1794’te Bursa Ermeni Kilisesi’nin Kundaklanması

Ramazan ayının son iki günüydü. Haftalardır bir damla yağmur düşmemiş Bursa sokaklarında, çarşısında ve ahşap konakların odalarında kulaktan kulağa bir hadise yayılıyordu. “Bu kuraklığın da, dualarımızın kabul olmamasının da nedeni kiliselerini büyüttükçe büyüten o Ermeniler! Mevla bizi cezalandırıyor!’’ diyordu Hoca Kadın, bir ev oturmasında diğer kadınlara. "Erkeklerin kuvveti de yapacakları bir şey de yok, biz kadınlar bir çare bulmalı" diye devam ediyordu galeyana. İçlerinden birisi "Yakmalı, o kiliseyi de, mahalleyi de!" diye fırladı ayağa. Ya sonrası? Kimse düşünmüyordu. Kullar, kafirleri cezalandırırsa Rab da onları affedecek, kuraklık bitecek; dualar kabul olacaktı.

Bursa’da ilk Ermeniler

Hikâyemiz için biraz daha eskiye, 15.yüzyıla gitmemiz gerekecek. Çelebi Mehmed, yeniden toparladığı devletin bir mührü olarak Bursa’ya Yeşil Külliyeyi inşa ettirmişti. Rivayetlere göre kış günleri cemaatin çamurlu pabuçlarını silecek bir zümreye ihtiyaç ortaya çıkınca camiin etrafına, Setbaşı mahallesine Kütahya’dan on hane Ermeni’yi getirmiş; bir de kendilerine aş bağlamıştı. Bursa Ermenileri’nin serüveni böyle başlar. 16.yy’da Bursa’ya gelen Polonyalı Simeon küçük bir ahşap kilisenin etrafındaki evlerinde 300 kadar Ermeni’nin yaşadığını anlatır. Bu küçük ahşap kilise, yazımın ana kahramanı olan kilisenin atası olan aynı arazideki kilisedir. Ne tesadüftür ki bugün o kilisenin temelleri dahi günümüze ulaşamamış, üstüne Bursa Şehir Kütüphanesi inşa edilmiştir. Bugüne ulaşabilen tek kilise, Soykırım sırasında Bursa’dan sürülen Ermenilerden boşalan, bir dönem tütün deposu ve sigara imalathanesi olarak kullanılan Katolik Kilisesi’dir.

Yeni pencereler nasıl “huzursuzluk” yarattı?

Hikayemize geri dönelim. Aslında Ermeniler, yalnızca, Bursa’daki yegane kiliselerinde İncil okudukları bölümün aydınlığı artsın diye yeni pencereler eklemiş, çatıyı tamir edip bir de dış duvarlarını boyamışlardı. Bu tamirat belli ki birilerini anlamsızca rahatsız ediyordu. Şehirde yaratılacak huzursuzluğun planları Nizamzâde Nizameddin ve Cabizâde Mustafa adlı iki ulema tarafından oluşturulmuştu bile. Taşrada dolaşarak vaaz verecek imamlar ‘’Ermeniler, Yüce Hünkarımızın izni olmaksızın kiliselerini yıkıp yeniden yapmışlardır!’’ fitnesini yaymaları için örgütleniyordu. Hiçbir detay atlanmamalıydı. Kadınlar da işin içine katılmıştı. Ev ev gezip anlatacaklardı ‘’Tanrının gazaplarını’’

Hedef Ermeni kilisesi

Fitne ‘’ateşi’’ tüm Bursa’yı sarmaya başlamıştı.  Ramazan’ın 29’u, akşam üstüydü. Esnaf yaklaşan bayramın getireceği bereketle işlerinin açılmasını ve şehri artık serinletecek yağmurun yağmasını bekliyordu belki de. Bir uğultu şehrin sokaklarını sallıyor, evlerinin penceresinden insanlar şaşırarak bakıyordu. Bin kadar kadın ellerinde meşalelerle Setbaşı’na, yani Ermeni Mahallesine doğru ilerliyordu. Yanlarına elli kadar da çapulcuyu toplamışlardı. Çılgına dönmüş kadınlar kilisenin önüne gelmişti. Hep bir ağızdan haykırıyorlardı ‘’Erkeklerimizde güç kalmadı! Kuraklık, yokluk şehri kavuruyor! Tek sorumlusu sizsiniz!’’ Bu feveran koparken kadınların içlerinden daha evvelden aşina olduğumuz bir ses çıktı. Hoca Kadın’dı bu. ‘’Hünkarımızın izni olmadan kadı’ya rüşvet vererek yaptınız bu kiliseyi! Abdullah Efendi bize haberi vermiştir.’’ diye bağırıyordu. Kilisenin tamiratıyla uğraşan işçiler kadınları engellemek için harekete geçince bin kadar kadın ve eşkıyalar, işçileri perişan etmiş ve oradan savuşturmuşlardı. Şimdi fitne ateşi yayılacak ve kiliseyi de saracaktı. Bir anda Bursa semaları yalnızca kilisenin değil, tutuşmaya başlayan civardaki Ermeni evlerinin dumanlarıyla de kaplandı. Kadınlara bu yetmeyecekti. Civarda gördüklerini yağmalamaya başlamışlardı. Kadınlar ve onlara katılanlar birçok Ermeni’yi de öldürüyorlardı. Kilise ve mahalle yanıyor, Ermeniler dehşet içinde kaçacak yer ararken içlerinden bazıları da yangını söndürmeye çalışıyordu. O Ramazan’ın 29’u, Setbaşı semtinin ve Bursa’nın en gaddar günlerinden birine şahit olmuştu.

