Bu tiyatroda kimse başrol değil

Kadıköy Emek Tiyatrosu’nun üretimi olan, Onur Orhan’ın yazdığı, Caner Erdem’in yönettiği ve Barış Atay’ın oynadığı ‘Sadece Diktatör’ oyununun Artvin gösterimi 9 Ocak’ta İl Özel İdaresi tarafından iptal edilmişti. Yasaklama gerekçesi olarak “oyunun uygun bulunmadığı” ifade edilmişti. Ardından, oyun, İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından 19 Ocak’ta Kadıköy’de de yasaklandı. Kadıköy ilçe sınırlarındaki tiyatroları dolaşan polisler, tiyatro sahiplerine oyunun salonlarda oynanamayacağının belirtildiği bir tebligat imzalattı. 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/h Maddesi’ne dayanan bu tebligat genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini tehdit eden “her nevi sahne oyunlarını ve gösterilen filmleri denetlemek, gerektiğinde durdurmak ve yasaklamak” gerektiğine işaret ediyordu. Kadıköy’den sonra gelen Ankara yasağı ise Barış Atay’la il sınırları dahilinde yapılacak her türlü buluşmayı sakıncalı görüyordu. İptalleri Kocaeli, İzmir ve Muğla illeri takip etti.

Son dönemlerde sanat eserlerine ve sanatçılara yönelik artan baskılar tiyatrolar ve tiyatrocuları da fazlasıyla etkiledi. Özellikle OHAL sürecinde yasaklanan oyunlar, Şehir Tiyatroları’ndan KHK ile ihraç edilen oyuncular, Kültür Bakanlığı’nın iptal ettiği ödenekler ve Devlet Tiyatrosu’na yapılan “yerlilik ve millilik” vurgusu tiyatrocular arasında da çokça tartışılıyor.

Bu noktadan hareketle, dört hafta sürecek bir söyleşi dizisi hazırladık. ‘Sadece Diktatör’ oyununun yasaklanmasının ve genel anlamıyla tiyatroların içinden geçtiği sürecin sanat pratiklerine ve örgütlenmelerine nasıl yansıdığını soruşturacağımız bu diziyi, Kadıköy’deki bağımsız tiyatrolardan İstanbulimpro ekibinden Koray Tarhan’la yaptığımız söyleşiyle açıyoruz. Tarhan’la, bir yandan İstanbulimpro’nun sanat anlayışını ve tiyatroya yaklaşımını, bir yandan da ‘Sadece Diktatör’ oyununun yasaklanması sürecinde neler yaşadıklarını konuştuk.

İstanbulimpro hakkında neler söyleyebilirsiniz?

‘İmpro’, sahne üzerinde doğaçlama yapılan tiyatroya deniyor. Bizim oyunlarımız da sahne üstünde doğaçlama performanslardan oluşuyor. Bulunduğumuz yeri ve yaptığımız işi önemsiyoruz. Kadıköy Tiyatrolar Platformu’nun kurucu ekipleri arasında yer alıyoruz. Aynı bölgede, paralel dertlerle işini yapan insanların dayanışma ağının içinde bulunmak bizim yaptığımız tiyatro biçimiyle de bağlantılı. Çünkü biz sahnede seyirciyle iktidarı paylaşma derdinde olan bir tiyatroyuz. Doğaçlama tiyatro yaparken, sadece performanslar silsilesi olmaktan öte, hikâyeyi yaratma inisiyatifinin seyirciyle birlikte alındığı, sahne üzerinde demokratik ve yatay bir örgütlenme biçimini benimsiyoruz. Mottolarımızdan biri de “Herkes yardımcı oyuncudur.” Seyirciyi kimi zaman hikâyenin her basamağında hikâyeye müdahale edebildiği, yeri geldiğinde değiştirebildiği bir formatın içine sokuyoruz. Bunu yaparken niyetimiz, sahneye aldığımız kişiyi komik duruma düşürmek değil, onun hikâyeye katkıda bulunmasını sağlamak. Seyirciyi teşvik etmek, cesaretlendirmek ve bizimle birlikte o yola çıkmasına bir çağrıda bulunmak üzere yapılandırmaya çalışıyoruz gösterilerimizi. Açtığımız ilk sahne Beyoğlu’ndaydı, kentsel dönüşümle Kadıköy’e kaçtık. Buradaki sahnemizin kuruluşunda, inşasında ve burada gördüğünüz her vidada, seyircilerimizin, oyuncularımızın, öğrencilerimizin, ailelerimizin, sevdiklerimizin, eşimizin, dostumuzun emeği var. Dolayısıyla burası patronlu bir tiyatro değil.

Bu iletişim biçimini seyirci nasıl karşılıyor?

