Vakıflı bereketi gelecekte arıyor

Gelenekler kültürleri yaşatır, kültürler de gelenekleri. Türkiye’nin en güney ucunda Hatay’ın Antakya ilçesinin Samandağ kasabasına bağlı tek Ermeni köyü Vakıflı da geleneklerini ve kültürünü koruyarak yıllar boyu ayakta kalmayı başardı. Ermenilerin her yıl Ağustos'un 15'inde kutladığı bayram bu yıl da hummalı bir çalışmanın ürünüydü. Sohbetler ise Suriyeli Ermenilerin tedirginlik verici durumu ile köyün geleceği üzerineydi.

LORA BAYTAR

Gelenekler kültürleri yaşatır, kültürler de gelenekleri. Türkiye’nin en güney ucunda Hatay’ın Antakya ilçesinin Samandağ kasabasına bağlı tek Ermeni köyü Vakıflı da geleneklerini ve kültürünü koruyarak yıllar boyu ayakta kalmayı başardı.

Ermeniler, her yıl 15 Ağustos’a en yakın Pazar gününde, Meryem Ana’nın ölümünün ardından göğe yükselişini kutlar; bu tarih aynı zamanda üzüm orucunun da sona erdiği tarihtir. Bir çeşit bağbozumu ritüeli olan üzüm kutsanmasında Meryem’in rahminin ilk meyvesini insanlık için kurban edişiyle üzüm eş tutuluyor ve bollaşıp bereketlenene kadar üzüm yenmiyor. Pagan dönemden kalma bu geleneğin en yoğun yaşandığı yer, bu yıl da Vakıflıköy Surp Asdvadzadzin Kilisesi oldu.

Köyde, üç gün üç gece süren şenliklerle kutlanıyor bayram. Dünyanın ve Türkiye’nin her bir köşesinden Vakıflıköylüler ya da Vakıflıköy dostları, kilometrelerce yolu, koca koca kazanlarla kaynatılan harisanın (keşkek) başında toplanmak için aşıp geliyor. Köy kilisesinin yönetim kurulu başkanı  Cem Çapar’ın verdiği bilgiye göre, köyün 135 olan nüfusu bu üç günde 500’ü buluyor. Harisanın dağıtıldığı gün kilisenin bahçesi 3 bin kişiyle doluyor.

Bu yılki Surp Asdvadzadzin, Hatay’ın hemen yanı başındaki Suriye’de yaşanan acı olayların tedirginliği ve hüznünü de taşıyordu. Yaptığımız sohbetlerin daimi konusu ise, bu küçük Ermeni köyünün gelecek nesillere taşınıp taşınamayacağıydı. Bunun için gençlerin köyde yaşamaya devam etmesi, orada aile kurmaları gerekiyor. Bunun için de sağlam bir ekonomik altyapı şart. Vakıflıköy, bu altyapıyı kurmak için arayışta. Özellikle kadınlar, el emeği göz nuru üretimleri ve çalışkanlıklarıyla köyü ayağa kaldırmaya çalışıyor. Anadolu’nun son Ermeni köyü, geleceğini arıyor.

Vakıflıköy’de Surp Asdvadzadzin kutlamaları hummalı bir çalışmanın ürünü. En küçüğünden en büyüğüne bütün köyün çalıştığı bayram hazırlıkları sırasında gördük ki, kadınların ve gençlerin çabası, bitmez enerjisi, köyün misafirperverliği en az bayramın kendisi kadar etkileyici.

Surp Asdvadzadzin’den bir gün önceki cumartesi en yoğun gün Vakıflı için. 1915’te Musadağ’da erzakları telef olan Ermenilerin ellerinde kalan buğday ve etle yaptıkları kutsal yemekleri harisanın, köy diliyle ‘herisi’nin pişirildiği gün o gün. Öğlen saatlerinde buğday çuvalları çıktı ortaya. Kadınlar buğdaydaki taşları ayıkladı. Depodan çıkarılan kazanlar temizlendi, ocaklar hazırlandı, yakıldı.

1915’te Samandağ’daki 7 Ermeni köyünden yaklaşık 5 bin insan sürgüne gitmek yerine Musadağ’a sığınmış ve direnerek hayatta kalmıştı. Musadağ’ın bir zamanlar Ermenilere ait olan 7 köyünün anısına 7 kazan kuruldu kilisenin bahçesine. Bir kazan Yoğunoluk için, diğerleri Hıdırbey, Kebusiye, Bityas, Hacıhabipli, Yezur için...

