Agos'un arşivinden: Roboski'de normal olmayan bir gün

Agos'un arşivinde bugün Roboski katliamı var. 28 Aralık 2011'de, yaşları 12-25 arasında değişen 35 Roboskili genç, TSK savaş uçaklarının bombalarıyla öldürülmüştü. Aradan 4 yıl geçtikten sonra, suçu işleyenleri hala adalet önüne çıkmadığı katliamın yaşandığı günlerde Agos'tan Funda Tosun ve Lora Baytar, bölgeye gitmiş ve ailelerle konuşmuştu.

FUNDA TOSUN - LORA BAYTAR
fundatosun@ agos.com.tr - lora@agos.com.tr

Uludere halkı 35 evladını yitirmenin acısıyla soruyor: “Benim bir oğlum gittiyse şimdi onun bir küçüğü yapacak bu işi. Sonra onu da öldürürlerse, onun küçüğü yapacak. Biz ya bu vatandan kalkıp göç edeceğiz ya da bu işe mecburuz. Çünkü ne fabrikası ne hayvanı var… Ne yapacağız?” 

28 Aralık günü saat 16.30 sularında, Şırnak’a bağlı Gülyazı (Bujeh) ve Ortasu (Roboski) köylerinden 38 köylü, 60 katırla birlikte yola çıktıklarında her şey normal görünüyordu. Tıpkı babalarının, hatta dedelerinin yaptığı gibi, sınır ticareti yapmak üzere koyulmuşlardı yola. Olağan dışı bir şey yoktu. “Bizim dedelerimiz de, babalarımız da nafakalarını böyle çıkarmışlar. Biz de nafakamızı kaçakçılıkla sağlıyoruz. Bu bizim işimiz. Biz normal olarak hep aynı yolu kullanarak gider, geliriz. Askeriyenin aşağısından, dürbüne falan gerek kalmadan görebilecekleri yerdir yolumuz” ifadeleriyle anlatıyorlar ekmek paralarını nasıl kazandıklarını. Onların dediği gibi, askerinden savcısına, kaymakamından valisine kadar herkes, bu köylerde bu “normal” işin yapıldığını biliyordu.

O gün beş-altı kişilik gruplar halinde yola çıkan köylüler, bir aydır hiçbir kontrol yaşamadıkları için her zamankinden daha da rahattı.  Ortayazı’da bulunan karakol yine bu son bir ayda kaldırılmış, taburun içine taşınmıştı. Bir gece önce de 200 katırlık bir konvoy Kuzey Irak’a gidip hiçbir sorunla karşılaşmadan mazot getirmişti.  Her bir katıra iki bidon yükleniyor, 200 TL karşılığında alınan mazot 250 TL’ye satılıp 50 TL kazanılıyordu. Normalde 150-200 kişilik gruplar halinde gidilen kaçakçılık için o gün sayının az olmasının nedeni ise, köye yeni yaptıkları halı sahada futbol maçı olmasıydı. O gün, delikanlılarının büyük bölümü maç için köyde kalırken, yaşları 12-25 arasında değişen 35 kişi TSK bombalarıyla hayatlarını yitirecekti.

‘Heronlar tepemizdeydi’

Konvoy yola çıktıktan yaklaşık yarım saat sonra köyde, “insansız hava aracı” Heron’ların sesi duyulmuştu. Bu ses de vaka-ı adiyeden sayılıyordu, çünkü haftanın iki-üç günü Heronlar operasyon ya da keşif için havalanıyordu. Ancak bir süre sonra, köyün içinden geçerek sınıra doğru giden “akrep” diye tabir edilen iki askeri araç görüldü. İşte bu “normal” değildi, çünkü askerler, kaçakçıları yakalamak istediğinde köyden sınıra doğru giden yollara pusu kuruyordu. Yani böyle aleni bir şekilde araçlarla köyün içinden geçmiyorlardı.  Köyden sınıra doğru giden dört yol vardı, bu yollar sınıra yaklaşıldığında birleşiyor, tek bir yola dönüşüyordu. Köylüler, askerlerin dört yolu birden tuttuklarına da çok az şahit olduklarını, “Genelde iki yolu tutup ikisini açık bırakırlardı ki biz tutulmayan yollardan işimizi görelim… Yani görev icabı iki yolu tutuyor ama bize de müsaade ediyorlardı” diye anlatıyorlar. Kesin olan şuydu: O gün  “normal” olmayan bir şeyler vardı…

