Osmanlı’da gayrimüslimlerin kazananlar, Müslümanların ise kaybedenler olduğu algısı yanlış

Yerel ekonomi, esnaf loncaları, yerel kültürel yapılar ve toplumsal sınıflara bakarak kitlelerin siyasete verdiği tepkilerle imparatorluk içinde yaşanan dönüşümleri, yeni yayımlanan ‘Osmanlı’yı Müslümanlaştırmak’ kitabında inceleyen Yard. Doç. Doğan Çetinkaya ile Osmanlı toplumunun arka planına baktık, 1915’e giden yolu konuştuk.

Kitabınızda yaygın olarak bilinen “Osmanlı İmparatorluğu’nda Müslümanlar ticaret yapmazdı, ticaret gayrimüslimlerin elindeydi” yargısını eşeliyorsun. Altından ne çıkıyor?

Evet, bu literatürde çok yaygın bir kanı. Hatta gündelik hayatta sıradan insanların, yani tarih ile öyle ya da böyle iştigal etmemiş insanların söylemlerinde de sıklıkla karşılaşılan bir ön kabul. Aslında bu yargı bir araştırma birikiminden ziyade 100 yıl öncesinin bazı politik projelerinin bir ürünü. Hatta öyle ki sanki Osmanlı İmparatorluğu’nda tipik bir gayrimüslim erkek briyantinli saçlı, Batılı tarzda giyinen, ticaret ya da zanaat ile uğraşan bir kişi, kadın da Paris modasını takip eden başı açık modern bir kadındır. Bu ideal tipe hem metinlerde hem de sembolik temsillerde sıkça rastlanılır. Oysaki gayrimüslimler diğer dinsel cemaatlerin ve etnik grupların olduğu gibi büyük oranda köylülerden ve emekçilerden oluşuyordu. Literatürdeki yaygın kanaate göre gayrimüslimler ticaret ve zanaat ile iştigal ediyor, Müslümanlar ise tarımla geçiniyor ya da devlete kapılanıyor. Yani ya asker oluyor ya da bürokrat. Bu bir şekilde kitapta anlattığım gibi farklı kaygılarla politik olarak gündeme gelen bir iddia. Elbette temelsiz değil ancak politik olarak kullanılıyor. Örneğin kitabın ilk bölümünde de anlatmaya çalıştığım gibi Oryantalist hatta ırkçı Alman siyasal yazınında azınlıkların özellikle de Ermenilerin Osmanlı’nın kanını nasıl emdiğini anlatan bir birikim var 20. yüzyıl başında. Hatta İttihatçılar da bu anlatıyı kullanıyorlar. Gayrimüslimlerin Osmanlı ekonomisi içinde kazananlar olduğu, Müslümanların ise kaybedenler olduğu konusunda güçlü bir anlatı ortaya çıkıyor. Milli İktisat söyleminde ve bu çok önemli bir yer ediniyor popüler söylemde. Diğer yandan gayrimüslimler de bir medenilik iddiasıyla kendilerinin ticaret alanında ne kadar gelişmiş olduklarının altını sıklıkla çiziyorlar. Yine İngilizce ve Fransızca çağdaş yazında da Müslüman karşıtı oryantalist söylem benzer bir şekilde bu medeniyet farkını tekrarlayıp duruyor. Daha sonra yapılan iktisat tarihi çalışmaları da büyük ölçüde dış ticarete yoğunlaştığı ve yabancı devlet arşivlerini kullandığından bu iddia, akademik literatürde de güçleniyor. Oysa ki Donald Quataert’in ‘Dünya Sistemi Teorisi’ni eleştirirken altını çizdiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisinin iç hacmi dış ticaretin çok üstünde. Bugün yeni yapılan çalışmalarla Müslümanların hem dış ticarette hem de Osmanlı ekonomisi içinde önemli bir yer edindiklerini daha rahat görebiliyoruz. Bundan dolayı da hem genel anlamda hem de gayrimüslim hareket içinde tüccarlar, esnafı bir toplumsal ve politik özne, fail olarak da ele almaya başladık. Benim kitabımın yapmaya çalıştığı şeylerden bir tanesi de bu aslında.

