Erkeklerin katledilmesi, soykırımın ilk safhasıydı

Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında, ilgili literatüre yapılan değerli katkıların başında Prof. Ronald Grigor Suny’nin soykırımın tarihini yazdığı ‘“They Can Live in the Desert but Nowhere Else”: A History of the Armenian Genocide’ (Ancak Çölde Yaşayabilirler: Ermeni Soykırımı Tarihi) kitabı geliyor. Suny ile kitabını, Soykırımı ve Türkiye’nin Soykırıma yaklaşımını konuştuk.

Son kitabınızın yazım sürecinden bahseder misiniz?

Ben bu kitabı, bir şekilde akademik hayatım boyunca yazdım aslında. WATS (The Workshop for Armenian/Turkish Scholarship- Ermeni/Türk Çalışmaları Atölyesi) sürecinde Ermeni Soykırımı’nın gerçeklerini ve sebeplerini konuşmak için düzenlediğimiz, Türk, Kürt, Ermeni ve diğer tarihçileri bir araya getirdiğimiz atölyeler sayesinde, araştırma safhası yaklaşık 15 yıl sürdü. Kitabı yazmak ise büyük çoğunluğunu Washington DC’deki ABD’deki ‘Holocaust Memorial Museum’ ve Berlin’deki American Academy’de geçirdiğim iki yıllık bir zaman dilimini kapsıyor. Amacım, Ermeni Soykırımı’nın arka planı ve tarihini anlatmak, neden yaşandığını açıklamaktı. Nihayetinde, Soykırımı anlamak için birincil failleri olan Jön Türk liderlerinin, özellikle Talat ve Enver paşaların zihniyetini anlamak gerektiği fikrine ulaştım. Onların zihniyet dünyalarına bakınca, Ermenilerin tehciri ve katledilmesi kararlarında, Türk ‘ulusu’ için varoluşsal bir tehdit olarak hissetmelerine neden olan temel noktaların Ermenileri duygusal ve düşünsel olarak algılayışlarındaki sorunlar olduğunu gördüm. Zihniyet dünyalarını, ‘duygusal temayülleri’ni, hissi atmosferlerini, kitlesel cinayetleri mantıklı olarak tahayyül etmelerini mümkün kılan şeyler olarak tanımlıyorum.

Ronald Grigor Suny. Fotoğraf: Berge Arabian

Kitabı yazarken hangi kaynakları kullandınız?

Diğer akademisyenlerin çalışmalarının yanı sıra, Kongre Kütüphanesi’ndeki belgeler, yayımlanmış diplomatik raporlar, hatıratlar, mektuplar, misyonerlerin, diplomatların ve kurtulanların günlüklerini kullandım. Neyse ki, yüzlerce, hatta binlerce arşiv belgesi, en önemlisi Alman belgeleri, zaten yayımlanmıştı. Almanlar, Osmanlı’nın müttefiki olduklarından, o dönemde, imparatorluk topraklarınca serbestçe gezebiliyorlardı. Bu sebeple, elçilerin neler yaşandığını detaylı şekilde anlattığı raporları, rahatça İstanbul’a ve oradan da Berlin’e ulaşabiliyordu. Almanlar, yaşananların güvenlik sebebiyle gerçekleşen basit tehcirler olmadığını, aksine giderek yayılan ve bir halkı bütünüyle yok etmeye yönelik bir program olduğunu biliyorlardı.

Neden ‘Ancak Çölde Yaşayabilirler’ başlığını seçtiniz?

Bu cümleyi, soykırımın asıl mimarı Talat Paşa, ABD Elçisi Henry Morgenthau’ya sarf ediyor. Soykırımın sadece bir kısmını açıklayan bu ‘açık sözlülük’, Jön Türkler’in niyetini de açık ediyor: Faillerin zihninde imparatorluğa karşı bir tehdit olarak algılanan bir kültürü, bir halkı, Ermenileri yok etmek.

Dönemin çokkültürlü imparatorlukları olan Osmanlı, Rusya ve Avusturya-Macaristan, farklı etnik gruplarla sorunlarını, neden yok edici bir siyaset izleyerek çözmeye çalışıyorlar?

Bu imparatorluklardan sadece Osmanlı soykırım uygularken, Ruslar ve Avusturyalılar, nüfus gruplarını zorla göç ettirmeye dayanan etnik temizliğe yöneliyorlar. Onlar genel olarak kitlesel katliamlara başvurmadılar. Jön Türkler ise Ermenileri ve Süryanileri yok ederek, yerlerine Balkanlar’dan göçen Müslümanları yerleştirdiler ve böylece Anadolu’nun  demografik yapısını değiştirdiler. Coğrafyayı daha fazla Müslümanlaştırarak ve Türkleştirerek, aynı zamanda ‘güvenilmez’ halkları yok ederek, imparatorluğu kurtarabileceklerini düşündüler. Onlara göre Ermeniler, en hain halktı; Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne sadakatlerini ispatlamak için ciddi çaba sarf etmelerine rağmen.