Kafile normal koşullarda gidiş-geliş altı saat süren yolu yarılayıp köyden 3 km uzaklıktaki sınıra vardığında saat 19.00’a geliyordu. Sınırın öte tarafında yaşayanlar, kaçağa çıkanlarla akrabaydı. 1992 yılında köyleri yakılıp sürgün edildiklerinde kimileri Ortasu köyüne yerleştirilmiş, kimileriyse Irak’taki Mahmur kampına gitmişlerdi. İşte kaçakçılık denilen sınır ticareti de, bu akrabalar arasında yapılan alışverişti. “Sınırın öte yanındakiler tanıdıklarımız hep. Ya amcaoğlu ya dayı çocuğu. Kız alıp vermişiz yıllardır. Biz buradan yola çıktığımızda onlar da oradan yola çıkarlar. Sınırı geçip onlarla buluşuruz. Boş bidonları verip mazot dolu bidonları alırız. Ya da şeker, bazen sigara… Neyse artık ihtiyacımız olan. Bir iki hoşbeş sohbet eder, ayrılırız.”

‘Katırları bırakın devlete sığının’

O gün de Irak’ta akrabalarıyla buluşup her bir katır için 130 litre, yani iki bidon mazot alan köylüler tekrar sınıra doğru hareket ettiler. Sınıra vardıklarında içlerinden birkaçının telefonu çaldı. Arayan köylüleridir. Yolun askerler tarafından tutulduğunu, sınırda beklemelerini söylerler. Normalde, birkaç saat bekledikten sonra askerler yolu açar ve kaçakçılar sınırdan geçer. Ama bu kez öyle olmaz. Sınara varan ilk grup beklerken, artlarından ikinci grup gelir peşi sıra. Üç, dört… Yolun açılmasını bekleyen köylülerin sayısı 38’i bulur.   Bekleyiş devam ederken atılan havan topunun sesi duyulur.  Biraz sonra ölecek olan 17 yaşındaki Yüksel Ürek, annesini cep telefonundan arar. Askerlerin yolu tuttuğunu ve top attıklarını söyler. Annesi, “Katırları bırakın ve devlete sığının!” der. Bu konuşma olduğunda saat 21.29’dur. Saat 21.30’da uçaklar bombalamaya başlar.

‘Yetişin, bizi bitirdiler’

Ailesinin 25 üyesini kaybettiği ilk bombalamadan sağ kurtulan 31 yaşındaki Servet Encü, o andan sonra yaşananları şöyle anlatıyor: “Sınırda birikmiştik. Ben grubun en önündeydim. Önce bir top sesi duydum. Sonra Heronların sesi çok yaklaştı. Havada uçuşan kollar, bacaklar gördüm. Her yer gündüz gibi aydınlanmıştı. Ben kendimi karın içine attım. Bir ara sesler bitti. Sonra yine bomba sesleri gelmeye başladı. Bir saat falan bekledim, kendimi ölü gibi yaptım.” Bir süre sonra bombalar susmuş ama uçakların sesi duyulmaya devam etmiş: “En azından yarım saat daha jetler üzerimizde dolanmaya devam etti. Sonra sustu, biraz daha bekledim. Çıktım karın altından. Köye telefon ettim. Yetişin, bizi bitirdiler dedim…”

İlk bombalamanın ardından ikinci bir bombalama başladı. Bombaların hedefinde bu kez çoğu çocuk olan grup vardı. Bu gruptan sağ çıkan 19 yaşındaki Hacı Encü yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Orada önce aydınlatma fişeği ve akabinde de top-obüs atışı yapıldı. Biz yükümüzü sınırın diğer tarafında bıraktık. Hemen ardından uçaklar geldi ve bombardıman başladı. Biz iki gruptuk, öndeki grup ile arkadaki grup arasında 300-400 metre mesafe vardı. İlk top atışından hemen sonra uçak geldi. İlk uçak bombardımanında sınırın sıfır noktasında bulunan yaklaşık 20 kişilik grup imha oldu. Hemen geriye kaçmaya başladık. Kayalıklar arasında kalanların üzerine bomba yağmaya başladı, benim de içinde bulunduğum grup 6 kişiydi, bu gruptan 3 kişi kurtulduk. Olay 1 saat falan sürdü, bir-iki kişi 3 katırla beraber küçük bir deredeki suya girdik, bir saat bekledikten sonra bir kayalığın altına sığındık. Arkadaşlarımızdan haber alamadık, saat 11-11.30 gibi sesler duyduk. El fenerleriyle köylüler geliyordu.”

