OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Dava kazanıldı, tağaganlar kayıp

Sık tekrarlanan bir yanlış da, seçim için VGM’nin iznine gerek olduğu. Vakıfların VGM’ye yazacakları yazı bir izin yazısı değildir, seçimi haber veren bir yazıdır. Vakıf yöneticilerinin seçim sürecini başlatmalarının önünde herhangi bir engel yoktur.

Ankara 7. İdare Mahkemesi, kitlenen vakıf seçimleriyle ilgili olarak, geçen hafta isabetli ve önemli bir karar aldı. En basit hâliyle söyleyecek olursak, mahkeme, Ayk Ceden, Düşünce Platformu’ndan Tatyos Bebek ve gene Düşünce Platformu’ndan Şake Yalçın’ın vekilleri Sebu Aslangil ve Setrak Davuthan’ın açtığı dava neticesinde, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün seçim yönetmeliğini iptal eden ve boşalan vakıf yönetim kurulu üyeliklerine atama yoluyla üye tayin edilebileceğini söyleyen kararlarını iptal etti. Aslında mahkeme kararı neredeyse üç ay önce almış ama bizlere geçen hafta ulaştı. Bu gecikme de doğrusu tuhaf. Yani biz “Seçimler olmalı” diye konuşurken aslında seçimler yapılabilir durumdaymış! 

Böylece, idari ve hukuki anlamda 2013 yılına, VGM’nin yönetmeliği iptal ettiği güne dönmüş olduk ve artık öyle bir iptal kararı yok. Bunun anlamı üzerinde daha ayrıntılı dururuz ama avukatların da söylediği üzere, artık seçim yapmanın önünde herhangi bir engel yok. Bundan bahsetmeden evvel, bu kararın sorunlarımızın çözüm yöntemi konusunda bize ne söylediği üzerinde durmak istiyorum.

Ermeni toplumu içinde, kimi iyi niyetli kimi kötü niyetli olmak üzere, toplumun devletle yaşadığı sorunlarda hukuk yoluna başvurulmaması için tabiri caizse sonuna kadar lobi yapan bir grup insan var. Bu kişiler, bıçak kemiğe dayandığında dahi dava açılmamasını, sorunların bürokrasiyle veya politikacılarla kurulacak ilişkilerle çözülmesi gerektiğini savunurlar. Tabii ki diyaloğa kimsenin itirazı olmaz; her sorun yaşandığında soluğu hemen mahkemede alalım diyen de yok. Zaten Türkiye Ermeni toplumu yalnız bugün değil, oldum olası devletle işlerini şu politikacıya, bu bürokrata ‘heyet ziyaretleri’yle çözmeye çalışır. Hani cumhuriyet tarihinde üç-dört kuşak boyunca Ermeniler Ankara yollarını belki yüzlerce kere aşındırmışlardır. Velhasıl, işler bugüne kadar daha ziyade hukuk yolundan kaçınmak isteyenlerin istediği gibi yürütülmüştür zaten. Yürütülmüştür yürütülmesine ama karşıda iyi niyetli, sorunları çözmeye istekli muhataplar olmadığı için bu yöntemin getirdiği fayda maalesef sınırlı kalmış, Ermeni toplumunun kurumları eriye eriye bugüne kadar gelmiştir. Son patrik seçimi ve vakıf seçimleri krizinde de bu grup, Ermeni toplumu kişi ve kurumlarını dava yolundan alıkoymak için çalıştı. 

