Ermeni ve Rum okullarında öğretmenlik ve ‘Türk’ müdür başyardımcılığı yapan Emin Keşmer, ‘Bir Poşet İstanbul Toprağı’ adlı kitabında, azınlık okullarında yaşadıklarını anlattı. Bu okullara “Azınlıkları çekip çevirmek” için atama yapıldığını, asıl amacın onları gözetlemek olduğunu söyleyen Keşmer, “Bunlar marşımızı coşkulu okumuyor, diye bizzat şikâyette bulunan Türk müdürler tanıdım” diyor.
Fotoğraflar: Erhan Arık
EMRE ERTANİ
emreertani@agos.com.tr
Türkiye’deki azınlık okullarına Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanan ‘Türk’ müdür başyardımcılarının öncelikli görevinin, şüpheli unsurlar olarak görülen azınlıkları denetlemek olduğu çok iyi bilinir. Bu ayrımcı uygulama, on yıllardır, azınlıklara, kendilerinin 2. sınıf vatandaş olarak görüldüğünü hatırlatır. Ermeni ve Rum okullarında uzun yıllar öğretmen olarak görev yapmış olan ve bir dönem müdür başyardımcılığı da yapan Emin Keşmer, bir ilki gerçekleştirerek, ‘Bir Poşet İstanbul Toprağı’ adlı kitabında, azınlık okullarında yaşadığı deneyimleri anlattı. “Azınlıkları çekip çevirmek” için bir Rum okuluna müdür olarak atandığında büyük şaşkınlık yaşadığını söyleyen Keşmer, devletin bu okullara Türk müdür yardımcısı göndermesindeki asıl amacın azınlıkları gözetlemek olduğunu ve bunun kabul edilemeyeceğini söylüyor.
• Kitabın adı neden ‘Bir Poşet İstanbul Toprağı’?
İstanbul’dan Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan insanlar, Türkiye’de yaşayan akrabalarına, “Stelyo Barba öldü, cenazeye gelin ve gelirken de toprak getirin” diyorlar. İnsanlar rahmetlinin mezarına bir poşet toprak koymak için seferber oluyorlar. Vasiyetleri bir poşet İstanbul toprağı oluyor. Biz bu insanlara kötü ettik, onlar bu ülkenin insanıydı ve onlar gittikçe biz fakirleştik. 1915’ten beri mimarlık diye bir şey yoktur bu ülkede. Oysa dünya çapında mimarları vardı bu coğrafyanın. Tâ 1880’lerde Trabzon’da opera ve bale vardı. Bu yok edilen kültürlerin üzerine yeni bir kültür inşa edilmeye çalışıldı ama bugün ne halde olduğu ortada. Bunlarla yüzleşmeden Türkiye demok-ratikleşemez. Hâlâ insanlara güvenemezseniz, okuluna Türk müdür gönderirseniz, olmaz bu iş. “Geleceğe bakalım” diyemezsiniz. Ben kitabımda resmi tarih ve milliyetçi söylemlerle toplumu kodlayan devletin azınlık okullarındaki pratiğini anlatmaya çalıştım.
• Nedir bu kodlama?
‘Kütüphaneyi denetleyelim’ |
Bir gün Milli Eğitim’den atanan ‘Türk müdür’lerden biri beni çağırdı: “Okulun kütüphanesini baştan sona bir elden geçirip denetleyelim seninle” dedi. Şaşırdım tabii. Ermenice bilmiyorduk bir defa, neyi anlayıp da denetleyecektik ve ne bulunabilinirdi mesela? Bir işgüzarlıktan öte ne ifade edebilirdi bu denetim. Bu o insanlara çirkin bir saldırı, kaba bir taciz olmaktan öteye ne anlama gelebilirdi? |
Irkçılıktır. Milliyetçilik, 1900’lerde uluslaşma süreciyle topluma kodlandı. Türkiye’de yaşayan sağcı, solcu, ortacı, demokrat herkes bundan nasibini aldı ve insanlar söylemlerinde açık etmese de yaşamsal pratikleri ile bu kodlar ortaya çıkıyor. Dünyadaki tek çocuk bayramı Türkiye’de var diye öve öve bitirilemeyen 23 Nisan’da çocuklara “Atam, vatana düşman dayamıştı hançerini, sen kurtardın” gibi öç duyguları içeren ‘şiir’leri okutuyorlar. Irkçı kodlama dediğim şey böylece küçük yaşta başlıyor.
• Ermeni okuluna atandığınız belgede, “Öğretmen olarak atandı” yerine “Tedvire memur edildi” yazdığını söylüyorsunuz. Ne demek bu?
