Halklar Dağları’ndan derin devletin garsoniyerliğine: Karadeniz

Gizem Asya Genç, Uğur Biryol’un derlediği Karardı Karadeniz kitabından yola çıkarak, Laz kimliğini, Karadeniz halklarının asimilasyonunu, “Nataşa”ları ve sınırı anlatıyor ve Karadeniz’in tarihsel serüveni ve dönüşümünün izlerini sürüyor.

Gizem Asya Genç
giz_genc@hotmail.com

2012 yılında İletişim Yayınları'ndan çıkan Karardı Karadeniz, Kazım Koyuncu'yu selamlayarak başlıyor. Kitap, kolektif bir çalışmadan daha fazlası, Karadenizlinin Karadeniz ile gecikmiş hesaplaşması. Bölge halkı evvela mizahla yan yana anılır. Fakat esasında Karadeniz'de yaşama direnmenin tek yoludur mizah. Zira doğa, her zaman insanın rakibidir, götürdükleri getirisinden çok, “lütuf mu, gazap mı” olduğu bilinmeyen çayın, fındığın, tütünün diyarı. Zor bir sınav bu, antik bir kültür, çok uluslu ve çokkültürlü bir yaşamın ardından Osmanlı ile başlayan, Cumhuriyet döneminde tırmanan, 80'lerden bu yana kendisini iyice hissettiren tek kimlik altında çırpınmanın, sömürülen arazilerin, kıyıların doldurulmasının, mübadelelerin, HES'lerin, kaybolan dillerin, tehcirin, göçler sonrasında kırpıla kırpıla hilkat garibesine dönen bir Karadeniz'in hikayesi... Bir zamanların Halklar Dağları, şimdinin derin devletinin garsoniyeri.

Neden karardı? Uğur Biryol, sorduğu soruya yanıtıyla başlıyor. Sondan başlarsak eğer karardı çünkü: HES’ler.. Karardı çünkü sahillerimiz dolduruldu...70'lerde yükselen sol hareketleri 12 Eylül ve devamında tırmanan milliyetçilik izledi. Biryol'un eklediği gibi, Karadeniz, deniz kenarında denizi yaşayamayan tek bölge olarak tarihe geçti. Kitap da, bunları ve Trabzonspor'un ufunetinden, antik bir dil Romeyika'nın yok oluşuna, çayın tarihsel yolculuğundan Karadeniz'e getirilişine, Batı Karadeniz’de son dönemde yapılan arkeolojik kazılara kadar Karadeniz'in tarihsel serüveni ve dönüşümü anlatıyor.

Laz kimliğinin politik sınırları

- Karadenizliymişsiniz.

- Evet, evet Lazız biz.

- Laz mısınız, estağfurullah!

- Neden öyle söylüyorsunuz! Biz Laz olmaktan gurur duyuyoruz. Bizim de ayrı bir dilimiz var. Ama öyle bölücü değiliz biz Kürtler gibi, kimseyi de öldürmüyoruz.

- Biz de Kürdüz.

- ...

Kemençe üstadı Stavros Petridis

Ötekinin öteki olana yabancılığı, düşmanlığı ve öteki olmaya direnişi anlamında güzel bir örneği olan yaşanmış bu diyalogla başlıyor yazısına Nilüfer Taşkın. Genel anlamda kırsal olan bölgenin “milletin efendisi” olan köylünün esasında, Türklüğün karşıtı bir yerellik addedilerek aşağılandığı, Doğu Karadenizli herkesin Laz potası altında toplanıp bölgenin çokkültürlülüğünü erittiğini (Rum, Gürcü, Hemşin, Çerkes...), bu sınırlamanın aynı zamanda bölge halkının görece olarak devletin şiddetinden koruduğunu söylüyor. Zira Lazlar, bölgenin Türkleşmesinden bu yana iktidarlar ile genel anlamda sorunsuz yaşadı. Özellikle 50'lerden bu yana çay tarımının gelişmesi ile devlete göbekten bağlı konuma geldi. Bu da, devleti içselleştirmesiyle, herhangi bir sivriliğin-talebin ekonomik zarara uğratacağı kaygısıyla sonuçlandı.

Buna örnek olarak, İstanbul'da kurulan “Laz Kültür Hareketi” adlı aydın topluluğa, Lazların bizzat kendisinden gelen tepkiyi gösteriyor. Anadil için herhangi bir talepte bulunulmamasının “dil hakkında bir temenni boyutunda kalan ‘Lazca ölmesin, çocuklarımızla Lazca konuşalım’ fikrinin altında yatan kendini Kürt politik hareketinin dışında gösterme çabası olarak yorumlanabilir” diyerek Lazların bilinçdışında olan ‘öteki’ fobisini tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. Kazım Koyuncu’nun bir sanatçıdan, siyasi bir duruşun parçası olmaktan ziyade, kamusal alanda Laz kimliğinin tarihsel bir aktörü oluşu, sadece fıkra konusu olarak sempati sınırından çıkamayan Laz kimliğinin yapıtaşı olan dili kitlelere müzikle sevdirmesi açısından önemi bir kez daha vurgulanıyor ve eğer imtiyazlı pozisyonundan vazgeçmeyip, modern anlamda kurumlar oluşturulmaz, dil talepleri olmazsa Laz kimliğinin sadece bir nostalji ve folklorik bir tüketim nesnesinin ötesine geçemeyeceğini anımsatıyor.