Bu süreçte Türk milliyetçiliğinin rolü nedir?

Bana göre, soykırım, bir ulus-devlet yaratmak için değil, imparatorluğu kurtarmak için yapıldı. Fakat Jön Türkler, Ermenileri varoluşsal tehdit, Türkleri ise tek güvenilir ve sâdık halk olarak gören milliyetçi fikirlerden etkilenmişlerdi. Jön Türkler, bu anlamda özgün tarzda milliyetçilerdi. Kemalistlerin daha sonra Müslüman Türklerden oluşan homojen bir ulus-devlet yaratmalarının temelindeki etno-milliyetçilik fikrine, Jön Türkler sahip değildi. Aksine onlar, imparatorluğu korumak ve kurtarmak istiyorlardı. Bunu da, üstün ve hâkim halk olan Türklerin yapabileceğini düşünüyorlardı. ‘Herrenvolk’ olarak gördükleri Türkler, çokuluslu ve çok dinli olarak gördükleri imparatorluğun hâkimi olmalıydı. Bu yüzden Jön Türkler, Arap coğrafyası üzerindeki emellerinden vazgeçmediler; hâlbuki Kemalistler, daha sonra vazgeçeceklerdi. Dolayısıyla Talat ve Enver, etnik Türklerin yönettiği daha Müslüman bir imparatorluğu tercih ediyorlardı.

Soykırımın esas fail grubu hangisi?

Fail grup olarak hem merkezi hükümeti, hem de yereldeki katılımcıları sayabilirim. Fakat toplu tehcire, mülklere el konulmasına ve katliamlara imkân yaratan, merkezi hükümetti. Sıradan insanlar da (hepsi değil elbette ki), zenginleşmek, intikam almak ve yerel ihtilafı çözmek için soykırıma katıldılar. Bu sayede yükselen anti-Ermeni siyasetini, üç eylem ortaya seriyor. Birincisi, Ermeniler tehcirlerle şehir merkezlerinden savaş cephesine yakın bir bölgeye götürüldüler. Yerinden edilen insanlar, hiçbir yerde yüzde 5’lik nüfus oranını geçmeyecek şekilde Müslümanların arasına dağıtıldılar. Bu sebeple, hiçbir yerde önemli bir nüfus teşkil edemeyen Ermeniler, kültürlerini koruyamayacak ve hâkim Müslüman nüfus için tehdit teşkil edemeyeceklerdi. İkincisi, Osmanlı Devleti liderleri Ermenilerin ve Süryanilerin yok edilmesine izin verdi ve katliamcıları cesaretlendirdiler. 1915, cinsiyeti olan bir soykırımdı. Erkeklerin katledilmesi, soykırımın ilk safhasını oluşturuyordu. Üçüncüsü ise soykırımın son safhası olarak zorla asimilasyon, kurtulan kadın ve çocukların Müslümanlaştırılması oldu. Yerel Müslüman ailelerin aldığı on binlerce yetim, yabancı misyonların korumasına alındı. Savaş sonu itibariyle, Osmanlı Ermenilerinin yüzde 90’ı gönderilmiş, bir kültür ve bir medeniyet kurtarılamayacak şekilde tahrip edilmişti. En iyimser bir tahminle 600 bin ile bir milyon arasında Ermeni ya katledildi, ya da yollarda öldü. On binlercesi de görece daha güvenli olduğuna inandıkları Rusya’ya kaçtılar.

Türkiye, Taşnakların Erzurum Kongresi’nde aldıkları kararı, Van’daki Ermenilerin isyanını veya Ermenilerin Rusya’yla olası ittifakını, genelde Ermeni Soykırımı’nın gerekçeleri olarak gösteriyor. Bu konuda ne dersiniz?

