Türkiye'nin 700 yıllık göç tarihi

Türkiye, geçmişten bugüne farklı göçlere tanık oldu. Özellikle 14. yüzyıldan itibaren kimlik kazanan göçler, siyasal, sosyal, ekonomik koşullar altında yer değiştirmek zorunda kalan birçok farklı aidiyetteki toplulukların bir anlamda tek çözüm yoluydu. Bu farklı karakterdeki göçlerin tarihsel bir değerlendirmesi, ‘Türkiye’nin Göç Tarihi, 14. yy’dan 21.yy’a Türkiye’ye Göçler’’ adlı eserde ele alınmış.

CAN ULUSOY

Türkiye, geçmişten bugüne farklı göçlere tanık oldu. Özellikle 14. yüzyıldan itibaren kimlik kazanan göçler, siyasal, sosyal, ekonomik koşullar altında yer değiştirmek zorunda kalan birçok farklı aidiyetteki toplulukların bir anlamda tek çözüm yoluydu. Bu farklı karakterdeki göçlerin tarihsel bir değerlendirmesi, ‘Türkiye’nin Göç Tarihi, 14. yy’dan 21.yy’a Türkiye’ye Göçler’’ adlı eserde ele alınmış. Farklı akademisyenlerin spesifik göç konularını ele aldığı kitap, Ayhan Kaya ve Murat Erdoğan tarafından derlendi. Kendi içinde tutarlı bir bütünlük oluştursa da diline baktığımızda ‘resmi tarih yazıcılığı’nın taraflı bakış açısını görmek de mümkün. Bu sebeple, eleştirilerimi daha tartışmalı olan Yahudi göçlerine ve ‘Rum Mübadelesi’nin Türkiye toplumu üzerindeki etkilerine yoğunlaştıracağım. Kitabın bir derleme olduğunu göz önüne aldığımızda değerlendirmelerim, topyekün esere yönelik değil, konu özelinde yazarlara yönelik olacaktır.

Aşkenaz ve Seferad
Yahudileri’nin göçleri ve Osmanlı

Yahudi toplumunun Osmanlı’ya ciddi anlamda ilk göç dalgası 13.yüzyılda başladı. Zamanın Avrupa ülkelerinin Yahudi toplumuna karşı takındığı sert tutum onları daha yaşanabilir bir liman aramaya itti. Bu bakımdan Osmanlı bir umut kapısı olarak görülüyordu. “Osmanlı’nın Balkanlar’daki hakimiyetini yerleştirmeye çalışırken Orta ve Batı Avrupa’da huzursuzluk hüküm sürüyordu. Bu bakımdan Yahudiler için Osmanlı bir cazibe merkeziydi’’. ( Epstein,1980) Söz konusu göç durumu Yahudilerin 1376 yılında Macaristan’da kara veba salgınından sorumlu tutulmalarından dolayı kaçınılmaz bir hale geldi. Osmanlı devletinin, II. Murad döneminde göç eden Yahudilere yönelik açık kapı politikasıyla ilk göç dalgası da başlamış oldu. Söz konusu açık kapı politikası, II. Mehmed zamanında da devam etti. Bu politik tavrı, çıkarsız bir iyilik olarak değerlendirmek yanlış olur. Çünkü Osmanlı topraklarındaki yerel halk çoğunlukla tarımla ilgileniyor, ticaret ise gayrimüslimler tarafından idame ettiriliyordu. Bu sebeple bahsi geçen açık kapı politikasını, insani boyutunun yanı sıra, çok uluslu Osmanlı sermayesini büyütmek için Yahudi toplumuna ihtiyaç duyulduğu gerçeğiyle birlikte düşünmek gerekir.
Söz konusu göç akımları diğer padişahlarında konuya sıcak bakmasıyla uzun bir süre devam etti. İlk dönemdeki göç akımı Doğu ve Orta Avrupa’daki Aşkenaz Yahudilerinden oluşurken, 15.yüzyılda yerini Seferad (İspanya) Yahudilerine bıraktı.