Işık tutan raporlar

Yukarıda okuduğunuz tüm olay kurgusuna ulaşabilmemizi, bu saldırı sonrası Ermeni Cemaati yetkililerinin mahkemeye başvurması sonrası Osmanlı yönetiminin başlattığı geniş çaplı sorgulamalar sonucunda yazılan raporlar sağladı. İki yıl boyunca bağımsız bir mübaşirin yürüttüğü tahkikatlar sonucu birçok yargılama yapıldı. Elbette ki olayın tüm sorumluğunu tek kişi üstüne yıkmak tarihsel bir hata olur fakat o dönem yöre ayanı olan Esad Efendi, Divan’dan gelen kilise tamiri iznini halka duyurmadığı için olayın fitilini ateşlemiş, ‘’rüşvet’’ ve ‘’Hünkarımızın iznini almaksızın’’ iftiralarının zemini oluşturmuş sayılabilir. Olayın baş tahrikçileri  ve organizatörleriyse o dönem için idam ya da benzeri ağır bir ceza almamışlardı. Nizamzâde ve Cabizâde ile sorgulamalar sonucu onlara yardım ettiği tespit edilen Deli Molla’nın Bozcaada’ya sürülmesiyle yetinilmemişti. Ceza almalarına en çok şaşıracağımız kişiler ise kilisenin tamiratı için malzeme sağlayan camcılardı. Şeriye Sicili’ndeki kayıtta isimleri geçen Bolulu Ohannes, Çingâneoğlu Avedis, Araboğlu Bedros, Kuyumcu Kocabayızoğlu’nun Bursa’dan uzak bir yere sürgün edilmesine ve bu civarlarda iş yapmamalarına karar verilmişti.

Bu kundaklama işini fiiliyata geçiren kadınların akıbeti hakkındaysa bir bilgi maalesef yok. Belki de sayılarının fazlalığı nedeniyle tahkikat sonucunda hepsi tek tek tespit edilip yargılamadan uzak durulmuş olabilir.

Pek tabii ki bu saldırı sonucu Bursa Ermenileri’nin kiliseleri kullanılmayacak hale gelmişti. Divan-ı Hümayun’dan çıkan karara göre evvelki kilisenin boyutlarını aşmayacak şekilde yeni bir kilise inşa etmelerine müsaade edilmiş ve kendilerine müdahale edilmemesi tembih edilmişti. Bu, haliyle Osmanlı azınlık siyasetinde emsaline az rastlanır bir izin olmuştu.

Devletin tutumu olması gerektiği gibiydi. Peki ya yakılan bir cami olsaydı? Bu sorunun cevabını size bırakıyorum. Ancak, bu olay 1909 Adana Pogromu’nda ya da daha evvel Bursa’da yakılan bir başka kilisede yaşandığı gibi, Osmanlı toplumunu oluşturan grupların ufacık kıvılcımlarla nasıl ‘’tutuşturulabileceğinin’’ bir örneğidir.

Bu yazının arşiv kısmını ve konu üzerine anekdotlarını paylaştığı için İsmail Yaşayanlar’a ve yazının yayım sürecinde bana yardımcı olan Güven Bayar’a teşekkürlerimi belirtiyorum.

Kaynakça

YAŞAYANLAR, İsmail, ‘’ Bir Arada Yaşama Kültürünün Zedelenmesi:1794 Bursa Ermeni Kilisesi Yangını Örneği’’, Ermeni Sempozyumu Bildirileri, ss. 116 - 129

KAPLANOĞLU, Raif, “Bursa Kiliseleri”, Bursa Araştırmaları,KS.30, 2010, ss.10-25. – ‘’ Bursa'da Ermeni Semti Setbaşı’’, Bursa Araştırmaları,KS.05, 2004, ss. 38 - 45

KARAKOÇ- DÜVENCİ, Fulya, "Ermeni Milletinin Bursa Sancağındaki Sosyo-kültürel Varlığı (19. Yüzyıl)", Journal of Turkish Studies, V.41, Harvard University, 2014, ss.321- 411.

KEPECİOĞLU, Kamil, Bursa Kütüğü, Cilt 2, Haz. Hüseyin Algül ve diğerleri, Bursa: Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayını, 2009, ss. 41 – 43, 256- 257.



Yazar Hakkında