Kültürel farklılığın Müslüman ve gayrimüslimler arasındaki makası açtığını da söyleyebilir miyiz?

1908 Devrimi’nden sonra aslında kitle siyasetinin parametreleri dönüştü, değişti. Daha önce kitlelerin siyasal elit tarafından doğrudan sokakta harekete geçirildiği, seferber edildiği örnekler çok istisnai. Oysa 1908 Devrimi’nden sonra kitle siyasetinde sokağın harekete geçirilmesi bir kaide halini alıyor. Elbette daha önce aşağıdan hareketler yani direnişler bağlamında alt sınıfların kendiliğinden ve aşağıdan çokça eylemi var. Yine II. Abdülhamid dönemi Ermeni katliamlarında da görüldüğü gibi sokakta alt sınıfların aktif rol oynadıkları örnekler de çok. Ancak kitle siyaseti mevzu bahis olduğunda hem parlamenter düzeyde, hem basın düzeyinde siyasetin konusu ve kapsamı devrimden sonra değişiyor. Sıradan gündelik meseleler de toplumsallaşıyor, kitleselleşiyor ve siyasallaşıyor. Yerel meseleler çok hızlı bir şekilde imparatorluk çapında olaylara dönüşebiliyor. Bunda özellikle gündelik basının ve sivil kitle örgütlerinin gelişiminin çok büyük önemi var. Bundan dolayı sokak gösterileri, mitingler ve boykotlar gibi imparatorluk çapında örgütlenen eylemler kamusal bir hal alıyor. Özellikle 1908 Devrimi’nden sonra Agop, Niko, Hüseyin arasında ortaya çıkabilecek bir sürtüşme, gerginlik kısa bir sürede kamusal, ‘milli’ meseleler olmaya başlıyor. 1908 Devrimi’nden sonra cemaatler arasında çıkabilecek her potansiyel sorun kamusal, kitlesel, toplumsal ve politik bir özellik taşımaya başlıyordu. 1908 Devrimi’nden sonra politik ve sivil alanda artan örgütlülük düzeyi ve yaygınlaşan basın yoluyla kızışan siyasal rekabet mitingleri ve boykotları dönemin başat politik eylem repertuarı haline geliyor. Bundan dolayı da diğer sorunlar gibi etnik/dini sorunlar da toplumsal bir hal alıyor. Elbette burada neden sınıfsal meselelerde olduğu gibi cemaatleri yatay kesen çatışmaların değil de cemaatleri kamplar halinde bölen çatışmaların egemen hale geldiği ayrıca sorgulanması ve açıklanması gereken bir husus.

İttihat ve Terakki Cemiyeti süreç içerisinde ideolojik değişiklikler geçirdi. İTC’nin değişimi/dönüşümü nasıl oldu?

Bugün İttihat ve Terakki Cemiyeti sanki tüm tarih boyunca aynıymış, aynı öze sahipmiş gibi resmediliyor ve anlatılıyor. Oysa ki 1908 Devrimi öncesi İttihatçılar, Balkan Savaşı öncesi ve sonrası İttihatçılar, Kürt hamal İttihatçılar, asker İttihatçılar, eşraftan İttihatçılar hep farklı resimler verir. Yani her olgu gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti de zaman ve mekana bağlı olarak, sınıfsal ilişkilerle de ilişkili bir şekilde değişiklik arz eder. İttihat ve Terakki Cemiyeti kendi içinde birçok siyasal ve toplumsal aktör ihtiva eden boykot hareketindeki unsurlardan önemli ama sadece bir tanesi. İlk önce bunu bir vurgulamak gerekiyor. Zira boykot hareketinde hem kendiliğinden bir dinamik var hem de çok farklı aktörler. Bu neden önemli çünkü bu farklı dinamik de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin dönüşümünde rol oynuyor. Örneğin Fransız konsoloslara göre, boykot hareketinde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ve genel olarak siyasal elitin tavrını belirleyen Selanik’teki dönme cemaati. Bazılarına göre ise hamallar, ayaktakımı. Boykot hareketi içinde Milli İktisat politikalarından çıkarı olanlar hem boykot hareketinin gelişmesinde etkili oluyorlar hem de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin daha milliyetçi bir parti haline gelmesine de katkıda bulunuyorlar. İttihat ve Terakki Cemiyeti daha kapsayıcı, itidal tavsiye eden, Osmanlıcı bir dil kullanırken, daha doğrusu daha çok böyle bir tavır geliştirirken, giderek daha Müslüman/Türk kimliğine vurgu yapan bir hatta kayıyor. Bunu kitap içinde anlatılan olaylar boyunca izlemek ve takip etmek de mümkün. Tabii özellikle büyük kırılma Balkan Savaşları ile geliyor. Balkan Savaşları’ndan sonra açıkça Hıristiyan karşıtı, ötekileştirici ve hatta hedef gösterici bir siyasal dil ortaya çıkıyor. Bu dil hem boykot gibi toplumsal hareketlerde hem de İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi örgütlerde hakim olmaya başlıyor.

