Kamuran Yüksek: Bir daha masaya oturamayabiliriz

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, hendeklere giden süreci, bölgenin kaygılarını anlattı. Yüksek, sürecin bu şekilde devam etmesi halinde, çözüm için bir daha masa kurulamayabileceği görüşünde.

Yaşananlar hendekler üzerinden tartışılıyor. Hendek nedir, ne demektir? 

İşlerin esasına bakmak lazım. Devletler bu konuda hep manipülatiftirler. Kendi yürüttükleri politikaları kabul ettirmek için bir çok gerekçe üretirler. Hendek de böyle bir şey. Hendeği, barikatı bahane etti. Dün de başka bahaneleri vardı. Taş atan çocukları bahane ettiler. Sokakta demokratik gösteri yapan insanlar vardı. Ondan önce başka bahaneleri vardı. Devlet tahakküm etmek, kendi iradesi dışında bir şeyin gelişmesini engellemek, özgürlükleri bastırmak için gerekçe bulur. Hendek de bir gerekçedir. Hendek etrafında tartışmak AKP politikası etrafında tartışmak demektir. Hendek neden var, onu tartışmak gerekiyor. Esas sorun Kürt sorununun devam ediyor olmasıdır. Kürt sorunu çözülmüş değil. Kürtler anadilinde eğitim yapabiliyor değil, kimlikleri resmen tanınmış değil. Kültürel haklarını, kolektif haklarını, siyasal haklarını kullanabiliyor değil. Bunun yanı sıra doğrudan demokrasi olarak tanımladığımız bir demokrasi biçimi istiyor. Bütün bu sorunlar devam ediyor bu ülkede. Sadece Kürtlerin sorunu değil. Bu ülkede yaşayan, Türk ve Müslüman olmayan herkesin sorunu devam ediyor. İnkar problemleri, red problemleri, devam ediyor. Bunların hiçbiri çözülmüş değil. Bunları görmeden 'neden hendek var' demek çok anlamsız. Hendekleri değil esas olarak Kürt sorunu tartışmak gerekiyor.

Hendekler bütün tartışmaların önüne geçmedi mi? HDP 7 Haziran'da aldığı oylarla kamuoyunda görünür hale gelmişti ama biz hemen arkasından hendekleri tartışmaya başladık. Hendek gerekli miydi? Hendek neyin sonrasında ortaya çıktı?

Biz aslında Türkiye'de önemli oranda demokratik kamuoyunun da HDP'yi yeteri kadar değerlendirmediğini, iyi analiz etmediğini  düşünüyoruz. Bu süreci bitiren, hendekler olmadı. Bu süreci bitiren Recep Tayyip Erdoğan'ın Dolmabahçe mutabakatında masayı devirmesi oldu. Mutabakat dönemini reddetti. Sonrasında savaş için düğmeye bastı. 7 Haziran sonuçlarını reddetti. Sandık diyen, irade diyen, bu sistemi hala meşru gören devlet, hükümet seçimi kabul etmedi. Bu nasıl görmezlikten gelinir? Bunun için kıyamet kopmalıydı. CHP bunun için seçim kurulunun etrafında hendek kazmalıydı. Teamüller gereği, birinci olan partiye hükümet kurma görevi verdi Cumhurbaşkanı. İkinci olan partiye vermesi gerekiyor,’vermiyorum’ diyor kimseden ses çıkmıyor. Böylesi keyfi bir rejim var. Kürtlere karşı da savaş açmış hükümet. Rojava dahil olmak üzere, Kürtlere hiçbir hak tanınmasına müsaade etmeyeceğim diyor. Şimdi burada Kürt sorunu yok, taraf yok, masa yok diyen bir yerden yaklaşıyor Ortadoğu yeniden şekilleniyor, yüzyıl sonrasında tekrar oluşmuş bir konjonktür var. Kürtler de hiçbir şey yapmasın beklesin deniyor. Bu olabilir mi? 1 Kasım seçimlerini savaş ortamında yaptı kimse buna sesini çıkarmadı. 1 Kasım seçim sonuçları meşruymuş gibi hepsi kabul etti. Biz kabul etmedik. Kendi geleceğimizi Recep Tayip Erdoğan'ın iki dudağı arasına bırakmak istemiyoruz. 

Yerel meclisler, yerel mahkemeler kurulduğu tartışıldı. Bütün bunların sonucu mu aslında hendekler? 

