OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararı üzerine

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) patrik seçimine devlet müdahalesinin din özgürlüğünün ihlali olduğu yönündeki kararının uzunca bir analizi hak ettiğini söylemiştik. Bu hafta bunu yapmayı deneyelim. Öncelikle şunu belirtelim ki AYM, başvurucuların ‘Ermeni cemaati üyeleri’ olmalarını mağduriyet için yeterli saymıştır. Bu, daha sonraki olası başvuruların da önünü açan bir yaklaşımdır. Bu demektir ki, Ermeni toplumunun herhangi bir üyesi bu süreçte hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini düşünürse dava açabilir, başkaca bir özelliğe veya makama sahip olması gerekmez.

Patrik seçimi krizinin başından beri, birincil başvuru kaynağının demokratik hak ve özgürlükler olduğunu söylüyorum. AYM de aynı yaklaşımla, “Müdahalenin [idarenin genel vekillik kararı] kanuni dayanağı olmadığı yönündeki değerlendirmeye karşın mevcut başvurunun koşullarında Nizamname’nin ve Talimatname’nin [1863 Nizamnamesi ve 1961’de Bakanlar Kurulu tarafında yayınlanan ve sonraki seçimlerde tekrar edilen seçim talimatnamesi kastediliyor] ilgili normlarının kanunla sınırlama ölçütünü karşılamadığı yönünde başvuruyu sonuçlandıran nihai bir hükme değil müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının değerlendirilmesine ihtiyaç olduğu kanaatine ulaşılmıştır” diyor (81. Fıkra; köşeli parantezler bana ait). Bunu günlük dile çevirecek olursak, “Kendimi Nizamname ve Talimatname ile sınırlamam, bakacağım tek kaynak bunlar değildir; asıl, demokratik toplum düzeninin gereklerine bakarım” diyor ve 93. fıkrada da “Buna göre din özgürlüğüne yapılan müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez” sonucuna varıyor. 

İddianızı ve hakkınızı evrensel ilkelere dayandırabileceğiniz ölçüde, pozisyonunuzun kuvvetli olacağı anlaşılmıştır sanırım. Bu, yerel hukuki metinler gözardı edilecek demek değildir tabii ki. Bu yerel kaynaklardan biri de, malum ki 1863 Nizamnamesi’dir. Hatırlarsanız, Nizamname’nin ‘ne var ne yok’ halinin tartışmalı ve belirsiz bir durum yarattığından bahsetmiştim. Nizamname’nin ne ölçüde göz önüne alınacak, ne kadar uygulanabilecek bir kaynak olduğu soruları hep orta yerde duruyor. Bu karar, bu tür soruları ve belirsizlikleri ortadan kaldırmıyor ama gerekçeli kararın 76. fıkrasında, “… Nizamname’nin Ermeni cemaatinin örf, adet ve geleneklerini gösteren ve başvurulan önemli bir belge olduğu açıktır” diyerek Nizamname’yi tanıyor. Hükmünü verirken Nizamname’nin ilgili maddelerini referans alıyor. Bunun, cumhuriyet tarihi boyunca Nizamname’nin geçerliliğine dair en önemli karine veya dayanak olduğu söylenebilir. Ayrıca, mahkeme gerekçeli kararında Nizamname’nin dibacesine, yani mantığının açıklandığı giriş kısmına geniş bir yer vermiş. Bütün bunlar Nizamname hakkındaki soruları tamamen ortadan kaldırmasa bile, bundan sonra Nizamname’ye atıfta bulunacakların elini kuvvetlendirmiştir. Nizamname’nin dikkate alınması gereken geçerli bir hukuki metin olduğunu söylemek daha mümkün hale gelmiştir. (İki üye hâkim Serdar Özgüldür ve Rıdvan Güleç, din özgürlüğü ihlali kararına muhalefet etmiş ve Nizamname’nin halihazırda geçerli bir metin olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu itiraza daha sonra daha geniş değineceğiz).

AYM, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) referansla, içerisinde anlaşmazlık olan bir toplumda devletin taraf olmasını veya o toplumun bütününü tek bir liderliğe tabii olmaya zorlamasını özgürlüklerin ihlali olarak niteliyor. Burada zikredilen tam da genel vekillik uygulamasıyla Ermeni toplumuna dayatılmaya çalışılan durumdur. Bunun bir ihlal olduğu mahkeme kararıyla da tescillenmiştir artık. Bu karardan sonra Ermeni toplumu içinden kimi kişi ve kesimlerin de ikide birde, “Devlet şunu istiyor, bunu istemiyor, buna onay veriyor, şuna vermiyor”, türünden ifade ve imalarının da bir geçerliliği yok; çünkü yüksek mahkeme idarenin bırakın kendi tercihlerini, Ermeni toplumunun bir kesiminin tercihlerinin dahi bütün Ermeni toplumuna dayatılamayacağına hükmetti. Ancak, demokratik kurallar takip edilerek yapılacak seçim sonucunda ortaya çıkan durum herkes açısından kabul edilebilir olur. Bundan sonra “devlet şunu istiyor” diye lafa girenlere mahkemenin şu hükmünü gösterebilirsiniz: “Din özgürlüğü, dini toplulukların devletin keyfi müdahalesinden uzak bir şekilde örgütlenmesini de içerir. Buna göre devlet dini toplulukların iç işlerine demokratik bir toplumda zorunlu değilse karışmaktan kaçınmak zorundadır”.

Bakanlık ise, mahkemeye bildirdiği görüşünde, genel vekilliğin 2009’da Ruhani Meclis tarafından eşpatrik, 2010’da Müteşebbis Heyet tarafından patrik seçmek üzere yapılan başvuruların “uzlaştırıcı” nitelikte olduğunu iddia etmiştir. Benzer şekilde, karara katılmayan üye hâkimler Recai Akyel ve Yıldız Seferinoğlu karşı oy gerekçelerinde idarenin ihdas ettiği genel vekilliğin hem eşpatrik, hem patrik seçimi isteyenlerin görüşlerini yansıtan, “orta yolcu” bir çözüm olduğunu, dolayısıyla kabul edilebilir olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ayrıca, vekilliğin sonuçta geçici bir makam olduğunu eklemişledir. Bu iddialar karşısında akla gelen soru şu: Her iki talebin de en önemli ortak noktası olan seçim sürecini dışarıda bırakan bir uygulama nasıl iki görüşü de yansıtır ve ‘ortak bir çözüm’ olur? Tam tersine, genel vekillik esası itibariyle iki talebi de yansıtmayan, tamamen farklı, üçüncü bir seçenektir. Geçiciliğine gelince, iyi ki geçiciydi; on sene sürdü ve bir sürü soruna, ihtilafa, çatışmaya ve yıpranmaya yol açtı. Kim bilir, belki amaçlanan da buydu.

Konu uzun. Gerekçeli kararı incelemeye haftaya devam edelim.