Taşnaklar, Ermenileri korumak ve Ermenilerin durumunu iyileştirmek için Jön Türklerle müzakere etmeyi, hatta ittifak kurmayı denediler; fakat nihayetinde, olanları engelleyemediler. 1908’den sonra Taşnaklar, hukuki sistem içinde ve anayasa çerçevesinde faaliyet göstermek istiyorlardı; ancak Jön Türkler, meşru bir kanunsuzluk yaratmayı ve devrimci yönü takip ederek bu insanları elimine etmeyi düşündüler. Nisan 1915’teki Van Savunması, bu ortamda Van çevresinde katliamlara girişen Osmanlı’ya karşı yereldeki Ermenilerin kendilerini koruma çabasından başka bir şey değil. Bu, isyan veya başkaldırı değil, öz savunmaydı. Fakat Jön Türkler, bu direnişi, Ermeni liderlerin tutuklanması, daha fazla tehcir ve katliam için gerekçe olarak kullandılar. Ruslara gelince, birçok Ermeni, Rus iktidarını Osmanlı iktidarına tercih ederdi; ancak birçokları da Rusya’nın Osmanlı’dan daha iyi bir emperyal güç olduğuna ikna olmuş değildi. Zira, I. Dünya Savaşı’ndan önce, Rusya’da da Ermeni devrimciler tutuklanmış ve Ermeni kilisesi arazilerine el konulmuştu. Dolayısıyla,  Osmanlı’daki çoğu Ermeni, huzur içinde yaşamaktan başka bir şey istemiyordu. Bunun için de reformlarını yapmış, meşru bir anayasayla yönetilen ve kendilerini Kürtlerin ve diğer göçebelerin saldırılarından koruyan bir imparatorluktu hedefleri.

Coğrafyada tehcire karşı neden az sayıda direniş oluyor?

1915’te Ermeniler, elbette ki Jön Türkler’in kendilerini toptan yok edeceğini hayal bile etmemişlerdi. Van, Musa Dağ ve birkaç başka yerde, bunun farkına varıp direnenler olsa da, çoğu silahsız olan ve karşılarında askeri ve paramiliter organizasyonlar bulan bir nüfustan bahsediyoruz. Belki de Osmanlı Ermenileri, sadakatlerini göstererek tehcir ve katliamlardan kurtulacaklarını düşünmüşlerdir. Maalesef ki, öyle olmadı, umutları boşaydı.

Almanya’nın 1915’teki rolü, artık çokça tartışılıyor. Fakat diğer büyük güçlerin, Büyük Britanya, Fransa ve Rusya’nın 1915’teki rolleri, suçu emperyalizme atmaya hevesli inkârcılar dışında pek konuşulmuyor. Siz bu devletlerin rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Almanlar, 1915’te neler yaşandığını biliyorlardı; fakat durdurmak için neredeyse hiçbir şey yapmadılar. Soykırımın suç ortağıydılar. Yaşananlara yüzlerini çevirdiler, çünkü I. Dünya Savaşı’nda müttefik olarak Osmanlı’ya ihtiyaçları vardı. Britanya, Fransa ve Rusya, yaşananları kınadılar; ancak katliamlar sırasında yapabilecekleri sınırlıydı. Elbette ki Rusya, Van ve çevresinde birçok insanı ve Kafkaslar’a göç eden mültecileri kurtardı. 

‘Türkiye, hazmı zor bir gerçekle yüzleşmek zorunda’

Türkiye’nin toptan inkârdan ortak acıya evrilen retoriği hakkında, ne düşünüyorsunuz?

Yaşananları ve nedenlerini kabullenme ve anlamaya yönelik küçük ve yetersiz bir adım atıldığını düşünüyorum. Türk hükümeti, ülkelerinin kocaman bir suçun üzerine kurulduğu gibi hazmı zor bir gerçekle yüzleşmek zorunda. Süryanilerin katledilmesi ve daha sonra Anadolu Rumlarının yok edilmesiyle birlikte Ermeni Soykırımı, imparatorluğun küllerinden doğan daha homojen bir ulus-devleti mümkün kıldı. Şu anda Türkiye, bu durumu da reddediyor.

Dolayısıyla soykırım gibi kitlesel şiddet olayları, ‘yıkıcı’ olmalarının yanı sıra ‘kurucu’dur diyebilir miyiz?

Tarih boyunca birçok ulus, coğrafyalarının kadim halklarının yerinden edilmesi sürecinden faydalandı. Etnik temizlik ve hatta soykırım, birçok ulusun temelinde yükseldiği kurucu suçlar. Ancak bu suçlar, hiçbir şart altında kabul edilebilir olamaz ve hiçbir gerekçe bunları meşrulaştıramaz. Avustralya, İsrail, ABD gibi Türkiye’nin kuruluşu da, kurulduğu topraklarda yerli halkların yerinden edilmesi veya tâbi kılınmasıyla mümkün oldu. Etnik temizlik veya soykırım ile ulus-devletin meşruiyeti arasındaki bağlantı, ulusun ve devletin doğuşunun tarihinin inkâr edilmesinin veya tahrip edilmesinin temel nedenini oluşturuyor. Öte yandan böyle bir tarihte mutabık kalmak, Aborijinler, Kızılderililer, Kürtler, Filistinliler, Süryaniler veya Ermeniler gibi yok olmaya direnen halklar, azınlıklar veya diasporaların iddialarının ve haklarının reddini ve etnik homojenleştirme politikalarının devamını sağlar.



Yazar Hakkında

1986 doğumlu. İnsan hakları, güncel politika ve tarih haberleri yapıyor.