilmemesi gerektiğinden, bunun doğuracağı kötü sonuçlardan bahsetmiş. Sormak lazım, bu konuşmayı kimin adına yapmış? Heyet adına mı? Heyetin zaten böyle net bir pozisyonu olsa o toplantıya ihtiyaç olmazdı.