Yerel tohuma bir darbe de Bayer’den

Genetiğiyle oynanmış tohum ürünlerinin bir numaralı tedarikçisi, dünya tohum pazarının %23’üne sahip Monsanto’nun Bayer tarafından satın alınmasıyla, Bayer dünya nüfusunun gıda geleceğini belirleyecek bir tekel haline geldi. Gıda uzmanları, bu satın almanın ne anlama geldiğini yorumladı.

Almanya menşeili kimya ve ilaç devi Bayer ile tohum ve tarım ilaçları üreticisi Monsanto arasında aylardır süren müzakereler geçtiğimiz hafta nihayete erdi, Bayer Monsanto’yu 66 milyar dolara satın aldığını duyurdu. Bu dev satın alma, sadece global ekonomiyi değil, dünya gıda pazarını da ilgilendiren önemli bir haber. Zira genetiğiyle oynanmış tohum ürünlerinin bir numaralı tedarikçisi, dünya tohum pazarının %23’üne sahip Monsanto’nun Bayer tarafından satın alınmasıyla, Bayer dünya nüfusunun gıda geleceğini belirleyecek bir tekel haline gelmiş durumda. Bu satın almayla birlikte küresel tohum ve tarım ilacı üretiminin yüzde 25'i Bayer'in eline geçmiş oldu. 

Aspirin ve Alka-Seltzer gibi ‘popüler’ ürünleriyle bilinen Bayer, tohumun yanı sıra yabani ot ve haşereye karşı kimyasal ilaç da üretiyor. Monsanto şirketi ise mısır, soya fasulyesi, pamuk, buğday ve şeker kamışı gibi GDO’lu tohum ürünleriyle bir dünya devi ve gıda güvenliği açısından karnesi pek de parlak değil.

Bayer’in Monsanto’yu satın almasıyla, ABD’de epey yaygın olan GDO’lu ürünlerin Avrupa kıtasında yaygınlaşıp yaygınlaşmayacağı tartışılmaya başlandı. 

Dünya Gazetesi Tarım yazarı ve‘4 Mevsim Tarım’ Dergisi'nin yayın yönetmeni Ali Ekber Yıldırım, dünyada zaten bir süredir sadece tohum değil, tarım makine pazarında da şirketlerin birbirini satın alıp tekelleşme eğilimden olduğunu belirtiyor. Bayer’in artık neredeyse bir kartel haline gelmesi de dünyadaki beslenmeyi, gıdaya erişimi bile doğrudan etkileyecek bir öneme sahip: “ Birçok ülke GDO’lu tohum istemiyor, üretmiyor. Bu satın almayla GDO dayatılacak. Ülkelerin yerel tohumculuğu, tohum gücü azaldıkça bir şirket istediğini yaptırıyor. Yerellik daha da zayıflayacak.”

Türkiye’deki pazar payı sır 

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık da dünyadaki tüm çiftçilerin karnını doyurmak için artık tek bir deve bağımlı olacağını düşünüyor, Bayer’in %25’lik pazar payını hatırlatıp “bir piyasada dört şirketin payı %40’ın üzerindeyse tehlike çanları çalar” diyor. Peki bu satın alma Bayer’in tedarikçilerinden biri olan Türkiye için ne anlama gelecek? Atalık, Bayer’in Türkiye’deki pazar payının resmi olarak bilinmediğini, çünkü bilgi edinme hakkı kapsamında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na sorulan sorulara cevap alamadıklarını belirtiyor; “Ama el altından edindiğimiz bilgilere göre Türkiye’de hibrit mısır pazarının %60’ı çok uluslu şirketlerin elinde. Bakanlık şeffaf değil. Ülkelerden gelen hangi ürünün tarım ilacı kalıntısı yüzünden geri çevrildiğini bilmiyoruz.” Ali Ekber Yıldırım da Türkiye’deki mevcut yasa ve yönetmenliklere göre GDO’lu ekimin yasak olduğunu, fakat ithalatın serbest olduğunu hatırlatıyor, “Özellikle yem amaçlı olarak 57 yeme izin verilmiş durumda. Yem için getirilen tohumlar gıdada kullanılıyor mu, denetim olmadığı için bunu bilmiyoruz.”

