‘Tiyatro seyircisi dizi seyircisine dönüşüyor’

‘OHAL gölgesinde tiyatro’ söyleşi dizimizin üçüncü haftasında, 2015’te kurulan Kadıköy Theatron’u konuk ediyoruz. Theatron’un kurucuları arasında yer alan Cazu Tiyatro ekibinden Behiç Cem Kola ve Kadıköy Sanat Tiyatrosu’ndan Salih Usta’yla tiyatronun güncel sorunları üzerine konuştuk.

 Kadıköy Theatron ne zaman, nasıl kuruldu? 

Behiç Cem Kola: Üç yıl önce kuruldu. Mekânın kurucusu olan Cazu Tiyatro’nun ekibiyle üç sene önce, Beyoğlu’nda bir barın kullanılmayan bir bölümünde bir sene boyunca her gün buluşup çalışıyorduk. Ücretsiz tahsis edilmiş bir yerdi burası. Bir süre sonra, “Biz burada sabahın köründe gelip gecenin bir yarısına kadar buluşuyor, çalışıyoruz, yeni yazılan metinler var, yeni araştırmalar var, kendimize en iyisi bir çalışma alanı bulalım” diye düşündük ve Theatron’u kurduk. Önce Beyoğlu’nda yer aradık ancak bulamadık, daha sonra Kadıköy’de yer bakmaya başladık ancak kiralar altından kalkamayacağımız meblağlardaydı. En sonunda Kadıköy’de bir pasajın içinde burayı bulduk. Çok kötü bir haldeydi fakat bir daha bulamayacağımız bir fiyata satılıktı, biz de kredi çektik, herkes elinden geldiğince bir şeyler yaptı ve nihayet burayı aldık. Mekân kurma niyetimiz yoktu aslında, küçük bir salon arıyorduk. Çalışabileceğimiz, buluşabileceğimiz bir yer olsun istedik. İki tane masa atarız, çay kahve yaparız, prova alırız dedik. Zamanla işler büyüdü, mekân sevildi, insanlar gelip oynamaya başladılar. Bu yıl Kadıköy Sanat Tiyatrosu (KaST) katıldı aramıza, onlarla beraber yürütüyoruz mekânı.

Kadıköy Sanat Tiyatrosu olarak Kadıköy Theatron’a dahil olmadan önce 10 yıllık bir geçmişiniz var. KaST’ın nasıl bir tiyatro anlayışı var?

Salih Usta: Son yıllarda ‘fiziksel tiyatro’ ile anılsak da, sadece fiziksel tiyatro yapan bir ekip değiliz. İçimizde başka tarzda tiyatro yapan insanlar da var. Ama şöyle bir politikamız var: Biz, toplumun hâkim olduğu tiyatro anlayışının biraz daha dışında tiyatro anlayışına sahip bir ekibiz. Bir vodvil yapmak istemiyoruz, bir gerçekçi tiyatro yapmıyoruz. Bunun dışındaki araştırmalar içinde tiyatro yapmaya çalışıyoruz. Bir dil arama serüvenindeyiz aslında. Geçtiğimiz senelerde Gezi’yi yaşadık, bunun sonrasında çok fazla olay atlattık, aynı şekilde tiyatro yapamayacağımızı düşünüyoruz. Buradan yola çıkarak kendimize “Seyirciyle nasıl bir iletişim kurmalıyız ki başka türlü bir üretim biçimi yakalayabilelim” diye soruyoruz. 

Yaptığınız işleri ‘deneysel tiyatro’ olarak tanımlıyor musunuz?

B. C. K: ‘Deneysel tiyatro’ gibi kavramlar biraz riskli kavramlar aslında. Ne KaST, ne Cazu Tiyatro deneysel tiyatro yapıyor. Konvansiyonun önerdiği şekilde tiyatro yapmıyoruz sadece. Ancak bu avangardların, deneysel tiyatrocuların denediği şekilde tiyatro yaptığımız anlamına gelmiyor. Keşke daha fazla seyircimiz olsa da biz de üretimlerimize devam etsek. Konvansiyon sana iki öneri sunuyor: Birincisi her oyunda ünlü birini bulacaksın. İkincisi, en az bir ya da iki tane piyasa işi, yani ‘ağlaklı’ iş, ‘gülmeli’ iş yapacaksın. Kabaca bize dizi yapmayı öneriyorlar. Televizyon dizisi izleyicisini çekebilmem için bana bunun formülünü veriyorlar. 

