OHANNES KILIÇDAĞI
Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararı üzerine
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) patrik seçimine devlet müdahalesinin din özgürlüğünün ihlali olduğu yönündeki kararının uzunca bir analizi hak ettiğini söylemiştik. Bu hafta bunu yapmayı deneyelim. Öncelikle şunu belirtelim ki AYM, başvurucuların ‘Ermeni cemaati üyeleri’ olmalarını mağduriyet için yeterli saymıştır. Bu, daha sonraki olası başvuruların da önünü açan bir yaklaşımdır. Bu demektir ki, Ermeni toplumunun herhangi bir üyesi bu süreçte hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini düşünürse dava açabilir, başkaca bir özelliğe veya makama sahip olması gerekmez.
Kim doğru söylüyor, kim yalan?
Şeffaflık adına daha vahim bir durum, gene Ateşyan’ın ifadelerinde ortaya çıkıyor. Valilik’ten gelen ve değabah seçiminin ertelenmesini isteyen yazının üzerinde ‘gizli’ ibaresi varmış. Sonunda halk tarafından seçilecek bir patriğin seçim sürecinde kamuoyundan gizli herhangi bir şeyin olması meşru değildir. Bu, toplumun arkasından iş çevirmek manasına gelir. Neymiş burada kimsenin bilmemesi gereken ‘gizli’ durum?
Kimin kim olduğunu bilmemek
Evet, çoğunluk veya baskın grup mensupları aralarında kimin azınlık olarak tarif edilen gruptan olduğunu bilmez, çünkü azınlığa mensup bireyler kendilerini gizlerler. O kadar ki, haksızlığa uğradıklarında bile, genellikle ortaya çıkıp haklarını açıkça savunmaktan kaçınırlar, çünkü bilirler ki, haklı olmalarının bir önemi yoktur, kolayca haksız duruma düşürülebilirler ve gördükleri zarar büyüyebilir.
Nizamname ve devlet
Bu şartlar altında nizamnameye karşı nasıl bir yaklaşım geliştirmeliyiz? Onu nasıl konumlandırmalı, ne ölçüde referans almalıyız? Bu yazıda bu gibi sorulardan yola çıkarak bir nizamname değerlendirmesi yapalım ve onunla bağlantılı olarak patrik seçiminde ve Ermeni toplumunun diğer işlerinde devletin yerini tartışalım.
Nasıl bir oyun dönüyor?
Her şey bir yana, patrik adayı olmayan birinin değabah olmasının neden bu kadar tedirginlik yarattığını anlayamadım. Olur veya olmaz; olursa şık, güzel olur ama olmasın diye çabalamak niye? İşte beni düşündüren bu.
Bu Ateş toplumu yakmasın
Değabah seçiminin ötesinde ise, patrik seçim süreci de şeffaf, demokratik kurallara, akla ve insafa uygun biçimde yürütülmeli. Makamın doğal adaylarının hiçbiri en başından, çeşitli bahanelerle süreçten dışlanmamalı. Her adaya, düşünüp cevap vermesi için makul bir süre verilmeli.
Ruhani aklıselim
Değabah seçimi için neden yenilenecek olan İstanbul belediye seçimlerini beklemek gerektiği de ayrı bir muamma. Bir grup din adamının bir odada toplanıp, bir-iki saat içinde yapıp bitireceği bir oylamayla, İstanbul halkının belediye başkanı seçmesinin ne ilgisi var? Bu geciktirmeyi nasıl yorumlamak lazım?
İfade özgürlüğü mü, hakaret mi?
Net biçimde ifade özgürlüğü sınırları dışında kalan iki durum var. Biri tehdit. İster bir kimseyi, ister bir grubu, zarar vermekle tehdit etmek, ifade özgürlüğü olarak kabul edilmemelidir. İkincisi, nefret söylemi ve ırkçılık ifade özgürlüğü olarak kabul edilemez.
Bu kış komünizm gelmeyecek ama HDP AKP’yle anlaşacak
‘Bir kısım CHP’li’nin, daha YSK kararı çıkar çıkmaz sarf ettiği “Kürtler AKP ile anlaştı” sözleri üzerine de bir-iki kelam etmek lazım. Bu gerçekten çok tuhaf bir durum. Rejim YSK, eliyle sana bir darbe vurmuş, daha oraya doğru dürüst bir laf etmeden, oklarını Kürtlere ve HDP’ye çeviriyorsun.