‘Olay sizinkilerle ilgili değil’

Servet’in telefonuyla harekete geçen köylüler önce Gülyazı Karakolu’nu aradılar. Servet’in telefonda söylediklerini anlattılar, helikopter ve ambulans istediler. Karakoldan verilen yanıt, “Endişe edecek bir durum yok. Olay sizinkilerle ilgili değil” oldu. Köylüler yola koyuldular ama araçlar buz tutmuştu, yolda ilerleyemediler. Araçlardan inen köylüler yola koşarak devam ettiler. Olay yerine vardıklarında gördüklerine inanamayacaklardı: “Baktık ki çocuklarımız paramparça...  Katırlar yanıyor hâlâ. Bulduğumuz parçaları birleştirdik, bir insan yaptık. Katırın bacağı, bizim oğlanın bacağı oldu. Yükledik sırtımıza. Üç yaralı vardı. Ambulans gelmedi, traktör giremedi, öldüler yolda.” Sabaha karşı, ölenlerin geri kalanını almak üzere bir minibüs ve bir traktörle tekrar yola çıktılar. “Kalanları” toplamaya.

‘Abim bu mu?’

Ölenlerden 20 yaşındaki Adem Ant’ın kardeşi Hamza Ant, cesetlerin köye getirildiği andan sonrasını şöyle anlatıyor. “Gece annemin ağlamasıyla uyandım. Sabah kadar bekledik. Önce bir transit geldi, arkası doluydu. Abim içindedir zannettim. Koştum, baktım yok, ama teyzemin oğlunun cesedi vardı. Sonra traktör geldi. Arkası doluydu… Babama sordum, ‘Abim bu mu?’ diye. O da ‘bu’ dedi. Yüzüne bakamadım. Kucakladım abimi, daha doğrusu abimden kalanları… 12 nüfusuz biz, hepimize abim bakıyordu. Kaçağa giderken beni götürmüyordu. Tek okuyan benim. Lise ikinci sınıftayım. O benden üç yaş büyüktü. Sen okula git diyordu. Baharda da düğünü vardı. Başlık parası biriktiriyordu, şimdi bitti…”

‘Hocam, katliam yapmışlar’

Yaşanan katliamda arkadaşlarını, ağabeylerini ve babalarını kaybeden çocuklar, köylülerin anlattıklarını tekrarlıyor. Ailesinden iki kişiyi kaybeden 6. sınıf öğrencisi Galip Ürek bir çırpıda anlatıyor olan biteni:

“Hocam, sınıra gitmişlerdi. Hocam, kaçakçılığı herkes biliyor. Amcamın oğulları öldü. Hocam, askerler buradan gitmişler. Hocam, dağda bizimkilerin peşine gitmişler. Hocam, silah atmışlar ve geri çekilmişler. Sonra hocam, saat dokuz falandı uçaklar geçti. Sonra katliam yapmışlar. Hocam, ben sabah olana kadar bir şey bilmiyordum. Hocam, sabah yengeme sordum. Hocam ‘n’oldu’ dedim. Hocam, yengem dedi  ‘Bi kalk, bileceksin ne olduğunu.’ Hocam, amcamın evine gittim, hocam babam gitmişti onları getirmeye. Katırlarımızı öldürmüşlerdi. Kimse bilmiyordu, neden öldürdüklerini. Öldürmüşler hepsini. İşte böyle olmuş hocam. Askerler öldürüp kaçmışlar hocam. İki sınıf arkadaşım öldü  birisiyle aynı sırada oturuyorduk, hocam” 

‘Nişanlımın gözünü kapatamamışlar’

Katliamda Yüksel ve Salih ismindeki iki akrabasını ve nişanlısı Adem Ant’ı kaybeden Garibe Ürek, Adem’in beşik kertmesi olduğunu ve birbirlerini çok sevdiklerini anlatıyor.  Garibe, amcaoğullarının  el ele tutuşarak öldüklerini söylüyor:

“Yüksel ve Salih Ürek amcamın oğulları, Adem nişanlımdı.  Askerler yolunu kesmişler. Kaçağa giden tüm gruplar sınırda birikmiş, saatlerce dua etmişler. Sonra çok acıktıkları için yemek yemişler.  En son askerler çekilmişler. Uçaklar bombalar atmış. Paramparça olmuşlar. Katırların altına saklanmışlar, katırların organlarıyla insanların ciğerleri, kolu bacağı birbirine karışmış. Ben geldiğimde nişanlımın gözleri açıktı. Kimse kapatamamış gözünü… Amcamın oğulları el ele tutuşmuşlar, öylece ölmüşler.  Adem beşik kertmemdi. Hayatımda güvendiğim tek insan. Küçüklükten beri tanıyorum onu. Ramazan bayramından bir gün önce nişanlandık. Nişanlım yarım saat can çekişmiş. Gözü açıkmış, öldüğünde. Kimse gözünü kapatamamış. Bu onun yüzüğü. O başlık parası için gitti. Ayıplanacak bir şey yapmadı. Fabrikalar kurulsaydı biz oraya gider çalışırdık, illa kaçağa gidelim demezdik. Ama kimsenin umrunda değil buradaki insanlar.”