Alternatif tiyatroyu nasıl tanımlarsınız? Sizin yaptığınız tiyatro alternatif mi?

B. C. K: Bu konuyu araştırırken şöyle bir izlek çıkarılabilir: Ben nasıl bir tiyatro yapıyorum? Benim yaptığım tiyatroyu yapan biri var mı? Eğer benim yapacağım tiyatro zaten yapılıyorsa ben neden onun alternatifini yapıyorum? Ya beni oraya almayacakları ya da benim istediğim imkânları sağlayamayacakları için. Örneğin benim kafamda sahneye edebiyat uyarlaması taşımak var. Türkiye’de kimler edebiyat uyarlaması yapıyor? Devlet Tiyatrosu’na bakıyorum, benim kafamdaki gibi yapmıyor. Çünkü sahneye uyarlamaktan değil, metnin içinden başka bir şey çıkarmaktan bahsediyorum. Yaptığım tiyatro, başka bir yerde örneğini bulamadığım için alternatif bir anlam kazanıyor. Ancak deneysel olmuyor çünkü mitlerin uyarlanması tiyatronun en başından beri var.

Kendi topluluklarınız kurulduğunda hedefleriniz nelerdi, şimdi nerede buluyorsunuz kendinizi? Türkiye’deki siyasi gelişmeler tiyatro anlayışınızı nasıl etkiledi?

S. U: KaST için konuşacak olursam, işler bizim için çok değişti. Biz vodville başladık mesela.  Sonrasında bu biçimi yapmak istemediğimize karar verdik.  Politik olarak sürekli değişen bir ortam var ama genel olarak tiyatronun bu noktada hiçbir şekil değişikliğine gitmediğini görüyorum. Dünya değişiyor, karşındaki insan değişiyor ama tiyatro değişmemek için çaba sarf ediyor. Büyük sahneden küçük sahneye geçiyorsun ama yine aynı şeyi yapıyorsun. Aynı biçimi, aynı dili kullanmaya çalışıyorsun. Bu yüzden biz araştırmamızı buradan tuttuğumuzda, değiştirmemiz gereken bir şeyler olduğunu düşündüğümüzde, doğru yerden başladığımızı düşünüyorum. Onu hâlâ arıyoruz. Bizim yapmaya çalıştığımız şey bir nihai sonuç değil. Bizim daha çok üzerinde durduğumuz şey biçimin kendisi. Bizim için biçimsel olarak seyirciyle kurulan ilişki bu arayışta başlangıç noktalarından biri. Ben seyirciye ne vermek istiyorum? Seyirciyle nasıl bir ilişki kurmak istiyorum? Ben oyun sonrası seyirciyle oyunu tartışmak istiyorum. Seyircinin bizi dizi izler gibi veya gerçekçi bir tiyatro izler gibi oyun esnasında her şeyi anlayıp, kapıdan çıktığı anda düşünmeyi bıraksın istemiyorum. Gerekirse beğenmesin, sevmesin, lanet okusun, kafasında kursun ama oyun bittikten sonra seyircide devam etmesi gereken bir şey olsun. Bir şeyle yüzleşme yaşaması gerekiyor.

Kadıköy’de tiyatro yapmak ile ilgili deneyimleriniz neler? Kendinizi diğer semtlere kıyasla Kadıköy’de daha güvende hissediyor musunuz?

S. U: Biz 10 yıldır buradayız. Kadıköy’ü şu anda daha zenginleşmiş, yerelleşmiş, dolayısıyla güvenli görüyorum. Ama bu güvenli alanı aynı zamanda çok tehlikeli de buluyorum. Evet, güvenli bir alan, Kadıköy Tiyatroları Platformu’muz var,  tiyatrolar birbirine destek veriyor, ama o kadar küçülmüş durumdayız ki şu anda Kadıköy’e hapsedildik. Benim için bu aslında tehlikeli bir nokta. Beyoğlu’nu yok ettiler, zamanla burası da bitebilir. Hepimiz buraya kaçtık, buradan sonra nereye gideceğiz? Aslında İstanbul’a yayılmamız gerekirken, daha da sıkışıp bir yere gömüldük. Buraya bir şey olduğunda ne yapacağız? Tiyatroyu nerede, nasıl yapacağız?