“Buranın farklı bir enerjisi var”, “Buraya geldiğimde nefes alabiliyorum, dikkate alınıyorum, fikirlerimin gerçekleştiğini ya da gerçekleşmesi, görselleşmesi için insanların çaba sarf ettiğini, benim fikrimin bir değeri olduğunu hissediyorum” gibi değerlendirmeler alıyoruz. Üst üste iki performansımız aynı olmuyor. Doğaçlamayla evrilen bir süreç, biz de onun içinde evriliyoruz. Bir hafta önce özel hayatımda yaşadığım bir şeyin etkisiyle değişmiş bir birey olarak sahneye çıkıyorum. Politik, ekonomik ya da duygusal olarak yaşadığım bir karşılaşma sahne üzerinde başka bir anlam kazanıyor. Dolayısıyla bu organik sürecin içinde hikâyeyi de, benimle aynı ya da farklı bir şekilde gelişmiş ve değişmiş bir arkadaşımla o anda duyduğumuz, gördüğümüz şeye yapıcı bir reaksiyon göstererek ilerletiyoruz. Oyun arkadaşıma kafamdaki hikâyeyi dikte etmeye çalışsam ya da o bana dikte etmeye çalışsa yürüyemeyiz, hiçbir yere varamayız.

İstanbulimpro bu yıl 10. yaşını kutladı. Bu 10 yıl içinde ülke siyasetinde çok şey yaşandı, çok şey değişti. Sizin sanat anlayışınızda politik olarak neler değişti?

Yaptığımız işin biçiminin politik olduğunu düşünüyoruz. Ben, Türkiye’de sanatçı ve seyirci için biçilen ‘toplumu aydınlatandır’ sorumluluğuna katlanamıyorum. Bu, bizim tiyatro yapma biçimimize de aykırı. Bazı sanatçılar kendilerine bir takım misyonlar yüklüyorlar; sahnenin yukarısından, karanlıktaki seyirciye yukarıdan bakan bir tiyatro anlayışı bu. Ancak bunu kırdığımız zaman politik bir şey yapabiliyoruz. Ben iktidarı her yerde parçalamak gerektiğini, asıl politik olanın içerikte değil, biçimde olduğunu düşünüyorum. Bunun sağlamasını Bertolt Brecht’ten alabiliriz. Brecht politik bir tiyatro yaparken öncelikle biçimini değiştirdi, tıpkı Piscator gibi. Fakat Türkiye’de sanatçılar, seyircileri karanlıkta bırakıp, kendileri ışık altında seyirciye birtakım politik söylemler deklare ettiklerinde politik tiyatro yaptıklarını zannediyorlar. Halbuki biçimsel olarak, 200 senedir, burjuvazinin koymuş olduğu çerçevenin içinde kalınıyor. Politik bir şey yapıyor olmak için sınıf çatışmasından bahsetmek zorunda değiliz. Biz meydanda da, sokakta da, parkta da, apartman dairesinde de oynayabiliyoruz. Ben bunun yeterince politik olduğunu düşünüyorum. Sanatçı elindeki iktidarı seyircisiyle paylaşmaya, onu seyirci konumundan çıkaracak bir pozisyona yerleştirmeye gönüllü mü? Benim politik tiyatrodan anladığım ilk şey bu.

‘Sadece Diktatör’ oyununun yasaklanması sürecinde İstanbulimpro neler yaşadı?

Diğer tiyatrolarda olduğu gibi, önce telefon edip “Bu oyun burada oynuyor mu?” diye sordular, biz de oynanmadığını söyledik. Bir hafta sonra oyunu Kadıköy bölgesindeki bütün tiyatrolarda yasakladılar. Polis gelip tebligat imzalattı bize. Aramızda şöyle bir diyalog geçti: “Ben bir kafede ya da restoranda oturduğumda, yemeği yedikten sonra para ödemeden kaçarsam bu suç mudur?” diye sordum, memur “Evet, suçtur” dedi. “Ben bunun için herhangi bir tebligat imzalamadım, şimdi siz bir yasak koydunuz ve tebligat imzalatıyorsunuz bana. Bunu açıklar mısınız?” diye sorduğumda ise “Tartışmak istemiyorum” cevabını verdi.

Bu yasaklama sonrasında tiyatro olarak izleyeceğiniz bir yol var?

