Avrupa Konseyi LGBTİ nefretine 'Dur!' dedi

Avrupa Konseyi’nin 25 Ocak’ta oy çokluğuyla kabul ettiği, uluslararası kamuoyunda LGBTİ hakları açısından büyük bir kazanım olarak karşılanan ‘LGBTİ’lere Karşı Artan Nefretle Mücadele Kararı’, LGBTİ’lere yönelik artan şiddete dikkat çekiyor. Karar, özellikle Macaristan, Polonya, Rusya, Türkiye ve İngiltere’de LGBTİ hakları alanında kaydedilen önemli ilerlemelerin bugün tehdit altında olduğunu vurguluyor.

Avrupa Konseyi’nin bu kararını velvele.net Türkçeye çevirerek yayınladı. Metnin çevirmenlerinden ve sitenin editörlerinden Ari P. Büyüktaş’la konsey kararının önemini, yükselişte olan transfobi ışığında bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de transları hedef alan trans dışlayıcı radikal feministleri (TERF) konuştuk.

Avrupa Konseyi’nin kararı, LGBTİ hakları açısından büyük bir kazanım olarak karşılandı. Kararın öneminden bahseder misiniz?

Avrupa Konseyi’nin LGBTİ haklarını kapsamlı şekilde korumaya dair üye devletlere yönelik kararı, özellikle son yıllarda farklı ülkelerde farklı biçimlerde artışta olan devletin doğrudan baskı ve müdahalelerinin, şiddetin ve nefret söyleminin LGBTİ’lerin hak ve özgürlüklerine zararını ve tehlikenin boyutunu özetliyor. İç hukuka doğrudan bağlayıcı bir etkisi olmasa da bu kararlar ışığında üye devletlerin insan hakları açısından yükümlülüklerini yerine getirme sorumlulukları talep edilebiliyor. Türkiye’ye baktığımızda LGBTİ’lere yönelik resmî makamların nefreti ve şiddeti körükleyecek söylemleri artan bir hızla LGBTİ’lerin hayatlarının her alanına sirayet ediyor. Bu şiddet söyleminin sadece LGBTİ’lere yönelik olmadığı, kesişimsel düşünülmesi gerektiği Konsey kararında da net bir şekilde belirtiliyor. Kararda bu nefretin kadın ve çocuk haklarına da zarar verdiği vurgusu önemli.

Bir diğer önemli nokta da Türkiye’nin Cumhurbaşkanı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin ardından LGBTİ haklarını koruyacak bağlayıcı hiçbir sözleşmenin kalmaması. Anayasa’da cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli koruyucu bir madde veya ek olmamasından dolayı Türkiye’de yaşanan hak ihlallerine karşı ancak ya uluslararası hukuka başvurularak ya da dolambaçlı yöntemlerle hak mücadelesi sürüyor. Bu esnadaysa temel hak ve özgürlükler ihlal ediliyor. Yıllardır Onur Yürüyüşlerinin yasaklanması da buna bir örnek. Yine, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanmış olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi için hükümet ve yandaşları tarafından yapılan propagandada da LGBTİ’ler hedef gösterilmişti. Bunların hepsini bütüncül bir şekilde değerlendirmek bu açıdan çok önemli.

İngiltere’nin de bu ülkeler arasında yer alması kafa karıştırıcı. İngiltere’yi bu listeye dahil eden nedir?

Macaristan ve Polonya, LGBTİ haklarının ihlal edildiği yeni yasalar nedeniyle 2021’de Avrupa Birliği Komisyonu tarafından temel insan haklarını ve eşitlik ilkesini göz ardı etmekle ve AB temel ilkelerini uygulamamakla suçlanmıştı ve bu iki ülke için halihazırda Avrupa Birliği’nin çeşitli organları tarafından süreç işletiliyor.

Avrupa Konseyi’nde bu karar oylanırken yapılan tartışmalara göz attığımızda özellikle İngiltereli parlamenterlerin çok tepki gösterdiğini gözlemledik. İngiltere’nin adı geçen ülkeler arasından çıkarılması talepleriyse reddedildi. Bu talebi çeşitli politik çıkarlar açısından değerlendirmek mümkün ancak İngiltere’de özellikle son beş-altı yılda artarak devam eden transfobik söylemin kararda yazıldığı şekliyle ‘iyi organize edilmiş’ saldırılardan olduğunu belirtmek önemli. Bu transfobik söylemler ve çağrılar ve yasal mevzuatta yapılması istenilen değişiklikler ciddi bir medya propagandasıyla el ele yürütülüyor. Burada lafı hiç dolandırmadan söylemek gerekiyor ki, tüm dünyada sözde kadın haklarını korumak adına acımasızca ve yoğun aşağılama, nefret ve şiddet çığırtkanlığıyla sürdürülen, LGBTİ’lere yönelik transfobik söylemler Türkiye’de de maalesef sıklıkla şahit olduğumuz, faşist söylemlerle kol kola yürüyor. Son yıllarda transfobik söylemlerin çok yoğun bir etkiye sahip olduğu İngiltere’nin bu listede yer alması bu açıdan şaşırtıcı değil. Çünkü ülke son yıllardaki transfobik söylemin ve eylemlerin merkezi olarak kabul ediliyor.