Barış Atay’ın oynadığı ‘Sadece Diktatör’ oyunun yasaklanması sonrasındaki süreç Kadıköy’de tiyatrolar arasında nasıl yankı buldu, bu süreci özetleyebilir misiniz?

S. U: Bu aslında görünen bir şeyin ilk adımıydı. Bunun geleceği, bundan sonra da gelmeye devam edeceği aslında barizdi. Bundan sonraki süreçte sıra bize ne zaman gelecek, bekliyoruz. Devlet Tiyatrosu’na bir saldırı oldu, başka müdahaleler de oldu. Şimdi sırada biz varız. Bunun için hazırlıklı mıydık? Değildik. Ama içten içe bekliyorduk. Kadıköy Tiyatroları Platformu bir yandan, ortak hareket edebilmek adına bizim için bir güç. Böyle bir güven duymak da iyi geliyor. Bundan sonra saldırı olursa nasıl olur? Onu bilmiyorum. Umarım olmaz. Umarım tiyatro grupları olarak daha da küçülmeyiz. 

B. C. K: Kadıköy Tiyatrolar Platformu da, Oyuncular Sendikası da kınama metni yayınlayarak tepki gösterdiler. Bence yapılan duruma göre gösterilen bu tepkiler çok küçük. Şöyle bir durum var: Tiyatro cemiyetinde ben eylem yaparsam sadece tiyatronun içinde olan insanlar öğrenir. Dolayısıyla eylemi geliştirmek, seyirciye ulaşmasını sağlamak zorundayım. Diğer türlü eylemi ancak birbirimize ulaştırırız. Benim yaptığım eylemi Salih öğreniyor, oysa Salih zaten eylemin bir parçası. Bunu dışarı çıkarmak gerektiğini düşünüyorum. Karar sonrası eylemde hepimiz canlı yayında ‘Sadece Diktatör’ oyununu okuduk. Dediğim gibi eylemin destekçisiyiz. Ancak daha güçlü bir duruşa ihtiyacımız var böyle durumlarda. Yoksa tekrarında daha güçlü bir duruşumuz olacak mecramız kalmaz. Bu yüzden tiyatrolar platformunun ve Oyuncular Sendikası gibi daha çok insana ulaşabilecek insanların daha iyi bir duruş sergilemesi gerekiyor. Anlıyorum herkes korkuyor fakat bu korku bizim canımıza kasteden bir korku değil. Ben şu an insanları sokağa polisle çatışmaya davet etmiyorum, daha farklı nasıl tepkiler üretilebilir onu tartışıyorum. 

Kültür Bakanlığı’nın her yıl özel tiyatrolara dağıttığı ödenekler de çok tartışma yarattı. Siz bu ödenekler için başvuruda bulundunuz mu?

B. C. K: Bir kere başvurduk ama vermiyorlar. Özel bir sebep de göstermiyorlar. Ödenekleri, yıllar içinde oturmuş belli gruplara veriyorlar. Bizler daha yeniyiz. Ödenekten faydalanan yeni bir tiyatro ekibi görmedim.  

Ülkede gündelik hayatı etkileyen politik olaylar yaşanırken, sizin tiyatro yapma biçiminiz bundan nasıl etkileniyor?

S. U: Fındığın bile bir politikası var. ‘Fındık politikamız’ diye bir şey var. Politika kelimesinden korkmamak gerekiyor. Tiyatronun içinde de politika var. İnsanla uğraşıyoruz, insana bir şey anlatmaya çalışıyoruz. Bar eğlencesi yapmıyoruz. Kaldı ki bar eğlencesi yapıyor olsak, onun bile bir politikası var. Politikadan, siyasetin kendisinden korkmamak lazım, hayatın, güncel olanın yanında değilsek zaten biz neyi anlatacağız? Güncel olanla ilgilenmek zorundayız. Bu, sokağa çıkıp bağırmak ya da tweet atmakla ilgili bir şey demiyorum, tiyatronun kendi noktasında politik olanla ilgileniyor olmamız gerekiyor ki tiyatro yapabilelim. Bunlarla ilgilenmiyorsak, tiyatro, “Hadi gel gönül eğlendirelim” noktasına geliyor.