‘Tedvire memur edilme’nin, çekip çevirme, yönlendirme gibi bir anlamı var. Oraya öğretmen olarak değil, yönlendirmeye ve çekip çevirmeye gönderiyorlar. Öğretmenin neden yönlendirme gibi bir görevi olsun ki? Azınlıklarda bir suç potansiyeli mi var? Atama belgesini gördüğümde ‘tedvir’ kelimesinin anlamını dahi bilmeden hemen anladım ne denmek istendiğini ve “Demek ki azınlık okullarına gidenlerin öğretmenlik haricinde görevleri de varmış” dedim.
• Ermeni okulunda göreve başlamadan önce azınlıklar hakkında ne biliyordunuz?
Hiçbir şey bilmiyordum İstanbul’a gelen kadar. 1991’de Ermeni okulunda göreve başladığımda meslektaşlarıma Ermenilerin sorunları nelerdir diye soramadım bile. Azınlıklar da sorunlarını dile getirmez, kapalı bir hayat sürerlerdi. Ne Ermeni ne de Rum meslektaşlarımla geçmişte yaşadıklarını acılarını konuştum. Azınlıklar sürekli bir göz onları izliyormuş gibi hissettikleri için, kesinlikle böyle netameli konulara girmezlerdi. Bana sürekli izleniyorlarmış gibi yaşadıklarını da anlatmadılar ama hep bir otokontrol halinde olduklarından ben bu durumu sezinliyordum. Bu çok çileli bir durum. Şöyle bir algı var; bireysel çıkarlar için yalan söylendiğinde ahlaksızlık, devletin çıkarları için söylendiğinde vatanseverlik oluyor. Vatan bundan bir çıkar sağlamaz. Bu kitabı yazma amaçlarımdan biri yalanlara karşı çıkmaktı, bu nedenle Ermeni ve Rum okullarında tanık olduklarımı yazdım.
‘Andımız, çirkin, sefil |
---|
Coşkuyla “Türküm” diyorlardı ama bunlar Ermeni çocuklarıydı. Ne düşüneceğime karar veremedim. Bizim Almanya’daki çocuklarımızın, Bulgaristan’da, Yunanistan’dakilerin benzer ant içme merasimlerini gözümde canlandırdım, içim burkuldu. Kendimi aldatılmış, oyuna getirilmiş gibi hissettim. Bu ne basit ama büyük, çirkin, sefil bir sahtelikti? |
• Bir öğretmen arkadaşınız Ermenice konuşulmasından rahatsız olmuş…
Bu durumu Ermeni okulunda da, Rum okulunda da yaşadım. Rumca konuşulması, bir öğretmen arkadaşımın kanına dokunuyordu. Bu çocuklar zaten dışarıda sürekli Türkçe konuşuyorlar, bırakın okullarında anadillerini konuşsunlar. Ben çocukların özellikle Rumca, Ermenice konuşmalarını istiyordum ama bazı arkadaşlarım onların dilini konuşmasından rahatsız oldu. Aklı başında bir insan bundan rahatsız olmaz. Ama kendilerini “Demokratım”, “Sosyalistim” diye tanımlayanlar, uygulamaya gelince, “Rahatsız oluyorum, bunlar da çok oluyor, daha ne istiyorlar” diyorlar. Irkçı kodlama burada kendini açık etmiş oluyor.
• Karabağ savaşı döneminde Ermeni okulunda öğretmendiniz. Ne tür sorunlar yaşandı o dönem?
Bir sabah adamın biri okulun yanındaki kilisenin haçını kırmış “Allahuekber” diye bağırıyordu. Okulun duvarına “Karabağ’ın intikamı alınacak” diye yazılar yazıldı. Çocuklar korktular tabii. Tüm kriz anlarında kendilerinin farklı olduğunu, öteki olduğunu hissettirecek milli reflekslerimizden çocuklar çok kötü etkileniyor.
• Ermeni okullarında çalıştığınız dönemde çevrenizden ne tür tepkiler aldınız?
Ermeni okulunda çalıştığımı söylüyordum. “Bize düşmanlar değil mi, bizi seviyorlar mı?” diye soruyorlardı. “Neden düşman olsunlar, bu ülkenin vatandaşı onlar da” diyordum. Ayrıca, sevmek zorundalar mı, sen onları seviyor musun diye kendine bir sor bakalım. Genellikle dalga geçen yanıtlar veriyordum ben bu tür sorulara “Günahları kadar seviyorlar, fırsat geçse ellerine hepimizi öldürecekler. Silahlı bekliyorlar” diyordum. İnsanları da suçlamıyorum, farkında olmadan kendisine dayatılan milliyetçi kodlarla konuşuyorlar.