TERF’lik gerek uluslararası ölçekte gerek Türkiye’de yükselişte. TERF’ler kimler? Trans dışlayıcı feminizmi savunanların argümanları ve transfobisi nelere yol açıyor veya açabilir?

“TERF’ler kimler” sorusu, yanıtlaması hem kolay hem de çok karmaşık bir soru. Trans dışlayıcı radikal feministler (kendilerine ‘radikal feminist’ diyorlar) trans kadınlar üzerinden yarattıkları toksik bir korku üzerine siyaset yapan bir grup. Yıllar içerisinde her ne kadar kendilerine ‘radikal’ deseler ve bazıları kendilerini solda tanımlasa da aşırı sağ nefret gruplarıyla yan yana gelmeye başlamış, beraber trans karşıtı eylemler ve kampanyalar düzenleyen bir grup. Sağcı hükümetlerle ve aşırı sağ partilerle araları çok iyi. Trans nefretinde ortaklaştıkları gruplarla, örneğin ABD’de Nazilerle yan yana gelmekten hicap duymayan bu grup, (Türkiye’de de AKP’li kadınlarla bir araya geldiklerine şahit olduk), çevrimiçi ortamda kendilerinin mağdur oldukları trans karşıtı söylemi yayıyor, trans kişileri hedef gösteriyorlar. Avrupa Konseyi’nin özellikle belirttiği ülkelerde sağcı hükümetlerle ve gruplarla yakın ilişkileri var. Beyaz olmayan feministlerce ‘beyaz feministler’ olarak da adlandırılıyorlar. Özetle sırtlarını egemene yaslamış bir grup ve sonunda özellikle trans kadınların şiddet görmesiyle biten mevzunun fitilini ateşlediklerini görüyoruz. İnternette neredeyse hiç uyumadan ürettikleri nefret ve hedef göstermeler transların hayatlarına şiddet ve ayrımcılık olarak yansıyor. İngiltere’de trans çocukların hormon kullanmalarını engellediler. Oysa hormon kullanımı trans çocuklar arasındaki intihar vakalarını büyük oranda düşürmüştü. Birkaç yıl evveline kadar feministlerin asla ve asla gündeminde olmayan konular (genitale indirgenen cinsiyet meselesi, tuvaletler gibi) bugün sanki ana gündem maddeleriymiş gibi bir ortam yaratılıyor ve feministler arasında bir ayrım için zemin oluşturulmaya çalışılıyor. Oysa natrans ya da trans fark etmeksizin, kadın dayanışması ve feminizm zaten bu insanların karşısında duruyor.

TERF’ler transfobik mi, değil mi tartışması sürüyor. TERF’ler neden transfobik?

Trans kadınlara “Siz gerçek kadın değilsiniz” diyen bir grubun transfobik olup olmadıklarına dair bir tartışma olduğunu sanmıyorum. Kendilerinin ‘hayır’larına karşı geri kalanlarımızın ‘evet’leri var. TERF’ler kendilerini en tepesine koydukları bir hiyerarşik piramitte trans kadınlara da yer gösteriyorlar kendilerince. Translarla eşit olma fikri karşısında düştükleri dehşet ve uydurma korku senaryoları ve manipülasyonlarla nefret saçan bir grup. Yan yana durdukları sağcı ve şiddet gruplarının yanı sıra hem Türkiye’de hem de diğer ülkelerde birçok şiddet faili erkeği aklamak için uğraşmaları, ‘kadının beyanı esastır’ın içini boşaltma girişimleri, feminist mücadelenin kazanımlarının altını oyma girişmeleriyle bu grup sadece transfobik değil, aynı zamanda kadın düşmanı olarak da anılıyor.

Konuya ilişkin ayrıntılı bilgi için: TERF tartışmasının arka planına dair, Tartışmalarla ilgili Judith Butler'ın yorumu, İngiltere'deki tartışmalara dair



Yazar Hakkında