Köy kooperatifi başkanı Bedros Kehyaoğlu, herise yapımıyla bizzat ilgilendi. Bu görev ona büyüklerinden kalmış:“Bir bayram öncesi Çakı Dede (Tomas Keskin) beni çağırdı. Kendimi bildim bileli herisiyi o yapardı. ‘Bu bayramda benim yanımda duracaksın, bundan sonra  herisiyi sen yapacaksın’ dedi. Ertesi yıl ben yaptım onun gözetiminde. O gün bugündür devam ediyorum. Ben de önümüzdeki yıl gençlerden birine öğretmeyi düşünüyorum.”  

Gece saat 12 olduğunda kazanlar kaynamaya başladı. Gençler herisi kazanlarının başında bekliyordu. Onlarla, hem köyün hem kendilerinin geleceğini konuştuk. Köyü yarına taşıyacak olanların kendileri olduğunu biliyorlar. Ama bunun nasıl olacağı sorusunun yanıtı kolay değil. Bu zeki çocukların üniversite sınavlarında aldıkları başarılar, onları kabuklarını kırmaya ve köy dışına çıkmaya yönlendiriyor.

19 yaşındaki Anjel Kısadur, köyünü çok sevse de, gelecek planlarında büyük şehir var. Üniversite tercihini henüz yapmış ve hemşirelik kazanmayı bekliyor: “Burası her zaman böyle küçük bir yer değilmiş. Zamanında büyük bir kalabalık varmış. Ermeni kültürünün canlı yaşandığı bir yermiş. Biz şimdi zorlayarak, ite kaka götürüyoruz. Bu kültürü devam ettirmek adına kendimi illa ki sorumlu hissediyorum ama bir yere kadar; çünkü benim de kendi hayatımı kurmam lazım.”

Nora Kavukçu da köyle bağlarını sürdürse de şehir hayatından kopmak istemeyen bir İstanbul çocuğu. Üniversitede iç mimarlık okuyor. “Köye akrabalarımı görebilmek için geliyorum” diyen Nora, “Yapabileceğim bir şey yok burada. İstanbul’da yaşamaya alıştıktan sonra köydeki yaşama adapte olamıyorum” diyor.

“Babanızın, dedenizin kurduğu bu bağların, bahçelerin yok olup gitmesi canınızı acıtmıyor mu?” diye sorduğumda, Nora bunun hepsi için büyük bir ikilem olduğunu söylüyor: “Bir yandan canınızı acıtıyor ama bir yandan da hayatını devam ettirmek için mecbur kalıyorsun. Hayatımızı kurmak için şartlarımızı ve olanaklarımızı zorlamak zorundayız.”

Anjel, çocuklarının Ermenice öğrenmelerini ve bunun için de İstanbul’daki Ermeni okullarına gitmelerini istiyor: “Burada hepimiz Türk okullarına gittik ama kolay bir şey değil. Çocuklarımın benimle aynı şeyi yaşamasını istemem” diyor.

Eliza Kartun ise henüz lise öğrencisi. Samandağ’da bir okula devam eden Eliza, üniversite için İstanbul’a gideceğini söylüyor: “Üniversite bittikten sonra buraya dönmeyi isterim ama köyde yapacak bir şey yok. Bu yüzden, ne kadar istersek de yapamayız, eninde sonunda gideceğiz.” Onu sessizce dinleyen diğer çocuklar, Zepür ve Anuş da başlarını sallayarak onaylıyorlar...

Lori Kartun da muhtemelen bir yıl sonra köyden ayrılacak. “Ben köyü ve doğa yaşamını çok seviyorum” diyor;“Bir kentte yaşamaya zorlanırım belki ama genetik mühendisi olmak istiyorum ve bu yüzden köyde kalamam. Günün birinde veya her yaz ne olursa olsun köye gelirim, sonuçta burası benim evim. Köyün yaşaması, kültürün devam etmesi için aslında burada kalmak gerek ama olmuyor işte.”