Son dönemlerde tiyatro oyunlarına ve yazarlarına yapılan ‘yerlilik’ ve ‘millilik’ vurgusu için ne düşünüyorsunuz?

B. C. K: Ben dramaturji bölümü mezunuyum, okulda Türkiye tiyatrosunun bütün tarihini öğreniyoruz. Fakat Türkiye tiyatrosu çok oturmuş bir tiyatro değil. Bugünkü oyun yazarlarının beslendiği yere bakarsanız da oturması çok zor. Türkiye’de 100’e yakın oyunculuk, iki tane yazarlık okulu var. Sokakta biri bize “Geleyim oynayayım, çok komiğimdir” derse onu garip buluyoruz. Ama birisi gelip “Ben bir şey yazdım” dediğinde garip bulmuyoruz. Hâlbuki oyun yazarlığı bir meslek, bunun bir tekniği var, metnin çok net bir yapısı var. O yapıyı karşılayabilecek oyunları bir şekilde elimize almaya çalışıyoruz.  Oyun seçiminde yaklaşımımız bu yönde. Bir oyun yapacak olursam, o oyunu mutlaka uyarlarım. Uyarlamayacağım oyunla benim ne işim olur, hiçbir fikrim yok. O metni yerelleştirmek, millileştirmek değil fakat sahneye uyarlamak gerekiyor

S. U: Yerlilik ve millilik mevzusunun çok politik bir yerden geldiği ve bununla ne yapılmak istenildiği belli. Benim savunduğum şey, sahnede olanın evrensel bir şekilde görünür olması. Yerli ve milli söyleminin altı çok boş. Çünkü Brecht veya Meyerhold gibi tiyatroyla ilgili bir biçim sunmuyorsun, ‘yerli ve milli olsun, bizim yazdığımız oyunları sahneye aktaralım’ dışında bir arayışa girmiyorsun. Elbette yerli yazarları destekle, bu kesinlikle yapılması gereken bir şey. İnsanlar, destek gördükçe daha iyi yazabilirler. Ama yerli ve milli derken demiyor ki gidip “Godot’yu Beklerken” gibi bir oyunu yazsın adam,  Osmanlı’yı kabart diyor en temelinde.

Kendi yaptığınız tiyatro açısından ne gibi bir gelecek görüyorsunuz?

B. C. K: ‘Masumiyet’ filminin sonunda şöyle bir cümle var: “Yol bu, ben buna devam edeceğim.” Benzer bir yerden ben de öğrenmeye ve anlamaya çalışmaya devam edeceğim.

S. U: Biz yapacağımız işi yapmaya devam edeceğiz ama beni korkutan şey şu: Özellikle son iki yıldır popülerleşmenin verdiği şeyler ile seyircinin değiştiğini görüyorum. Seyirci kitlesi dizi seyircisine dönüşüyor ve popüler olanı arıyor. Zaten bu her zaman vardı ama şu anda net bir şekilde görünür olmaya başladı. Seyircinin, oyuncularını hiç bilmediği bir tiyatroya gitmemek gibi bir eğilimi var şu anda. Bunu kırmak gerekiyor. Bu iş nereye kadar böyle devam edecek? Biz de dizi oyuncusu olmak zorunda mıyız? Sinemada mı oynamak zorundayız? Hayır, bu yüzden de yaptığımız işi yapmaya devam edeceğiz.

B. C. K: Seyircinin gözünün tanıdığı dizideki ünlüyü oyuncu oyunlara alınıyor. Tiyatro sana ünlüyle yakınlaşma anını satıyor, sana senin televizyonda gördüğün ve ekranın arkasında gördüğün temas edemeyeceğin birisiyle bir saat aynı odaya koyuyor seni ve o yüzden de fiyatına yüz lira diyor bunun. S. U: Kendi tiyatromuza seyirci bulabilmemiz için biz nasıl oyun yapmalıyız ki seyirci bize gelsin, seyirci bizden vazgeçemesin? Biz de bir şey yapıyoruz. Bizim biçimimizde bir hata olabilir belki de? O popüler araçları kullanmadan seyircinin bize gelmesi için bir şey yapmalıyız. Onu o zaman bize bağlayacak bir şey lazım. O popüler araçlar olmadan tiyatronun kendisinin yapması gereken şey ne?



Yazar Hakkında