Karadeniz halkları, asimilasyon ve re-asimililasyon

Cumhuriyet tarihinden bu yana farklı etnik gruplara yönelik asimilasyon “Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” maddesi ile anayasal bir meşruiyet kazanmıştı. Özellikle Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin sanayi işletmelerinde “azınlık” olmalarına rağmen Türklerden daha etkin olması, zanaatkarların yoğunluklu olarak Ermeni olması gibi sebep-sonuç ilişkisinde uzunca ele alınması gereken sebepler 1915’in, mübadelenin alt metnidir. Mahir Özkan'ın yazısında belirttiği gibi, bu halkların uluslaşma sürecine daha önce girmesi, Hıristiyan unsur olarak asimilasyonun imkansızlığı karşısında devlet şiddetinin ve sürgünlerin hedefi oldular. Karadeniz’de ve genel anlamda Anadolu'da İslamlaşmanın başlıca unsurları olan vergiden muaf olmak ve tehcirde canını kurtarmak, İslamlaşmış Ermeni ya da Pontus Rumlarının varlığını ortaya çıkarmıştı. Bölgede kimlikler hakaretamiz söylemlerle de olsa geçmişi unutturmamış, Özkan’ın aktardığı üzere bir Laz, Hemşinliler için ‘kalın kaburgalı Ermeni’ derken; bir Hemşinli, Laz için ‘Hıristiyan dönmesi Megrel’ gibi şizorfenik söylemlerin ortasında bulabilmektedir.

1940'da kapsamlı olarak başlayan 1957’de yasallaşarak “Ad Değiştirme İhtisas Kurulu” tarafından yaklaşık 28 bin yer adı Türkçeleştirildi. Artvin’de 101, Rize’de 105, Trabzon’da 390, Giresun’da 167, Ordu’da 134, Samsun’da 185, Gümüşhane’de 343 ve Tokat’ta 245 yer ismi değiştirildi, Ermenice, Rumca, Lazca, Gürcüce oldukları için... İslamlaşan halkın Türkleştirilmesinin büyük bir adımı da, bu değişiklikle gerçekleşti. İşte Özkan, bu duruma, ‘Asimilasyon, modernizm ve sol’ alt başlığında, solun Karadeniz'de başarılarına rağmen sakat olan tavrını kendi yaşamından bir örnekle özetliyor: “Yetmişli yılların solcu ağabeyleri birçoğumuza ‘Hemşince, Lazca, Gürcüce vb. konuşmayın diliniz bozulur! Okulda zorlanırsanız’” Bahsi geçen dönemde, henüz Kemalizm ile bağlarını koparmamış olan Türkiye solunun folklorik gördüğü bu kimlikleri dışlamasının yanı sıra, azınlık mülkleri ve üzerinden yürüyen burjuvazi yaftası ile ‘karşıt’ tanımlamalarına da sıkça rastlamak mümkündür. Bu anlamda devlet ezberi, solun kalesi olan bölgelerde de bozulamamıştır.

Trabzon, yıkılan tarihi Sümer opera ve sinema binası

Muhafazakar bir bölgenin seks işçiliği ile amansız imtihanı: Nataşalar

Karadeniz halkı göreceli olarak muhafazakardır. Bölgede namus cinayeti, zorla evlendirme gibi vakalar eskiye nazaran çokça azalma göstermiştir. Anadolu'nun tamamında olduğu gibi, ahlak anlayışı burada da, son derece ikiyüzlüdür. Örneğin, uzun yıllar boyunca Doğu Karadeniz’de genelev kurulmamış, kurulmasına tabu olarak bakılmıştır. Fakat aynı bölgede Sovyetlerin Glasnot ve Perestroyka hareketlerinin başarısızlığının, Gorbaçov'un açıklık politikası sonunda ülkemize “bavul ticareti” adı ile Rusyalı kadınların, genel seksüel terminoloji ile Nataşaların gelmesiyle, bölgede gece kulüplerinde, otellerde, evlerde ve hatta kurulan pazar meydanlarında akıl almaz bir fuhuş sektörü yaratılmıştır. Gündüzleri pazar yerlerinde olan bu kadınlar, geceleri eşleri tarafından ‘satın alındıkları’ Karadenizli kadınlara bir şeyler satarlar.