Bayer GDO’lu tarımın yeni sözcüsü mü olacak, yoksa Monsanto, Bayer’den aldığı bu satın alma payıyla yeni bir şirket kurup GDO’lu üretime devam mı edecek? Bu satın alma  gıda ilacı endüstrisini nasıl etkileyecek? Bu soruların cevabı şimdilik belirsiz. Fakat konuştuğumuz iki uzmanın ortaklaştığı bir şey var; o da bu tekelleşmenin çiftçinin belini daha da bükeceği. Çünkü bu dev şirketler tarafından üretilen tohumlar, bir sonraki sene ürün vermiyor ve çiftçi yetiştirdiği ürünün devamı için, fiyatları her sene artan bu tohumlara bağımlı oluyor. Yıldırım’a göre çözüm yerel tohum hareketinde yatıyor: “Yerel tohum konusunda bilinçli çiftçiler de var ama çiftçi genelde en az yerden en fazla verimi almaya çalışıyor. Burada tüketicinin baskısı çok önemli. Kırsaldan çok kentte yerel tohum hareketinin artmasıyla çiftçilerin üzerinde bir baskı oluşuyor. Belediyelerin desteği, tohum takas şenlikleri, ekolojik pazarlarla birlikte bu talep daha da genişlemeli.” Yani tohum endüstrisine karşı bir adım atmanın yolu, çocukluğumuzdaki domatesi, kokusu olan salatalığı çiftçiden talep etmekle mümkün. 

Toplama kamplarında imzası olan bir şirket

Tarım ilaçları ve 2. Dünya Savaşı’yla yaygınlaşmaya başlayan kimyasallar, dolayısıyla insanlığa karşı işlenen suçlar arasında derin bağlar bulunuyor. 2. Dünya Savaşı’nda, silah olarak üretilen kimyasallar özellikle 1960’lardan itibaren dozajları değiştirilerek tarım ilacı olarak kullanılmaya başlandı. Monsanto’nun Vietnam savaşında ABD’nin kullandığı kimyasalları üreten firma olması gibi, Bayer’in de dünya devliğine kapı açan çok karanlık bir yolu var. 

Bayer, AGFA, BASF, Bayer ve Sanofi’yle birlikte 1951 yılında Almanya’nın bir ilaç devinin parçalanmasıyla kuruldu. Bayer’in şapkasından çıktığı IG Farben ise 1925’te kurulmuştu ve hem 20. yüzyılın ilk yarısının en büyük kimya şirketi, hem de 2. Dünya savaşından en çok kar sağlayan şirket oldu.  IG Farben, Holokost sırasında Nazi toplama kamplarında toplu katliamlar için kullanılan Zyklon B gazını üreten şirketti. Gaz odalarındaki toplu ölümlerin müsebbibi olmasının yanı sıra IG Farben, Yahudiler üzerinde korkunç deneyler uygulayan Nazi doktor Josef Mengele’yle birlikte bu ‘deneylere’ dahil olmuştu. Kimya devi, Nazi Almanya’sında kendi toplama kampını, 300 bin köle-işçinin öldüğü bir kampı yöneten tek şirketti.  

1945 yılında Müttefikler tarafından ele geçirilen şirket 1952 yılında tasfiye edildi. Hissedarları Nürnberg Mahkemesi’nde savaş suçundan yargılandı. Tarihe ‘IG Farben duruşmaları’ olarak geçen duruşmalarda şirketin 24 yöneticisi yargılandı, 13’ü bir yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası aldı. Fakat büyük çoğunluğu kısa bir süre sonra salıverildi ve savaş sonrası endüstrisinin yeni yöneticileri haline geldiler.  

Kategoriler

Güncel Yaşam



Yazar Hakkında

1987 İstanbul doğumlu. Agos web sitesinin editörü; insan hakları, ifade özgürlüğü, çevre hareketleri, güncel politika ve yaşam haberleri yapıyor.