‘Şimdi diğer oğlum gidecek kaçağa’

Katliamda oğlunu kaybeden anne Emine Ürek’in evine gittiğimizde, “Karşılıklı oturalım, gözün gözüme baksın” diyerek başlıyor konuşmaya. Anne Ürek, elindeki zarftan iki fotoğraf çıkartırken “Ben şimdi sana ne olduğunu anlatacağım” diyor. İki fotoğraf… 

“Bu oğlum, bu da abimin oğlu, benimle birlikte kalıyordu. Bu 18 yaşında, bu da 16 yaşında. Adem Ant, Yüksel Ürek. Yüksel benim en büyük oğlumdu.  Altı çocuğum var. Geçimimiz yok, gelirimiz yok. Memlekette çalışacak bir iş yok. Mecburen bu işi yapıyor. Allah iki taşı bir araya koyduğundan beri bu sınır çalışıyor. Bu millet bu sınırla geçiniyor. Benim oğlum lise 1’e kadar okudu, sonra geçim olmadığı için okulu bıraktı. Diğeri orta okulu bitirdi, onu da okutamadım. Abimin çocuğu nişanlıydı. 12 çocuğa bakıyordu. Mecburuz yani. Biz ölsek de yapacağız, ölmesek de yapacağız bu işi. Benim bir oğlum gittiyse şimdi onun bir küçüğü yapacak bu işi. Sonra onu da öldürürlerse, onun küçüğü yapacak. Biz ya bu vatandan kalkıp göç edeceğiz ya da bu işe mecburuz. Çünkü ne fabrikası var ne hayvanı var… Ne yapacağız? Gelsinler  bu başbakanlar, cumhurbaşkanları orgeneraller ne sefalet yaşadığımız görsünler.  Bu devletin sorumlusu kimse gelsin görsün. Oğluma gitme dedim ama dinlemedi gitti. Gitti işte. Bir katır almıştık altı milyara… Onun borcu vardı.

‘Başbakan oğlunu versin, biz ona tazminat verelim’

Anne Ürek, Başbakan’a seslenerek, kendisinden tazminat istemediklerini, sorumluları ortaya çıkarmasını beklediklerini söylüyor.

“Başbakan oğlunu bana versin, biz ona tazminat verelim.  Bu ihbarı kimin yaptığını, kimin çocuklarımızı bombaladığını bulsun da bize tazminat vermesin. Tüm Türkiye’nin tapusunu benim adıma yapsa ben yine de oğlumun tırnağını vermem.   Bir insanın hayatı söz konusudur. Bir keçinin hayatı değil.  Başbakan bir düşünsün taşınsın, bizim sefaletimizi görsün.  Gelsin o da burada yaşasın, kaçakçılık yapmasın… Benim oğlum iki bidon mazot getirecekti. 50 lira kazanacaktı.  Bizim devlettir, biz aynı bayrak altındayız, aynı kimliği taşıyoruz. Ama bizim devlet gelip bizim çocuklarımızı katlediyor. Asker de ölüyorsa sorumlusu devlettir, bizim çocuklarımız da ölse sorumlusu devlettir. Çünkü hepimiz onun vatandaşıyız, canımız ona emanet. MİT açıklasın kim bu ihbarı yaptı, kim çocuklarımıza bu bombaları attı, açıklasınlar… Alay komutanı zırhlı araçlarla gidip o yolu tutmuş, çocuklarımızın önünü kesmiş.  Bak telefonuma, saat 21.29’da oğlum aradı. Bizim yolumuzu kesmişler. Ne yapalım? Ben dedim katırları bırakın gitsin, gelin devlete sığının, askere doğru gidin. Sonra ateş başlamış. Eğer suç varsa yakalasalardı. Hapse atsalardı. Neden öldürdüler?”

‘Neden giderken durdurmadılar?’

