Karin Karakaşlı yuvasında

Agos’un temel direklerinden Karin Karakaşlı, uzun bir aradan sonra yuvaya döndü. Üvercinka adlı köşesinden her hafta okurlara seslenecek olan Karakaşlı, aynı zamanda Agos’un yazıişleri mutfağında da görev alacak. İlk yazıda, yönetmen Milco Mancevski de var, Cengiz Çandar da, Cemal Süreya da, umut da…

Çember yuvarlak olmadığında

Karin Karakaşlı
karinkaraksli@agos.com.tr

Makedonya’da Sırplar ile Arnavutlar arasındaki savaşın henüz patlak vermediği günlerde Makedon yönetmen Milčo Mančevski, Bosna Savaşı’nın atmosferinden hareketle adeta olacakları öngörmüş, senaryosunu yazıp yönettiği ‘Yağmurdan Önce’ filminde Hıristiyan ve Müslüman halk arasındaki gerginliği iç içe geçmiş hikâyeler üzerinden belleğimize kaydetmişti. Bir kitap misali, ‘Kelimeler’, ‘Yüzler’ ve ‘Fotoğraflar’ başlıklı üç bölüme ayrılan film, sarmal düzende kesişen kaderlerin gücünü gösteriyordu. Filmin sonuna geldiğimizde bir an duraksar, bu ayrıksı parçayı nereye oturtacağımızı düşünürdük. Çünkü bir kurgu oyunu yapılmış, sonu cinayete varan olayların akışı tersyüz edilerek anlatılmıştı. Anlamsız bir savaşın darmadağın ettiği hayatların ortasında, yönetmen, bir duvar yazısı gösterirdi bize: “Time never dies - The circle is not round.”

Zamanın hiç ölmediği, çemberin ille de yuvarlak olmadığı bir hali, benzer çıkmazlara sürüklenen, umuduyla oynanmış coğrafyalar anlar en çok. Umudun en çok oynandığı iki temel konu başlığı var ülkemde. Biri Ermeni, diğeri Kürt sorunu. Sanki ezelden ebede uzayıp gidecek. Sanki ötesi mümkün değil. İkisi de artık ne sadece Ermeni’nin, ne de Kürt’ün sorunu ve hatta kangrenleşmeye terk edildikleri o koca zaman yüzünden şimdi artık istense de sadece Türkiye’nin kendi inisiyatifiyle çözülebilmekten fazlasıyla uzak. Hal buyken, bir süredir inanılmaz bir tetikçilik performansı sergileyen Yeni Akit’in tam da bu sorunlara ömür adamış, başta Cengiz Çandar ve Hasan Cemal olmak üzere belli isimlere yönelmesi elbette çok manidar. Dahası, barış ve anlayış için çalışma yürüten sivil toplum kuruluşları da alenen atış menzilinde. Durumun vahameti, nefret söylemi konusunda kamuoyunu uyaran Uluslararası Hrant Dink Vakfı’nın da ayrımcı, kışkırtıcı yayınlardan nasibini almasına kadar dayanıyor.

Vakıf ve Agos’un en temel meselelerinden biri, elbette bedelinin ne olabileceği tende yaşanmış bu kalem vahşetine sonuna kadar mücadele vermek olacaktır. Ama asıl sınavı, ülke geneline yayın yapan medya topyekûn veriyor. Şemdinli’nin tepesinde savaş uçakları daireler çizerken, Antep ve Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesindeki infial yaratan saldırıların ortasında popülizme düşmeden, hayatı doğrusundan vermek mümkün olacak mı? Görevini ‘bütün Ermenileri öldürmek’ olarak tanımlayan Azeri askerin iadesi Kafkaslar’da bir anda tansiyonu yükseltirken, Ermenistan’a komşu, kendi içinde Ermeni nüfusa sahip ve hâlâ Ermeni tarihi ile yüzleşememiş Türkiye ne yapacak? Sarf edilen sözler, o sözleri izleyen eylemler hayati önemde. Çünkü insanı insana bağlayan da, birbirinden ayrı koyan da, gönül bağı. Acı paylaşılmayınca kine bileniyor, sevinç desen bir başına hep çok eksik.

Çözülmeyen, dönem dönem insanı soluksuz bırakacak kadar kesifleşen bu iki sorun karşısında zamanı hep fasit daire gibi algıladım. Dolap beygiri gibi dönüyorsun durmadan ve bir bakmışsın ki hep aynı yerdesin.

Bir de ama, yuvarlak olmayan daireler var. Dönüp geldiğinde farklı bulduğun, kendini yeni baştan kurduğun birinci kareye geri dönüşler. Çünkü hayat, iskambil kartlarını yeniden karmayı, “Hadi bakalım, bu elde ne yapacaksın?” diye sormayı da seviyor.

Bir kez daha buradayım. Aynı ve farklı olarak. Cemal Süreya’nın güzelim şiiri ‘Üvercinka’nın ilk dizelerinde dediği gibi, buradayım.

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden

En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu

            Kesmemeye

Umut, kimse vermeden üretildiğinde çok yaman bir kudret, mucizevi bir hediye. İyi ki de öyle.

 

Kategoriler

Güncel Basın