OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Türkiye Kürtlere karşı değildir

Türkiye –ve aslında Kürtlerin yaşadığı topraklarda hüküm süren diğer devletler– Kürtlere “Ya benimsin, ya kara toprağın” demekten başka bir üçüncü seçenek sunmadı öteden beri. Yani, ya asimile ve tabi olacaksın, ya da sana yaşam hakkı tanımayacağım.

Türkiye yeryüzünde gezen her bir Kürt’e tabii ki karşı değildir. Kendini müstakil bir varlık ve irade olarak ortaya koymak isteyen Kürtlüğe karşıdır. Devletin hâkim ideolojisinin sınırları içinde düşünmeyi reddeden, farklı bir varoluş biçimi isteyen, o kimlikle kamusal alanda görülen ve en ‘tehlikelisi’, o varoluş biçimi için eşitlik isteyen, kendisi hakkındaki kararlara kendi hür iradesiyle katılmak isteyen Kürtlere karşıdır. Bu gibi talepleriniz yoksa ‘sadece’ Kürt olmanız ‘sineye çekilebilir’, ‘tolere edilebilir’. Kürtlüğünü çok vurgulamazsan cumhurbaşkanı bile olabileceğin doğrudur. 
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde yaptığı ‘şey’ de tam olarak bununla ilgilidir kanımca. Şöyle ki, orada içinde Kürtlerin de olduğu ama onlardan ibaret olmayan, bölgedeki diğer etno-dinsel toplulukları da kapsayan, bir yönetişim (yönetim değil), bir sosyal kohabitasyon modeli ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu, orada yakın geçmişte yapılan her şeyin doğru ve meşru olduğu anlamına gelmez. Hatta, belki nihai anlamda başarılı da olamayacak(tı), sıkça görüldüğü üzere en güçlü olan ‘devrim’i çalacak(tı) belki de. Ama Türkiye ‘işini şansa bırakıp’ oturup bekleyemez(di) tabii, çünkü bu model orada başarılı olursa, farklı bir birada yaşama ve karar alma biçiminin mümkün olduğunu gösterecek, Türkiye için de ‘kötü’ olacak(tı).  
Türkiye –ve aslında Kürtlerin yaşadığı topraklarda hüküm süren diğer devletler– Kürtlere “Ya benimsin, ya kara toprağın” demekten başka bir üçüncü seçenek sunmadı öteden beri. Yani, ya asimile ve tabi olacaksın, ya da sana yaşam hakkı tanımayacağım. AKP veya Tayyip Erdoğan dönemiyle sınırlı bir durumdan bahsetmediğimiz gibi, PKK dönemiyle sınırlı bir şeyden de bahsetmiyoruz. Bu meselenin tarihinde PKK da daha dün ortaya çıktı sayılır ve onu doğuran da sorunun kendisiydi zaten. Hal böyle olunca, yani anlamlı bir üçüncü seçenek sunulamayınca Kürtlerin bir kısmı birinci seçeneği yani tabi veya asimile olmayı seçti ki bu, benim açımdan kınanması gereken bir tutum değildir. Kişi, huzuru ve mutluluğu bulacağını düşündüğü yoldan gitmekte özgürdür. Sorun ve kabul edilemez olan, asimile veya tabi olmak istemeyenlere yapılagelen muameledir. Örneğin, anadilinde eğitim görmek istemeyen bir Kürt’e zorla eğitim verilecek değil ama görmek isteyene de demokratik bir devlet o imkânı sağlamakla yükümlüdür. 
Peki, o üçüncü seçenek bugün Kürtlere sunulabiliyor mu? Yalnız Türkiye de değil; Suriye, İran, Irak devletleri ister beraber, ister ayrı ayrı, Kürtlere ne, nasıl bir gelecek, nasıl bir yapı öneriyorlar? Bu halk için bir planları, projeleri var mı? Bu meseleyi siyasetin gücüyle çözmektir marifet, güç siyasetiyle bastırmak değil. Tankınız, topunuz, uçağınız çoksa ikincisini bir müddet başarabilirsiniz ama sonra illaki geri gelir. 
Üçüncü seçenek, her kimliğin kendini yeniden üretmesine elveren, tam ve eşit vatandaşlık da olabilir. Buna niyetiniz varsa, mantıki olarak yapılması gereken şey talep sahibi kitleyi dinlemektir. Ama bu meselede merkeziyetçi otoriter yaklaşım o kadar içselleştirilmiş ki, o halkın kim tarafından temsil edilip edilemeyeceğine de merkez karar vermek istiyor. Temsilcileri itibarsızlaştırmanın yolu da belli ve çok kolay. “Onlar PKK’lı terörist” dedikten sonra ikinci bir şey söylemeye gerek kalmıyor. Yalnız, bilmem müesses nizam farkında mı ama her şeyi PKK’yla eşitleyerek PKK’yı büyüten veya büyük gösteren, gene devlet ve hükümet yetkilileri oluyor. Hem PKK yok olsun istiyorlar, hem de beğenmedikleri her şeyi PKK’yla eşitleyerek PKK’yı genişletiyor, yaygınlaştırıyorlar aslında. HDP bunun en açık örneği. HDP’yi ısrarla PKK’yla bir ve aynı şey olarak göstermeye, bunun üzerinden linç etmeye çalışıyorlar, bunu başarıyorlar da. Ama eğer buna inanacak olursak, PKK’nın toplumda altı milyon oyla devasa bir kitle desteği olan bir örgüt olduğuna da inanmamız gerekir. Devlet yetkililerinin demek istediği bu değil herhalde. Tam tersine, akıllı devlet adamı HDP’nin PKK’dan ayrı ve farklı olduğunu kabul ettirmeye çalışır, çünkü aksi durum, altı milyon kişinin PKK’ya destek verdiği anlamına gelir ki devlet yetkilileri için bu kabul edilemezdir. Üstelik HDP, bu desteği bir seçimde değil, birkaç seçimde aldı. Velhasıl, sulh ile çözüme niyeti olan devlet veya hükümet tam da “HDP, PKK değildir; benim muhatabım yasal parti olan HDP’dir” der. HDP gibi bir partinin olması aslında devlet için de bir şanstır, çünkü öyle bir partinin yokluğunda belli bir kesimin muhatap alacağınız temsilcisi kalmıyor. Kiminle konuşacaksınız? Tabii, devletin meseleyi konuşarak çözmek gibi bir derdi varsa...