Okullarımız yeterince kapsayıcı mı?

Öğrencimiz artık mezun oldu. Şimdi en doğal hakkı olanı istiyor: Cemaatimizin bir okulunda lise eğitimine devam etmek. Ama şimdilik gittiği her kapı yüzüne kapandı. Okulun akademik düzeyi, kontenjan doluluğu, ya da özel bir öğrenci ile çalışacak donanıma sahip olmamak gerekçe olarak gösteriliyor.

Her eğitim öğretim yılının sonu, öğrenci, veli ve eğitimciler için sevinç ve hüznü bir arada barındırır. Okul değiştirmeyi beraberinde getiren mezuniyet yılları ise özellikle heyecan yüklüdür. Halen böyle bir dönemi yaşıyoruz. Sınav sonuçlarının da açıklanması ile öğrenci ve aileler yeni okullarına yerleşme telaşı içindeler. Güvenli alanın dışına çıkılan geçiş dönemleri çoğunlukla sancılı olur. Aileye yeni gelen bebek, yeni bir iş, mahalle ya da okul hepimizin yaşamımızın belirli dönemlerinde deneyimlediği değişimlerdir. Bazıları bu geçiş dönemlerini daha zorlu yaşar.

Geçtiğimiz ay boyunca bir öğrencimin ilköğretimden lise eğitimine geçiş sürecine yakından tanık oldum. Ben kendisini tanıdığımda 2. sınıf öğrencisi idi. Akranlarından farklı bir gelişim gösteriyor ve sınıf ortamına adapte olmakta zorlanıyordu. Buna rağmen bir bütün olarak okul, ama özellikle de arkadaşları onu sahiplenmişti. İnsanoğlu büyük çoğunlukla en az çabayı harcamaktan, konfor alanının dışına çıkmamaktan yana hareket eder. Öğrencimin okulunda bu denli yer edinebilmesinde okul müdürünün dünya görüşünün ve işten kaçmayan, iflah olmayan mücadeleci yapısının payı büyüktü. Liderlerin tavrı her zaman toplumun tavrını etkiler. Öğretmenler olabildiğince kabul edici idi. Her yeni dönem öğretmenlik yapacakları sınıf öğrencilerinin homojen bir yapıda olması için içten içe dua eden ve sanki asıl olması gereken, doğal olan buymuş gibi bu dileği rahatlıkla dile getiren öğretmenlerin, sınırları zorlayan bu öğrenciyi kabul etmelerini sağlamak kolay değildi.

Eğitimciler arasında “benzer düzeyde öğrenci” beklentisinin çok yaygın olduğunu daha önce staj yaptığım, sadece “engelli” gençlerin devam ettiği özel eğitim meslek okulunda fark etmiştim. O zamanki naifliğimle çok şaşırmıştım. Burası özel olarak bir “engel”i olan gençler için var olan bir okuldu, öğretmenlerin çoğunluğu özel eğitim öğretmenleri idi ve ortalamanın altında kalan, nispeten daha “engelli” öğrenciler istenmiyor, zorluk ve problem çıkaranlar olarak görülüyordu. Topla, böl, ortalamayı al, o ortadaki, işte o ideal öğrenci. Ortaya yakın olanlar kabul. Ama ortadan uzaklaştıkça iş yükü getirdiği için problem.

“Ortalama öğrenci” var mı?
Maalesef bu yaklaşıma sıkça tanık oldum. Genelleme yapmıyorum. Bunu yapmam, herkesi bir kefeye koymam, aynılaştırmam benim de aynı hatayı yapmam demek olur. Ancak bunun çok yaygın bir eğilim olduğunu söyleyebilirim. Ümitsiz miyim? Hayır. Ümitsiz olsam bu konuda bir öğretmen eğitim programı hazırlamak amacıyla doktora yapıyor olmazdım.
Gelelim ortadakilere… Eğitim alanında muhteşem bir tespit vardır. Tüm müfredat ve ders planları “ortalama öğrenci” için yapılır. Ancak gerçekte böyle bir “ortalama öğrenci” YOKTUR. O sadece bir varsayımdır. Tüm öğrenciler bu gerçekte var olmayan ortalamanın çevresinde dolaşırlar. Bazıları yakın, bazıları ise uzaktır, ama hepsi ortalamadan ve birbirlerinden farklıdır. Ama biz öğretmenler olarak çoğunlukla ne yapıyoruz? Derslerimizi o hayalimizdeki gerçekte var olmayan ortalama öğrenciyi hedefleyerek planlıyor ve uyguluyoruz.