İspanya’daki farklı krallıkların Yahudilere karşı çıkardığı ‘kovma fermanı’yla birllikte yeni bir göç dalgası da başlamış oldu. ‘’İyice düşündükten, salim kafa ile mütalaa ettikten sonra emrediyoruz ki, krallıklarımızda yaşayan tüm Yahudiler, karıları, çocukları ve hizmetkârları ile ülkeyi terk etsinler ve bir daha geri dönmesinler’’. Söz konusu fermandan sonra Yahudilerin taşınmazlarını ülke dışına çıkarmaları da yasaklandı. Bu sebeple Osmanlı topraklarına maddi imkansızlıklarla gelen Seferadlar, yerleşik haldeki cemaatin de yardımıyla İstanbul, Edirne, İzmir ve Bursa’ya yerleştirildiler.
Yazar Naim Güleryüz’ün göç dalgalarına karşı takınılan tutumu değerlendirdiği sonuç bölümü oldukça düşündürücü. ‘’Türk ulusu tarih boyunca mağdura kucak açmış, etnik veya dinsel kökenine bakmadan kim olursa olsun bağrına basmıştır’’. Süregelen göç hareketlerini, sosyal ve politik yönünü göz ardı ederek, salt ulusa ait bir kavram olarak ele almak, akademik bir eserin sahip olması gereken tarafsızlık ilkesini zedeliyor ve eserin güvenilirliğini azaltıyor. Kaçırılan nokta, Osmanlı’nın uyguladığı açık kapı politikasının karşılıklı çıkar sağlanan bir zemin üzerine oturduğu gerçeğidir. Türk ulusuna yazar tarafından atfedilen ‘tarih boyunca kucaklayıcı olma’ ön kabulu, bir bütün olarak ulus kavramını tek taraflı irdelemek anlamına gelir ki, bu durum yazarın ‘resmi tarih yazıcılığı’ sınırlarını aşamadığını gösteriyor.

Dindaşlık’ ve homojenleştirme

‘Rum Mübadelesi’ gerçekleştiği dönem itibariyle daha trajik bir öze sahip. İttihatçı homojen bir toplum yaratma çabasının ülke politikasında etkisi tartışılmaz bir durumdayken süregelen Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki Lozan anlaşması yeni bir mübadelenin önünü açtı. Yunanistan lideri Venizelos ve Mustafa Kemal, karşılıklı bir mübadele üzerine anlaştılar. Bu sebeple kurulan ‘Karma Komisyon’, üyeleri itibariyle çok uluslu bir denetleme ve yönetim aygıtı olarak çalıştı.

Unutulmaması gereken nokta, Yunanistan’dan mübadeleyle gelen insanların dil ya da etnik köken birlikteliği üzerinden değil, din temelli bir ortaklık üzerinden seçildikleri. ‘Dini homojenlik’ kavramını, o dönemde mübadeleyi isteyen anlayışın tek dayanağı olarak görmek mümkün. Fakat ‘dindaş’lık üzerinde kurulan bir mübadele anlayışı, gelen kişilerin etnik olarak oldukça kozmopolit bir yapı oluşturduğunu göz ardı ediyordu. Bu sebeple Türkiye’ye gelen farklı etnisiteler arasında gerilim havası uzun bir süre bakiydi. Elçin Macar’ın makalesinden aktaralım: ‘’Durum öyledir ki Türkçe konuşanların yanı sıra Türkiye’ye Türkçe bilmeyen çeşitli gruplar da gelmiştir. Arnavutlar, Rumca konuşan Giritliler, Rumca konuşan Müslümanlar…’’ Farklı etnik grupların varlığının yarattığı uyum sorunu, yerleşik Osmanli tebasıyla mübadiller arasında karşılıklı alışamama durumu yarattı. Günümüze baktığımızda ise aradaki farklılıkların mübadele sırasında gelen farklı toplulukların Türkleş(tiril)mesiyle nispeten aşıldığı görülüyor.

Türkiye özelinde mübadele konusu uzun zaman akademik çevre’nin araştırma konusu olmadı. Resmi Türk Tezi’nin mübadeleye bakış açısı ‘Yunan zulmü ve Müslümanların mağduriyeti’’ üzerine temellendiği için Türk devleti için bir tabu olarak uzun süre bahsedilmeden kaldı. İstisna olarak 1940 yılında Mihri Belli’nin konu üzerine kalem aldığı yüksek lisans tezi önemli bir belge olarak karşımıza çıkmakta. Günümüzde ise birçok üniversitede kurulan göç araştırmaları merkezleriyle mübadele konusu akademik olarak incelenmekte. Elçin Macar’ın kitapta yer alan makalesi, konu hakkında aydınlatıcı bir kaynak niteliği taşıyor.

Türkiye'nin Göç Tarihi

Derleyenler

M.Murat Erdoğan

Ayhan Kaya

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları

394 sayfa