Onlar köyde mesleki açıdan yapacak bir şey olmadığını düşünseler de, köy yaşantısının gerektirdiği pek çok ihtiyaç, aslında birilerinin ekmek kapısı olabilir. Köyün ve çevresinin de bir avukata, hemşireye, doktora ve benzeri mesleklerden insana da ihtiyacı var. Köy kilisesinin yönetim kurulu başkanı Cem Çapar, bu bakımdan çok özel bir örnek. Liseyi İstanbul’da Tıbrevank’ta okuyan Cem, Elazığ’da veterinerlik eğitimi aldıktan sonra köyüne döndü ve mesleğini orada sürdürüyor. Samandağ’ın bütün köylerinin gece gündüz her an ihtiyaç duyduğu genç veteriner, büyük şehire gitmektense köyünü kalkındırmak, yaşatmak ve geliştirmek için elini her taşın altına koyuyor. Köy kooperatifinin kâr edebilmesi, köyde bir pansiyonun açılması, çeşitli atölyelerin ve gelir getirici faaliyetlerin yürütülebilmesi için sürekli fikir geliştiriyor, uzmanlardan destek alıyor.

Erkeklerin arkasında değil yanında

Köyün kadınları kurdukları iş bölümü düzeniyle köy için var güçleriyle çalışıyorlar. Reçeller, likörler, sabunlar, nar ekşileri, şuruplar yapan 27 kadın, yıllardır köyün ekonomisine katkıda bulunuyor. Sipariş edilen her yere kargoyla ulaştırılan ürünlerin ünü dilden dile yayılıyor. 

Elena Çapar, her gün kilisede bilfiil çalışan emekçi köy kadınlarından biri. Arap Ortodoks olan Elena köye gelin gelmiş ama en az köylü kadar sahiplenmiş Vakıflı’yı. Bu köyde olmaktan ve çalışmaktan hem gurur duyuyor hem de huzur. “Biz burada kendimizi işe yarar hissediyoruz. Köy kadınları olarak bir şeyler yapabildiğimize inanıyoruz” diyen Elena, kadın-erkek ilişkilerine de farklı bir bakış açısı getiriyor: “Biz burada erkeklerimizin arkasında değil, gerisinde değil, yanında yürüyoruz.”

Köyün kadınlar kolu 2005’te kurulmuş. Yaptıkları üretimi geliştirmek istediklerini söyleyen Elena, “Ürünlerimizi evlerde yapıp satıyoruz. Şimdilerde türlerini çoğaltmaya çalışıyoruz. Gıdaların daha hijyenik ortamlarda yapılabilmesi için bir atölye kurulacak. Ürünlerin kalitesini daha da artırmak istiyoruz. İnsanların, ‘Bunu yapan kadınlar bir emek harcamış’ diyebilecekleri ürünler yapmak istiyoruz.”

Burada çalışan bir diğer emekçi kadın ise Kohar Kartun.“21 yıldır burada yaşıyorum. Erkekler kabul etse de etmese de bu köyü ayakta tutan biz kadınlarız” diyen Kartun, kırsal yaşamın pek dile getirilmeyen bir gerçekliğini bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.

Köyün kadınları, 2005’te bir kermes düzenlemiş ve kazandıkları başarıyla, köyün misafirlerini ağırladıkları pansiyonu inşa etmek mümkün olmuş. Erkekler onların başarılarını takdir edince, bu çalışmanın devamı da gelmiş: “Biz yürüdükçe onların da desteği hep arkamızda oldu. Günden güne büyüdük, ürünlerimiz arttı, satışlarımız genişledi, isim yaptık. Valiliğin de desteği çok oldu. Beş kadınla başlamıştık, şimdi 27 kadın olduk. Erkekler de yardımcı oluyor artık. Benim en büyük yardımcım, alkolümü, nar ekşisini yapan, cevizde bana yardım eden, eşim…”

Görünen o ki, gençler gelecek kaygısı duysa da, köyde yapılan üretim, tarım faaliyetinin geleceği, açılacak yeni işler, gelecekte de köyün yaşaması için bir ekonomik imkân oluşturuyor. Kim bilir, belki bu sayede, gençler de köylerinden ayrılmadan Vakıflıköy’de mutlu bir hayat sürebilirler. Bunun için gereken tek şey fikir üretmek, tartışmak ve çalışmak gibi görünüyor.

Kategoriler

Toplum Gençler