Ya “Ortalama”dan uzaktakiler?
Ortalamaya yakın öğrenciler nispeten şanslı olanlardır. Ya uzaktakiler? İşte beni bu yazıyı yazmaya sevk eden olaydaki öğrenci de ortalamadan uzaktı. Farklıydı. Neye göre? Bir aritmetik ortalamaya göre. Toplumun belirlediği kıstaslara göre. Peki, böyle bir öğrenci yatırım yapmayı, özel çaba sarfetmeyi hak etmiyor mu? “Sen farklısın, senin gibilerin yanına git” denip “normal” gelişim gösteren akranlarından uzak mı tutulmalı? Biz toplum olarak onu kabul edebilelim diye “normal” olmayı öğrenme hakkı elinden alınmalı mı? Öğrencimiz eğitim hakkını maalesef “şans eseri” kullanabildi. Eğitimin tüm bireylerin hakkı olduğunu kabul eden, toplumu ayrıştırmayan, farklı özelliklerimizle bir arada olmanın hepimiz için kazanç olacağının bilincinde olan bir anlayışla hareket eden bir okulda olduğu için şanslıydı. Uzun süren anaokulu, ilkokul ve ortaokul süreci sonunda kazanan gerçekten de herkes oldu. Öğrencimiz okulun planlı çalışmaları, dışarıdan aldığı özel eğitim ve veli desteği ile akademik, duygusal ve davranışsal olarak büyük yol katetti. “Normal” mi oldu? Hayır onu hiçbirimiz olamayız. Ama o orta noktaya artık daha yakın. Sınıf ve okul arkadaşları bireyleri farklılıkları ile kabul etmeyi, yardımlaşmayı öğrendiler. Öğretmenler ve idare için de bir öğrenme süreci oldu. Mezuniyette diplomasını alırken herkes bu başarıda kendine düşen payın haklı gururunu yaşadı.

Bütün kapılar kapanırken
Öğrencimiz artık mezun oldu. Şimdi en doğal hakkı olanı istiyor: Cemaatimizin bir okulunda lise eğitimine devam etmek. Ama şimdilik gittiği her kapı yüzüne kapandı. Okulun akademik düzeyi, kontenjan doluluğu, ya da özel bir öğrenci ile çalışacak donanıma sahip olmamak gerekçe olarak gösteriliyor. Mesleğimi, “bunu bilmeyecek ne var” deyip küçümsemek istemem ama yapılacak şey eninde sonunda öğrenciyi bir birey olarak ele alıp değerlendirmek, neyi yapıp yapamadığını belirlemek ve bildiği yerden başlayarak adım adım ilerletmektir. Aslında her öğrenci için yapılması gereken budur.

Aile, mücadelesine vazgeçmeden devam ediyor. Biz de bu öğrencilerden, gençlerimizden vazgeçmemeliyiz. Böyle bir hakkımız yok. Her çocuk, her genç arzu ettiği eğitimi almak hakkına sahiptir. Okullarımız başarılı, başarısız, gayretli, gayretsiz, normal gelişen, farklı gelişen tüm çocuklarımız için kurulmadı mı? Bu çocuklar büyüdüklerinde, yıllar sonra “Ailem beni bizim bir okulumuza kaydettirmek istedi ama beni almadılar” diye anlatacak. Bu gençler yetişkin olduklarında nasıl bir toplumsal aidiyete sahip olacaklar?

Bireyler olarak her birimizin, ailemizin, mahallemizin, okullarımızın, iş yerlerimizin, ülkelerin ve dünyanın kapsayıcı olmaya ihtiyacı var. Görmezden gelmek, görüş alanının dışına çıkarmak çözüm olarak algılanmamalı, sunulmamalı. Adalet, eşitlik, insan hakları, demokrasiyi savunurken kapı komşumuzun çocuğunu, sınıfımızdaki öğrenciyi, çocuğunu okulumuza kaydettirip gece içi rahat uyumayı hak eden veliyi şu veya bu sebeple görüş alanımızdan çıkarmak, şu gün için bizi küçük problemlerle karşılaşmaktan uzak tutabilir. Ama gün gelir bu görmezden gelinen problemler büyüyerek karşımıza çıkar. Cemaatimizin eğitim kurumlarının mağduriyetler oluşmaması adına daha kapsayıcı ve planlı hareket etmek üzere adımlar atması gerektiğini düşünüyorum. Öğrencimize ise bundan sonraki eğitim hayatında, her nerede olacaksa, bugüne kadar gösterdiği başarının kat be katını diliyorum.

(N. Karin Ataoğlu: Özel Eğitim Öğretmeni, Doktora Adayı, Öğrenme Bilimleri Programı, Boğaziçi Üniversitesi)



Kategoriler

Toplum


Yazar Hakkında