1908 sonrasında Müslüman-gayrimüslim geriliminin yansıdığı alanlardan biri de hızla kitleselleşen basın oldu.

‘Balkan Savaşı sonrası gayrimüslimler her şeyin sorumlusu ilan edildi’

Balkan Savaşları’ndan sonra Anadolu’ya gelen Müslüman muhacirler ve gayrimüslimler arasındaki ilişkiler nasıldı?

Müslüman toplumu derinden etkileyen diğer bir unsur Balkan Savaşları sonrasında Anadolu’ya akın halinde gelen muhacir topluluklarıydı. Muhacirler hikâyeleriyle birlikte gelmişlerdi. Gazeteler, dergiler muhacirlerin çektikleri eziyetler ve işkence hikâyeleri ile dolup taşıyordu. Bunlara göre Bulgarlar, Sırplar, Yunanlılar Müslümanların mallarına el koyuyor, paralarını çalıyordu. Anlatılan hikayelerde fesler yerlerde geziyor, kadınların çarşafları yırtılıyordu. Müslümanlar keyfi bir şekilde tutuklanıyor, kadınlara tecavüz ediliyordu. Gazete ve dergiler, ücretsiz dağıtılan onlarca kitapçık ve bildiride öldürülmüş, organları kesilmiş Müslümanların resimleri yayınlanıyordu. Mersin’de bir pankart üzerinde Müslüman kadınların kesilen burun ve kulaklarının Atina’ya gönderildiği yazılıyordu. Bir başka yerdeki afişte ise Hıristiyanların tecavüz ettiği kadınlar anlatılıyordu. Gelen yüzbinlerce muhacir yeni yerlerine yerleştirilirken etraflarında kendilerini kovanların dindaşlarını görüyorlardı. Bundan dolayı gayrimüslimlere karşı girişilen pogromlar ve saldırılarda Giritliler vb. göçmen grupları başı çekiyordu. Muhacirlerin konvoyları, şehir ortalarında sokaklarda kalmaları kamuoyunu derinden etkiliyordu. Milliyetçi ve provokatif İslami ve Türkçü dil ise kitleleri gayrimüslimlere karşı tahrik ediyordu. Daha Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce binlerce Rum batı bölgelerinde köylerini terk etmek zorunda kalıyordu. Zira köylerine etraf köylerden saldırılar düzenleniyordu. Bağları bahçeleri ateşe veriliyordu. Kasaba ve kentlerde eski komşuları ile aralarında artık tahammül edilemez bir gerginlik hasıl olmuştu. Artık gayrimüslimler iktisadi geri kalmışlıktan, savaşta yenilgiye, siyasi sorunlardan toplumsal kargaşaya her şeyin müsebbibi olarak yansıtılıyordu. Bu dönemin kilit kavramlarından bir tanesi de ‘intikam’dır. Okullarda intikam köşeleri kuruluyor, şairler intikam şiirleri yazıyordu.

Kategoriler

Dosya Arka Sayfa



Yazar Hakkında