Sarı Kral ile aydınlanma

ESRA ERTAN

Sarı Kral/The King Yellow’ ve onun işareti ilk kez, HBO yapımı suç/gizem dizisi ‘True Detective’ ile girmedi hayatımıza. Belki bazı izleyicilerin ilk kez, bu güney gotiği efsane dizi ile esrarını ve dehşetini deneyimlediği bir imge olabilir ‘Sarı Kral’, ancak biz, onu ilk tasavvur eden yaratıcısı Robert W.Chambers tarafından, 1895’te kaleme aldığı korku öyküleri itibariyle zaten tanıyorduk. Louisiana’da 17 yıl boyunca bir seri katilin işlediği cinayetleri aydınlatmaya çalışan iki dedektifin hikâyesinin anlatıldığı ‘True Detective’, şüphesiz ‘Sarı Kral’ın taşıdığı gizemi bir karanlık ve yasaklı bir  mitos yaratmak için kendi kurgusunun üzerine inşa ediyor. Fakat bu popüler şöhretin ötesinde, İthaki Yayınları’nın 2016 tarihli ‘Sarı Kral Öyküleri’ derlemesinde mitosun işaret ettiği olguları görmek ve anlamak, gotik edebiyatın yapmaya çalıştığı şeyin de farkında olmak bir anlamda…

Poe, Bierce, Chambers ve Lovercraft

Çevirinin ve derlemenin F.Cihan Akkartal’a, editörlüğünün ise Yankı Enki’ye ait olduğu ‘Sarı Kral Öyküleri’, 11 hikâyeden oluşuyor. İlk metin Edgar Allan Poe’ya ait. Diğer öyküler ise Ambrose Bierce, Robert W.Chambers ve H.P.Lovecraft’tan seçilmiş. Bu karmanın birbiriyle mayalandığı nokta sadece bu yazarların korku ve gotik unsurları ihtiva eden metinler kurgulamaları değil elbette. Bir anlam, durum bütünlüğü içerisinde derlenen bu hikâyeler, ‘Sarı Kral’ mitosunun etrafında şekillenen olayları öykülüyor ancak yapmaya çalıştığı şey, bu mitosun bir metafora dönüşerek okura yorum gücünü katacağı bir okuma pratiği sunmak. Bunu yaparken zaten korkunun ve dehşetin koridorlarında gezinen bu yazarların yollarını birbiriyle kesen bir başka noktayı da görünür hâle getiriyor.

1789 Fransız Devrimi sonrası Avrupa’nın ve Amerika’nın politik, toplumsal ve kültürel anlamda geçirdiği dönüşüm, Poe’nun, Bierce’ın, Chambers’ın ve Lovecraft’ın birbirinin çağdaşı olması hasebiyle düşünce dünyalarını yontan önemli bir süreç oluyor kuşkusuz. Bu durum onların yaşadığı aydınlanmanın sonucu olarak kendilerinden daha büyük olan bir bilginin peşine düşmelerinin ve bu bilgiyi yorumlayabilme arzularının da ateşleyicisi oluyor. Devrim, promethean bir biçimde bu gotik yazarların bir anlamda rasyonel gayretlerine dönüşüyor. Poe’nun bir esin kaynağı, bir usta olarak adı geçen ve birbiriyle çağdaş olan söz konusu yazarları etkilemesi, fantezi dünyalarını biçimlendirmesi oldukça önemli bir nokta. Bununla birlikte Poe’nun yazınını tümüyle yaşadığı trajedilerle ilişkilendirmek ve yaşadığı talihsizlikleri karanlık edebiyatın semptomları olarak düşünmek, onun düşünce dünyasını anlamamız için yeterli bir bakış açısı sağlamayacaktır bize. Ancak işte tam bu noktada henüz psikanaliz öğretisinden haberdar olmayan gotik akım, bir edebi tür olarak kendi içine bakma/içgörü geliştirme durumunun şifrelerini öykü ve romanın içinde geliştirmeye başlıyor. Hem yazara hem de okura kendini şifalandırma, tecrübelerini sağaltma olanağı sunuyor. Gotiğin içinden çıkan korku, polisiye, gerilim gibi türler de bu minvalde psikanalitik bir okuma pratiğine alan açıyor.

Derlemenin Poe’nun “Kızıl Ölüm’ün Maskesi” adlı öyküsü ile başlaması da bir tesadüf değil elbette. Çevirmen Akkartal’ın sunuş yazısında dile getirdiği gibi ‘Kızıl Ölüm’ün Maskesi’ ‘hiçbir şeyi’ gizliyor. Bu ne demek? Poe’nun bir anlamda ölümle arasındaki mesafeyi kaldırıp ona yakından bakması, düz yazının olanakları içerisinde onun kaçınılmazlığı ile hesaplaşabilmesi demek. ‘The Fall of The House of Usher’, ‘Ligeia’, ‘The Oval Portrait’ ve ‘The Premature Burial’da yaptığı gibi. Dolayısıyla cesur prens Prospero dostlarıyla inzivaya çekilse de ‘kızıl ölüm, dışarıda’ olduğu kadar içeridedir de. Ondan bir kaçış olamayacağını deneyimlerken prens, varoluş gerçeğimizi de aydınlanmanın rasyonellik çabasıyla önce kendine açıklamaya çalışıyor. Bu noktada Bierce’ın ve Chambers’ın Sarı Kral mitosu ile işaret etmeye çalıştığı şey, sözgelimi biz ona karanlık bilgi diyelim, aslında ölümlülük gerçeği karşısındaki çaresizliğimizin, teslimiyetimizin ya da beyhude isyanımızın sembolik bir temsili olmalı. Yani ‘göklerinde kara yıldızların asılı durduğu Carcosa’yı unutamıyorum;insanın düşüncelerinin gölgesinin ikindi vakti uzadığı, ikiz güneşlerin Hali Gölün’de battığı…’ kadim ve şanlı Carcosa şehrini, orada yaşayan ya da düşlerinde hayalleyen birinin zihninde gezinen okur, Chambers’ın ve Bierce’ın ölüm karşısında duyduğumuz dehşete mekânsal bir biçimsellik kazandırdığına tanıklık ediyor. Öte yandan aydınlanmanın kontrol altında tuttuğu yüce bir düzenin sağından solundan patlak veren dehşetlerimiz ve korkularımız, ‘Sarı Kral’ın bilinmezliği ve tehdit ediciliği ile daha da görünür oluyor ‘Sarı Kral’ öykülerinde…

‘Sarı Kral Öyküleri’, İthaki Yayınlarından raflardaki yerini aldı. Derlemeyi önemli kılan şey elbette hikâyelerin birbirini tamamlayan ‘Sarı Kral’ mitosu ile ilgili okura yaşattığı tedirgin edici okuma pratiği. Ancak bundan çok daha mühim bir şeyi, gotik edebiyatı bir içgörü geliştirme hususunda, bu huzursuz dehaların hayal ülkelerinin hudut boylarında gezdiriyor olmasını başarıyor öyküler…

Sarı Kral Öyküleri
Derleyen:F. Cihan Akkartal
İthaki Yayınları
256 sayfa.