Öte yandan, Türkiye’de yargının çalışmasındaki ‘ezelî’ sorunlar da ortada. ‘Azınlık’ tabir edilen grupların hukuku söz konusu olduğunda Türkiye mahkemeleri de hem geçmişte hem bugün yanlış, hatta skandal kararlara imza attılar. Fakat, idarenin ısrarlı hak ihlali karşısında mahkemelerden başka başvuracak merci de yok, doğal olarak. Başka çare kalmadığında hukuk yoluna gitmekten çekinmemek gerekiyor. Nitekim, hem Anayasa Mahkemesi’nin patrik seçimleriyle ilgili olarak 2019 yılında aldığı karar, hem de Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin vakıf seçimleriyle ilgili olarak aldığı son karar bunu söyleyenleri haklı çıkardı. Mahkemenin kararındaki şu ifadeler hem patrik seçimi, hem vakıf seçimi konusunda senelerdir burada taleplerimizi dayandırmamız gerektiğini söylediğim ilkeleri yansıtıyor: “herkesin seçme ve seçilme hakkına sahip bulunduğu, bu hakkın salt Devlet yönetimine ilişkin olan görevleri kapsadığının kabulüne olanak bulunmadığı, aynı zamanda cemaat vakfı yöneticilerinin vakfın mensuplarınca kendi aralarından seçilmesinin yasal bir zorunluluk olduğu açık olup, gerek Anayasal düzenlemeler uyarınca koruma altına alınan seçme ve seçilme özgürlüğüne gerekse de Vakıflar Kanunu’nun amir hükmüne aykırılık teşkil edecek nitelikte tesis olunan davaya konu işlemlerde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.”

Sonuçta, özellikle son yıllarda dava yoluyla önemli kazanımlar elde edildi. Fakat, bu kazanımları mahkeme dosyalarında bırakmamalı. Şu anda yapılması gereken, hızlı biçimde vakıf seçimlerini yapmaktır, zira şu anki yönetimlerin miadı dolmuştur. Orada oturdukları fazladan her gün kanunsuzdur. Makam hırsızı durumuna düşerler. Başvuru yapmayan yöneticiler, süreleri dolduğu hâlde koltuğu terk etmeyerek hukuken de sorumlu olacaktır. Ermeni toplumu üyeleri, yani seçmenler bu yöneticiler hakkında görevi ihmal davası açabilirler. 

Sık tekrarlanan bir yanlış da, seçim için VGM’nin iznine gerek olduğu. Vakıfların VGM’ye yazacakları yazı bir izin yazısı değildir, seçimi haber veren bir yazıdır. Vakıf yöneticilerinin seçim sürecini başlatmalarının önünde herhangi bir engel yoktur.

Bazı vakıfların istinafın kararını bekleyeceği söyleniyor. Bu gereksiz olduğu gibi, hukuk mantığı açısından da bir garabet. İstinaf veya temyiz, bir davayı kaybedenin ilgileneceği, tutacağı bir yol. Davayı kazanan istinaf beklemez, kazancını realize eder. Burada davayı kaybeden VGM, kazanan biziz. Ama bazı yöneticilerimiz Ermeni toplumunun davayı kazandığına ve seçimlerin önünde bir engel kalmadığına üzülmüş olacaklar ki, bu durumu Ermeni halkının yararına kullanacaklarına istinaf acaba seçimlerin önünü tekrar kapatır mı diye, bir umut bekliyorlar. Bazıları beklemekle de kalmayacak, siyaset ve bürokrasi içindeki ‘dost’larını vakıf seçimlerinin ‘tehlike’leri konusunda uyaracaktır. Onların içinden çıktıkları halka bu yaptıklarına ne denir, okuyucunun takdirine bırakıyorum. 

Tüm vakıf yönetimlerinin, seçimleri açık, şeffaf, bütün toplumun katılımına açık şekilde düzenlemeleri gerekiyor. ‘Sen, ben, bizim oğlan’ şeklinde yapılacak göstermelik seçimler de kimseyi kandıramaz. Kendine güvenen yöneticinin seçimleri il geneline açıp toplumun bütünün güvenoyunu alması, o yöneticiyi daha güçlü kılacaktır. Yoksa Ermeni toplumunun bütünün kaderini etkileyecek kaynakları ‘mahalleden otuz kişinin oyuyla’ seçilip yönetmek akla da, vicdana da aykırıdır.

Yazıyı Ermeni toplumunun haklarını korumak için fedakârca çalışan iki avukata, Sebu Aslangil ve Setrak Davuthan’a teşekkür ederek bitirmek istiyorum. Onların çabaları olmasa durumumuz daha kötü olurdu. Tabii, artık aramızda olmayan avukat Diran Bakar’ı da anmadan geçmek olmaz. Ermeni toplumunun haklarını savunmak, avukatlar arasında âdeta bir bayrak yarışı. Umarız Ermeni toplumundan birkaç genç avukat, ‘gücün karanlık tarafı’na geçmeyip bu bayrağı devralır.