Hendek bu işin yeni simgesi oldu. Yoksa Kürtlerin mücadele ettiği her yerde hendek yok. Hendek sadece bahanesi bu işin. Burada kurmaya çalıştığımız yeni bir toplumsal disipline müdahale ediliyor. Biz halkın kendi ihtiyaçlarını giderebileceği alternatif yönetim, ekonomik modeller,  sosyal yaşam modelleri oluşturmaya çalışıyoruz. Evet hukuki modeller de. Bunu çok kriminalize ettiler. Ben bir devlet yetkilisiyle tartışırken de söyledim. “Daha ne istiyorsunuz. Sizin mahkemelerinizin yükü azaldı.” Bütün toplumsal meseleler mahkemelere gelse ne olur? Bu insanlar halk meclisleri oluşturmuş ve buna benzer vakaları kendi içinde çözüyor. Bunlar kötü şeyler değil ki. Devletin her şeye gücü yetmez. İllegalize edince, ‘Bu terör faaliyeti’ deyince insanlar hemen ne kadar kötü demeye başlıyor. Bu kavramların dışında tartışın. Bursa'da herhangi bir mahalle, kendi meclisini kurmuş, kendi mahallesinin sorunlarını çözüyor desen herkes çıkar alkışlar. Sorunları kendi içinde çözüyorlar, mahallenin yoksullarına yardım ediyorlar, iş imkanları varsa bunu pay ediyorlar. Kadına yönelik şiddet varsa, bunu çözüyorlar. Kötü şeyler mi? Uyuşturucu kullanımını, satışını engellemeye çalışıyorlar. Bunu yapanları halk meclisinin içine çıkartıyorlar, ayıplıyorlar, vazgeçiriyorlar. 

“Hendek sadece bahanesi bu işin. Burada kurmaya çalıştığımız yeni bir toplumsal disipline müdahale ediliyor.”

Diyarbakır'da böyle bir mekanizma mı vardı? 

Tabii ki. Şimdi ona müdahale ediyorlar işte. Devlet ben varım diyor. Buradaki mülki amirlerle de bunu tartıştık. “Biz varız, biz çözeriz” diyor. Çözemezsiniz. Devlet toplumun her şeyini yönetemez. Devlet bunu bilecek. Tam tersine devlet bu yetkilerini de resmileştirerek yerel yönetimlere devretmeli. Yerel yönetimler eliyle toplumsal hayat düzenlemeli.  Karar alabilmeli, kanun çıkartabilmeli, bütçesi olmalı. Böyle bir sistem geliştirmek istiyoruz.  HDP seçim bildirgesinde bunu anlattığı için toplattılar. HDP bu baskılar nedeniyle bunun siyasetini geliştirmedi. Fırsat verilse Batı'nın anlamayacağı şeyler değil.

Batı'ya dönük eleştiriler var. Batı'daki demokrasi güçleriyle bir kopuş olduğunu düşünüyor musunuz? 

Kopuş yok. Bizim eleştirilerimiz daha fazla beraber mücadele etme çağrısıdır. Eleştiriler böyle anlaşılmalı. Yoksa uzaklaşmıyoruz. Biraz daha harekete geçirme çabasıdır. Bekledikçe bu kabus geçmeyecek. Uyu uyan bir süre sonra geçecek bir şey değil. Bu gerçek bir şey. AKP hükümeti ülkenin tepsine çökmüş bir karabasandır. Mücadele ederek ancak geçer. Biz buna çağrı yapıyoruz. 

Peki Batı'yla bölge arasında duygusal bir kopuş var mı? 

Evet. Bu bir gerçek. Biz siyaseten bir kopuşu engellemeye çalışıyoruz. Birlikte yaşam meselesi. Bunu bir strateji olarak değerlendiriyoruz ama bunun altı giderek boşalıyor. Son bir kaç ayda devlet şiddetine karşı Batı'dan ses çıkmaması bunu daha da güçlendirdi. Biz artık hiçbir şey söylemiyoruz halka. Türk Kürt kardeşliğinden söz edemiyoruz. Burada insanlar 'Ne kardeşliği ben ölürken bir tane Türk'ten ses çıkıyor mu?' diyor. Ondan dolayı bir süredir çağrı yapıyoruz, 'Ey Türkler, ey Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, bizimle yaşamak istiyorsanız bir şeyler yapın'  'Birlikte yaşamak istiyorsunuz Kürtlerin sesine kulak verin.' Eskiden Batı'ya biz sizinle yaşmak istiyoruz diyorduk.  Bildiğiniz gibi değil diyorduk. Artık bunları anlatmıyoruz. Siz birlikte yaşmak için bir şeyler yapın. Birlikte yaşama şansımız kalmıyor. 

