Başarısız bir yazarın varoluşsal sancıları

ESRA KARADOĞAN

Yazarlar, yazdıkları ve yazamadıkları, yazarların yazma yolculukları üzerine yazdıkları; ister kurgu, ister anı olsun okumayı sevdiğim bir konu, bir çeşit duygudaşlık kurduğumdan sanırım, görünce hemen okumayı istiyorum. Hâl böyle olunca Arthur Less isimli bir kurgu yazarın hakkındaki bir romanı okumamak benim için biraz zor olurdu. Bir de kapağında Pulitzer Kurgu Ödüllü bir kitap olduğu belirtilmişken ki Amazon’da Bay Less’i gördüğümde bir ara mutlaka okumalıyım dediğim romanın İthaki Yayınevi’nin İthaki Modern kapsamında yayımlandığını görünce siz düşünün hâlimi.

Less’in dünyası

Less elli yaşına girmek üzere olan, yazdığı romanlarla hayal ettiği ilgiyi yakalayamayan, üstelik son romanı yayınevi tarafından kabul edilmeyen bir adam tüm bunlar yetmiyormuş gibi yıllardır beraber olduğu adam başkasıyla evlenmek istediğini açıklıyor. Durumun duygusal boyutunu hayal etmekte başlangıçta biraz zorlandım açıkçası, Less’in kendinden bile sakladıklarına ulaşmak zordu üstüne üstlük aşkın, ilişkinin aşina olmadığım bir boyutundan bahsediliyordu. Grace ve Frankie’yi seyretmiştim; dizi elli yaşın üzerindeki iki kadının, kocalarının gay olduğunu öğrenmeleri ve hatta birbirleriyle olan ilişkilerini açıklamaları sonrasında yaşadıkları hayal kırıklığı ve zorlukları anlatıyor olsa da; gay ilişkilere de değiniyordu. Fakat yine de içimde Bay Less gibi bir karakterle hayal ettiğim gibi bir empati kuramayacağım düşüncesi oluştu. Fakat yazar Andrew Sean Greer aldığı ödülün hakkını veriyor. Benim düşüncelerime karşılık, onun kalemi, kazanan onun kalemi oluyor. 

Arthur Less gençliğinde kendinden yaşça büyük ve evli bir adamla ilişki yaşarken, bir süre sonra ilişkide yer değiştirip, kendinden küçük bir adamla bir ilişki yaşar. İkisinin de gelip geçici olduğunu düşünse de roman boyunca anlatıcı tarafından bu ilişkilerin ona öğrettikleri, onun hayatında bıraktığı etki ve Less’in aslında sıradan hayatında, sıradan bir yazar olduğu düşüncesiyle baş edişi anlatılıyor. Eleştirmenlerin söyledikleri mi daha çok onu etkiliyor yoksa eski sevgilisinin dehasının altında ezilerek geçirdiği yıllar mı?

Bir dâhiyle yaşamak nasıldı?

Tek başına yaşamak gibi.

Bir kaplanla tek başına yaşamak gibi.

Sevgilisi Freddy’nin düğün davetiyesi Less’in içinde kaçma hissi uyandırıyor ve bununla yüzleşemeyecek kadar korkak; düğünden, eleştirilerden, dedikodulardan, son yazdığı romandan, yaşlandığı düşüncesinden ve hayatındaki her şeyden kaçmak istiyor, hızlıca gelen tüm davetleri kabul edip bir dünya turuna çıkıyor. Bir kez daha yazarın bakışını takdir ediyorum, Less’in gittiği her ülkenin dokusunu, kokusunu satırlardan okura aktarması çok başarılı ve Less’in tıpkı kendi kurgu karakteri Swift’in bir yansıması olarak, neredeyse aynı sıkıcılıkta ortalıkta gezinmesi oldukça ironik. Bay Less’in bana yazmak üzerine bir şeyler öğreteceğini düşünmüştüm, bu açıdan beklentimi karşıladığını söyleyemem; onun yerine Bay Less’in çektiği sahici aşk acısıyla duyguların yaş ve cinsiyetle değişmediğini öğrendim. Bazıları kurgunun bizi olduğumuz dünyadan kurtarmak için okunduğunu söyler, bazıları ise hayatı öğrenmek için, başka bir hayata bu şekilde sahici dokunabildiğiniz roman çok fazla değildir sanıyorum. 

Less’in yolculuğu anlatılıyor ama bu sadece fiziksel olarak mekan değiştirilen bir yolculuk değil. Her yolculuğun sonunda yolcu kendisiyle yüzleşmek zorunda kalır, yolculuğun bir parçası da budur. Less de aynısını yaşıyor; sonunda kendini, tüm kusurlarını görüyor ve kabulleniyor, hatta yazdığı romanın üzerinden bir daha geçebilmeyi bile bu şekilde başarıyor ve pek çok açıdan yolcumuz, yolculuğa başladığındaki gibi değil, değişti. Peki ya Less’in umutsuz aşk hayatı? Less’e neler olduğunu öğrenebilmeniz için sizin de bu yolculuğu okumanız gerekiyor.

Bay Less

Andrew Sean Greer

Çeviri: Kıvanç Güney

İthaki Yayınları

248 sayfa.