‘Karadeniz'de kadın’ alt başlığı altında lokal anlamda Lazların yaşamında kadının yerini, etimolojisinden başlayarak anlatan Kamil Aksoylu, aslında bölgenin tüm kadınlarından bahsediyor. Kocasının bir adım gerisinde yürür, en erken o kalkar, en geç o yatar, hayvanlara o bakar, tarlaya o gider, çocukları o büyütür, genellikle eşinin ailesi ile yaşar ve onlara da o bakar. Bunun karşılığında, Lazca'da kadın=oxorca (oxori: ev/nca: ağaç), yani evin direği demektir, ki öyledir de. Fakat bundan daha fazlası olamamıştır, olmaya teşebbüsüne iyi gözle bakılmaz. Tüm bunlara rağmen Rus kadınlara nazaran bakımsız oldukları yüzlerine her seferinde acı bir tokat gibi çarpar. Nataşaların Doğu Karadeniz'de yarattığı sosyal sorunlar, aile kurumuna, kadın-erkek ilişkilerine etkileri, ekonomiyi canlandırmaları, tabuları yıkmaları ve bu hususta, basında yer alan haber ve başlıkları, Kamil Aksoylu “Nataşalar” başlığı altında derinlemesine inceliyor.

Sarp Sınır Kapısı ve sınırın sosyo-kültürel etkileri

1921’de Sarp Sınır Kapısı ile Gürcistan-Türkiye sınırı çizildi. Tüm sınırlar gibi insanların ortak yaşam ve birliktelik sahasının aksine burada da esas alınan coğrafi koşullardı. Antakya’ya ve sınırın ayırdıklarına dair çok şey bilinir; fakat Karadeniz, bu noktada da unutulmuştur.

Batum, Sergey Produkin Gorsky.
Çay toplayan kadınlar

Cami, Türkiye sınırında; imam karşıda kalmıştır. Yalnızca cuma günleri, ibadet etmelerine izin verilmiştir. Batum sınırında, 3 aileye ait 1,400 dönümlük arazi kalmış, 1936 yılının sonuna kadar mahsüllerini ekip biçmelerine izin verilmiştir. Stalin döneminde gerilen ilişkiler sonucu, 1937'de sınır bir gecede keskin bir biçimde ayrılmıştır. Her iki taraf için “karşı” olan tarafta, gelinler kalmış, akrabalar kalmış, ticaret bitmiştir. Oysa bölgenin iki tarafı birbirinin adeta ikizidir, günlük yaşama ve ticarete son derece derinden etki eden sınırların ayrılması, komşuları, akrabaları da birbirinden ayırmış bu insanlar, ta ki sınır açılana dek birbirleri ile hiçbir biçimde iletişime geçememiştir.

Durup bakamazdık... Konuşamazdık. İsmini söyler ağlardık, böyle konuşurduk. Onlar da pencereden kafalarını çıkarır bakardılar... El işareti yapmak yasak. Biz daha serbesttik onlar hiç değildi...”
Nazlı Teyze

Sınır 1988’de açıldı, Sovyetler ve Türkiye arasında imzalanan Uluslararası Kara Taşımacılığı Anlaşması gereğince. Elbette beraberinde bambaşka sorunlara sebep olarak...

Bitirirken…

Henüz 100 yıl evvel Hıristiyan nüfusun en kalabalık olduğu bölge nasıl bu kadar öteki düşmanı olmuştur? Terzi Fikrilerin, Hopa'da solun kazanımlarını henüz birkaç adım gerimizdeyken, bugün Karadeniz, nasıl milliyetçiliğin kalesi haline gelmiştir? Rahip Santoro, Hrant Dink cinayetlerinde bir Karadenizli ne hisseder? Mardiros Şirinyan, Kaptan Yorgi gibi Ordu ve Giresun'da belediye başkanlığı yapan insanlara ne oldu? Çay, fındık, tütün bölge halkının gelir kaynağı mıdır, sömürü unsurları mı? HES'lerin bölgeye ve doğasına zulmü karşısında halkın tutumu nedir? Kısacası Karadeniz'e dair sorulacak çok soru var. Karardı Karadeniz aklımızda bulunan birçok soruyu yanıtlayacak nitelikte yazılarla dolu başarılı bir derleme.

Uğur Biryol'un derlemesine katkıda bulunan diğer yazarlar; Vahit Tursun, Kamil Aksoylu, Selçuk Küpçük, Hüseyin Çoban, Latife Akyüz, Mahir Özkan, Nilüfer Taşkın, Ahmet Özer, İbrahim Dizman, Hakan Kulaçoğlu, Cemil Aksu, Mahmut Hamsici, Ömer Asan, Mehmet Akif Ertaş, Ayşenur Kolivar, Kıvanç Koçak, Birkan Yüksel, Murat Karasalihoğlu, Mehmet Bozok, Metin Kondel, Ali Eroğul.

Kategoriler

Şapgir