Yarın yeniden masa kurulursa, görüşmeler başlarsa ve Öcalan 'hendekleri kapatın' derse, hendekler kapanacak mı? 

Her geçen gün yük daha da ağırlaşıyor. Hükümet böyle bir noktada olmadığını beyan ediyor. Bir iki ay aralıksız sokağa çıkma yasağının uygulanacağı durumlardan bahsediliyor. Sonuçları ne olacak bilmiyoruz. Hiç masaya oturulamayabilir. Yüzlerce insan katledilirse, bunun üzerine çıkacak olaylar, gelişmelerden sonra masaya dönülemeyebilir. Hükümetin bugünden adım atması gerek. Bugün adım atılırsa, Öcalan'ın devreye girmesiyle kesinlikle sonuçlar ortaya çıkar. Hükümet hiç bu noktada değil. Temizleyeceğim diyor. Temizledikten sonra kiminle masaya oturacaksınız? Başka oturmak isteyeceğiniz muhatapları kimse kabul etmeyecektir. Bu tamamen bir çıkmazdır. Buradan Kürtlerin ayrımına kadar süreç işleyebilir. İşler çok ciddi. Bir yıl öncesi gibi değil. Kürtler bu defa kendi kaderini tayin edecek. Öyle görüşme üzerinden, diyalog üzerinden bir süreç kabul edilemez. Önce direkt olarak, hakların iadesi, temel hakların pazarlıksız iadesi ve siyasi yönetim konusunda da müzakerelerle bir çözüm olabilir. Anadilde eğitim ve diğer konuları hiç tartışmaksızın verilir. Özerk bölgeler, yetki devri konuşulur bunlar tartışılır. Buradan başlaması gerekiyor artık. Hükümet bu noktaya gelirse konuşarak çözüm en iyisidir. 

Daha büyük operasyonlar mı bekliyorsunuz? 

Bazı bölgelerde daha büyük operasyon yapılacağı görülüyor. Buna karşı büyük bir mücadele olacaktır. İki üç gündür Diyarbakır' da yaşananları görüyorsunuz. Bunun bölgenin ve Türkiye'nin tamamında gelişebileceğini görmek lazım. Etki tepki olayıdır. Kürtler siyasi politik bilinci yüksek bir halktır. Seçimler bir hava yaratmıştı ama şu anda Diyarbakır'ın her yerinde eylemler var. Bu süreç yayılarak devam edecek. Yeni bir tartışmaya gireceğiz. Uluslararası alanda da kendi kaderini tayin  hakkını tartışmaya başlayacağız. Türkiye'de zaten BM'nin bu yasalarını imzalamış bir hükümettir. Öyleyse bir halkın kendi kaderini tayin hakkı vardır. Uluslararası meşruiyete, BM yasalarına da dayanarak kendi kaderimizi de tayin edeceğiz. Kısa süreli bir süreç beklemiyor Türkiye'yi. 

“Bölünmek zorunda değiliz ama bunun modelleri vardır. Özerklik, federasyon modelleri vardır. Siyasi olarak demokratik özerklik modelleri var.”

Kopuşu mu tartışacağız artık? 

Bunu kopuş olarak tanımlamayabiliriz. Biz kader tayin hakkından bahsediyoruz. BM, devletin toprak bütünlüğünü de tanımlar. Bunu da esas alıyoruz. Bölünmek zorunda değiliz ama bunun modelleri vardır. Özerklik, federasyon modelleri vardır. Siyasi olarak demokratik özerklik modelleri var. Türkiye çekincesiz olarak bu sözleşmeyi imzalamış. Başbakan Erdoğan olarak 2003 yılında imzası var. Halkların kaderini tayin hakkı vardır diyorsun. O zaman tanıyacaksın.  

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem



Yazar Hakkında

1985 doğumlu. Güncel politika, insan hakları, azınlık mülkleri ve Kürt meselesi üzerine haberler yapıyor. Musa Anter Gazetecilik Ödülleri 2008 yılı en iyi haber ödülü sahibi.