Köylüler başbakanın olaya ilişkin açıklamasında belirttiği, Heron’ların çektiği görüntülerin ortaya çıkarılması gerektiğini söylüyor ve soruyorlar: “Ellerinde PKK’lilere ait istihbarat varsa neden gidişte yolu kapatmadılar? Her zaman bir durum olduğunda korucubaşına ya da muhtara ‘Bugün kaçağa çıkmayın, operasyon var’ diye haber gönderirlerdi, o gün neden bunu söylemediler? Biz giderken Heron’lar tepemizdeydi, bizi çekti. Dönüşte bu görüntülerden gelenlerin biz olduğumuzu nasıl anlamadılar? Bu adamlar kaçağa gitti, elbet dönecekler, gelenler onlardır diye nasıl düşünemediler? Dönüşte yolu kapattıklarında teslim ol çağrısı neden yapmadılar?”

‘Özür dilemeden gelmesinler’

Köylüler yaşananlardan dolayı devletine en azından bir özür dilemesi gerektiğini söylüyor: “Özür dilemeden kimse gelmesin buraya.  Benim oğlum kaçakçılık yapıyorsa devletin ayıbıdır. Demesinler bunlar Kürttür, hak ediyorlar.  Özür dilemeyecekmiş. Bu demek ki bu kan durmayacak. Özür dilemiyorsa demek ki çocuklarımızı öldürmeye devam edecekler. Bizim devlet bizi vuruyor. Sekiz gündür ben televizyonun önündeyim, bir özür dilerler mi diye. Yok…

‘Taziye bitsin yine kaçaktayız’

Köylüler kaçakçılığın tek geçim kaynakları olduğunu anlatıyorlar. Geçim denilen şeyin ise her şey umdukları gibi giderse yılda en fazla 3000 TL olduğunu söylüyorlar.  Tüm bu yaşananlara rağmen taziye bittikten sonra yine kaçağa çıkacaklar: “Tek geçim kaynağımız bu. Çünkü ne toprağımız var, ne hayvanımız. Yaylalara çıkmamız ya da hayvan otlatmamız yasak. Haftada iki sefer kaçakçılık yapabilirsem 100 lira kazanırım. Geçim dediğimiz de bu yani. Her şey yolunda giderse, hiç yakalanmayıp, ceza yemezsek ayda 400TL kazanırız. Ama yakalandığımızda çok fazla cezası var. Tüm mala jandarma el koyuyor, üstüne de ceza kesiyorlar. Çoğu zaman da borcumuzu ödeyebilmek için kaçağa gidiyoruz. Burada kaçakçılık yapan her köylünün 2-3 milyar borcu var. Yakalandık mı katırları da alıyorlar, bazen bir ay geri vermiyorlar, o zaman zaten gidemiyoruz. Geçen sene yine yakaladılar bizi. 70 katır vardı. Gülyazı taburu yakaladı. Bütün yükü aldılar kendilerine, katırları bir ay vermediler,  semerleri yaktılar. Biz yeniden semer diktik, sonra tekrar çıktık kaçağa.  Bazen de kar düşerse hiç gidemiyoruz. Yılda en fazla 20- 30 kere gidebiliyoruz… Şimdi taziye için gitmiyoruz. Ama diyeyim sana, taziye bitsin bir hafta on gün sonra tekrar çıkacağız. Başka geçim yok çünkü.”

‘Kürtler vurmayı devletten öğrendi’

Köylüler, taziyeye gelen kaymakamın dövülmesinin ardından köyden sekiz kişinin gözaltına alındığını söyleyerek kaymakama gösterilen hassasiyetin kendilerine neden gösterilmediğini soruyorlar:

“Kaymakamın dövülmesi olayını tasvip etmiyoruz. Ancak yaşananlar bizim için çok zor. Kaymakam taziyeye geldiğinde, insanları tehdit etti. Ölülerimizin fotoğraflarının olduğu pankartı kaldırmamızı söyledi. ‘Benim aşiretim var, iki yüz silahlı adamım var’ gibi laflar etti.  Zaten içimiz yanmış. Köyden birkaç genç de saldırdı… Fakat şimdi köyden çıkanı gözaltına alıyorlar. Ellerinde bir liste var, altmışın üzerinde insanın ismi yazıyor. Otuz beş insan öldürüldü, daha bir tane sorumlu gözaltına alınamadı. Böyle bir şey olur mu? Şimdi bizi kınıyor medya ve Batı’daki insanlar.  Biz ne öğrendiysek bu devletten öğrendik. Kürtler vurmayı bu devletten öğrendi.”