• Azınlık okullarındaki Türk yöneticilere ‘müdür başyardımcısı’ yerine neden ‘müdür’ diyorsunuz?
Türk müdür başyardımcılarına ‘müdür’ denir. Resmen öyle yazmaz ama devlet “Müdür”, okuldakiler ise “Müdürüm” der. Örneğin bazı evraklara Türk müdür tek başına imza atabilir ama Ermeni müdür atamaz. Türk müdürler her şeye burnunu sokar, okulun her şeyini bilirler. Gayrimüslim müdürler ise, her şeyi Türk müdüre danışmak zorunda hissederler, “Şöyle yapsak uygun mudur?” diye sorarlar.
![]() |
EMİN KEŞMER 1954 Giresun doğumlu. Anadolu Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı ve İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu. 35 yıllık eğitimci ve tiyatro yazarı. Yazıp yönettiği çok sayıda oyun Türkiye’nin yanı sıra Yunanistan ve İsviçre’de de sahneledi. Halen Kültür Üniversite’sinde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. |
• Ermeni ve Rum öğretmenlerle ilişkileriniz nasıldı?
Öğretmenler senin oraya ne amaçla gönderildiğini biliyor ve mesafeli bir ilişki kuruyorlar. Böyle davranmalarını olumsuz karşılamadım ama herkesle de böyle değildi. Azınlık okullarında çalışıp Rum ve Ermenilerin evine gidip gelen, onlarda dostluk kurabilen az sayıda insan vardır, fakat ben birçoğuna misafirliğe gittim, onlar da benim evime geldiler.
• Türk öğretmenlerle sorun yaşadınız mı?
Hep iyi tutmaya çalıştım ama Rum okulunda müdürken beni iki defa şikâyet ettiler. İl Milli Eğitim’e gidip, “Rumlarla çok samimi, yediği içtiği ayrı gitmiyor. Bütün otoriteyi onlara verdi” demişler. Tanık olmuştum, ‘tedvire memur’ gelen bazı Türk müdürlerin okulda toplantı yapıp “İstiklal Marşı’nı heyecanlı, gür okuyun, milli bayramlarımızı coşkulu kutlayın” gibi sözler sarf etti. “Bunlar marşımızı coşkulu okumuyor” diye bizzat şikâyette bulunan Türk müdürler tanıdım.
• Milli Eğitim bunlara ne diyordu peki?
Ne diyecek ki, “Siz neden coşkulu okumuyorsunuz?” diye mi soracak. Çok çok Ermeni ya da Rum müdürü çağırıp “Biraz daha dikkat edin” diyebilir isterse. Ne yaptırım olabilir ki? Örneğin milli maçların ertesinde de ‘vatanseverlik’ ölçülmeye çalışılırdı. Türk öğretmenler milli takım kazandı diye mutlu bir şekilde okula gelir, hemen futbol muhabbetine başlardı, falanca ülkeyi nasıl yendik diye. Rum öğretmen ne tepki veriyor, seviniyor mu diye anlamaya çalışırlardı.
• Kitapta sivil kişilerin Ermeni okulunu ziyaretinden bahsediyorsunuz…
Ben karşılaşmadım ama okulun Türk müdürü kuruma kontrol için gelen sivil adamlardan bahsetmişti bir ara. Ben sordum, fakat geçiştirdi, kimi sormak için gelmişlerdi, kim neyi merak ediyordu? Kimler ne hakla neyi sorgulamaktaydılar acaba? Ben müdürken böyle bir durum olmadı, olsaydı onu da yazardım kitabımda.
• Bu sistem böyle devam etmeli mi?
Hiçbir gereği yok Türk müdür göndermenin. Vatandaşına güveniyorsan, bırak kendisi yapsın yönetimi. Türk bir öğretmen göndermenin bile gereği yok. Okullar “Bizim şu branşlarda öğretmene ihtiyacımız var, cemaatimizden de bulamadık, şu hocalarla anlaştık, alıyoruz” diyorsa işe alsın ama istemiyorsa almasın. Milli Eğitim denetçi olarak, kendi uzvu olarak kimseyi göndermemeli, bir gün dahi orada mesai yapmalarına gerek yok. Hiçbir sorun da olmaz oraya yönetici gönderilmezse… Bizde paranoyak bir hal var.