Kadıköy Tiyatroları Platformu bir duyuru yayımlayarak bir kampanya başlattı. Onun dışında, ayrıca bir şey söylemek istemiyorum. Yarın ülkede bütün tiyatroları yasaklasalar şaşırmayız artık. Bence hevesleri de zaten bu yönde. Bu kampanya çerçevesinde iki hafta önce bütün tiyatrolarda ‘Sadece Diktatör’ oyununun okuması yapıldı. Okuduktan sonra biz neden oynatmamalıyız acaba bu oyunu, ona ikna olacak mıydık, benim merakım buydu. Acaba Emniyet Müdürlüğü gerçekten bizim iyiliğimizi mi istiyor? Bence İlçe Emniyet Müdürlüğü istemeden de olsa tiyatro için çok faydalı bir işe imza attı, çünkü bir tiyatro metni uzun yıllardır bu kadar çok insanın merakını celbetmemişti. Oyun zaten 160 kez izleyici karşısına çıkmış, iki yıldır oynanıyor. Bu oyunu izleyen şanslı bir seyirci topluluğu var, bundan sonra izlenemeyecek ama bu yasak sayesinde oyun çok daha fazla insana ulaşmış olacak. Tiyatro yarın da yapılır, bugün de yapılır, yasaklar elbet bir gün kalkar.

Kültür Bakanlığı’nın özel tiyatrolara dağıttığı ödenekler önceki yıllarda tartışma konusu oldu. Siz Bakanlık’tan ödenek alıyor musunuz?

Biz devletten hiç destek almadık, istemiyoruz da. Yıllar önce bazı arkadaşlarımız başvurmamız için ısrar etti. Kültür Bakanlığı’nın destek fonuna başvurduk. Biz geleneksel tiyatrodan yola çıkan bir takım formatlar üzerine çalışıyoruz. Kendi sahnemizi açtık. Bunları söylüyorum, çünkü Bakanlığın 2010’da duyurduğu devlet yardımının alınabilmesi için 10 maddelik bir kriter listesi vardı, İstanbulimpro bu kriterlerin dokuzuna uyuyor olmasına rağmen yardım vermediler, biz de bir daha başvurmadık. Bakanlığın bize yaptığı açıklama iki yıl boyunca tiyatronun duvarında asılı kaldı. 10 senelik geçmişimize baktığımızda o kriterleri fazlasıyla aştığımızı görüyoruz. Devlet bize yardım etmesin, kendi işine baksın.

Kendi tiyatronuzu hangi kategoriye sokarsınız? Burası ‘alternatif’ diyebileceğimiz bir özel tiyatro mu?

Bu kavramlar biraz daha netleştiğinde bu soruyu tekrar düşünelim. ‘Alternatif’ ne, ‘özel tiyatro’ ne demek? Eskiden devlet ve şehir tiyatroları dışındaki bütün tiyatrolar özeldi. Ekonomik anlamda ele alacak olursak, biz özel tiyatroyuz. Ancak alternatif bir tiyatro muyuz, bilmiyorum. Neyin alternatifi? Devlet tiyatrosunun mu, yoksa şehir tiyatrosunun mu? Bunun cevabını en iyi verecek olan kitle seyircimiz.

Kadıköy Tiyatroları Platformu’nun ‘Sadece Diktatör’ oyununun yasaklanmasına ilişkin duyurusundan bölümler:

“Kadıköy Tiyatrolar Platformu üyelerinden Kadıköy Emek Tiyatrosu’nun üretimi olan ‘Sadece Diktatör’ adlı oyun 9 Ocak 2018 günü ilk olarak Artvin İl Özel İdaresi’nce, ardından Artvin valiliğince seyirciyle buluşması yasaklanmıştır. Bu duruma ülke çapında verilen tepkinin karşısında Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğü tiyatroları kapı kapı dolaşıp kendince bir soruşturma başlatmış, ilçe sınırlarında faaliyet gösteren sahnelere polis ekipleri göndererek bu tiyatro oyununun herhangi bir tiyatroda oynanıp oynanmayacağını sorgulamıştır. Ardından 19 Ocak 2018 günü Kadıköy ilçe sınırları içinde kapalı veya açık alanda ‘Sadece Diktatör’ oyununun oynanmasının yasaklandığını belirten tutanakla Emek Tiyatrosu’nun kapısına polis yığınağı yapılarak seyirciyle buluşması ‘hiçbir mahkeme kararı’ olmaksızın OHAL bahane edilerek engellenmiştir. Son olarak Ankara Valiliği bu saçma yasaklamayı tüm il sınırlarında kapsamını daha da genişleterek uygulamaya koymuştur.

Biz Kadıkoy Tiyatroları Platformu olarak ‘evrensel insani değerler’ ön kabulünün ihlal edilmediği hiçbir sanat üretiminin sansürlenmesini, yasaklanmasını; üretici kadrosundaki sanatçıların hedef gösterilip maddi ve manevi işkenceye maruz bırakılmasını, tehdit edilmesini kabul etmiyoruz. Güvenliğimizi sağlamakla görevli kamu memuru polislerin, tiyatrolarımıza soruşturma ve tehdit mekanizmasının uygulayıcıları olarak değil, seyircimiz olarak gelmesini diliyoruz.”


Kategoriler

Kültür Sanat Tiyatro


Yazar Hakkında