OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Soykırıma nereden bakmalı?

Özelde Ermeni Soykırımı’nı, genelde bütün soykırımları anlatır ve tartışırken yerele ne ölçüde odaklanmak gerektiği, önemli bir mesele. ‘Yerele odaklanmak’tan kasıt, hem tekil şehirlerin, kasabaların, hem de bireylerin hikâyelerine odaklanmak. Soykırım farklı mahallerde nasıl gerçekleştirildi? Bireylerin başlarına neler geldi? Bireyler düzeyinde yüzlerce, hatta binlerce hikâye söz konusu. Bu öykülerin tekrarlanan unsurları olduğu gibi, farklılaştığı noktalar da var. Bu aslında iki ucu keskin bir bıçak. Bir yandan bu soruların üzerinde durmak hem gerekli, hem faydalı; öte yandan bu hikâyelere fazla odaklanmak olayın bütünselliğinin, merkezî vasfının gözden kaçırılmasına neden olabilir. 

Bu sorular üzerinde durmak neden gerekli ve faydalı, önce kısaca onu açıklamaya çalışalım. Birincisi, olan bitenin ayrıntılarına vâkıf olup daha canlı bir resim elde etmemizi mümkün kılıyor. Başka bir deyişle, ‘sahada’ olup biteni daha iyi kavramamızı sağlayarak, bize soykırım dinamiklerine dair daha fazla şey öğretiyor. Bunun bir devamı olarak, bireylerin hikâyelerine ve acılarına odaklanmak, verilen zararın, uygulanan yıkımın boyutlarının daha iyi anlaşılmasını sağlıyor, bunları daha sahici, daha somut kılıyor. Dolayısıyla, bu acı hikâyeler dinleyenlerin üzerinde dönüştürücü bir etki yapıyor, ne olduğunu daha iyi anlamalarına vesile oluyor. Siyaset, partiler ve devletler arası ilişkiler perspektifinden yazacağınız yüzlerce sayfa, soykırım sırasında ailesini kaybetmiş, bin bir çile çekmiş birinin kısa hikâyesi kadar etkili olmuyor desek yeridir. Kasım 2013’te Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği Müslümanlaştırılmış Ermeniler Konferansı bunun en iyi örneklerinden biri oldu. Orada anlatılan hikâyeler, insana “Demek bu da olmuş” dedirten ve olayı kavrama ufkunu genişleten, dahası insanları ‘yüreğinden yakalayan’ cinstendi. Mikro düzeye odaklanmanın ikinci faydası, bu hikâyelerin birçoğunun, resmî söylemin Ermeni Soykırımı’nı çerçevelemek için ortaya attığı kimi iddiaların altının ne kadar boş olduğunu görmemizi sağlamasıdır. Örneğin, Ayhan Aktar’ın aktardığı, Diyarbakır’d,a Doktor Reşit ile Ramanlı aşiretinin bazı ileri gelenlerinin işbirliğiyle yerel Ermenileri katletmek için yapılan organizasyonun hikâyesi, Ermenilerin toplu isyan halinde olduğu iddiasını boşa çıkarıyor.

Gelelim bölgesel ve bireysel bakışın taşıdığı riske. Söylediğimiz gibi, bu anlatılara fazla odaklanmak, soykırımın arkasındaki merkezî aklı ve planı gözden kaçırmamıza neden olabilir. Geçenlerde İMC TV’deki ‘Lanetli Yıllar’ programında Mesut Yeğen’in de kullandığı, bilinen benzetmeyi tekrarlayacak olursak, herkesin filin tuttuğu yerini anlatması gibi, soykırıma farklı bölgelerden bakanlar farklı hikâyeler anlatabilirler ama ortada bir fil olduğunu unutmamak lazım gelir. Soykırımın uygulanışında bölgesel farklılıklar önemlidir, bize bir şeyler anlatır ama hepsinin aynı bütünün parçaları olduğunu hatırda tutmak şartıyla. Bu, merkezî aklın ve planın en ince ayrıntısına kadar, bire bir sahaya yansıdığı anlamına gelmez. Nitekim, emirleri uygulamayı reddeden bürokratlar olduğunu biliyoruz. Fakat şunu unutmamak gerekir ki, bunlar istisnalardır. İstisna olmasalardı bugün bir soykırımından bahsediyor olmazdık.

Bu nokta, soykırımda ‘Kürt sorumluluğu’ meselesiyle de ilişkilendirilebilir. Belli bir süredir, soykırımın faturasını, ‘Kürtler’ olarak tanımlanan kolektif ve dolayısıyla anonim bir aktöre çıkarmaya çalışanlar var. Evet, nominal düzlemde Kürt olarak tanımlanabilecek birçok aktör, ‘sıradan’ insanlar yani halk da dahil olmak üzere, soykırımın hem faili, hem faydalananı konumundadır. Fakat, Kürt aktörlere yani yerele fazla odaklanmak bu işin bir karar vereni, bir düzenleyeni olduğunu bize unutturmamalı. ‘Kürtler’in bu ölçekteki bir olayı planlamak ve düzenlemek gibi operasyonel bir pozisyonları olmasının mümkün olmadığı açıktır. (Öte yandan, “kandırıldık, kullanıldık”, argümanları da pek ikna edici değil, zira bu işe bulaşan hemen herkes ne yaptığının ve bundan elde edeceği faydanın gayet farkındaydı. Kitlesel katliam yapanlar ne yaptığının farkında olmamış olamazlar.) Başka bir deyişle, faturayı ve bütün sorumluluğu Kürtlere çıkarmak, yukarıda zikrettiğim Diyarbakır örneğinde Doktor Reşit’in rolünü küçültür, hatta örter. Doktor Reşit bütün o işleri kendi inisiyatifiyle yapmadı, senaryoda kendine düşen ‘merkezin adamı’ rolünü oynadı.

Sonuç olarak, mümkün olduğunca fazla sayıda mikro hikâyeyi kovalamamız, öğrenmemiz, açığa çıkarmamız çok önemli, ama bağlamı akıldan çıkarmadan.