'Tahta akıllandı biz akıllanamadık'

Sevag Beşiktaşlıyan, fikrini yazar Latife Tekin'in verdiği 'Okula Hayır' sitesinin kurucusu Serdar Altunoğlu ile websitesinin hikâyesi, 'okul' olgusu, 'alternatif okullar' ve olası yöntemler üzerine konuştu: 'Okullar Fast Food restoranı gibi. Müfredat belli, sorular belli, hocanın bilmesine bile gerek yok, çözüm de elindeki cevap kâğıdında açıklanmış. Hap gibi bilgileri ezberle, hop diye üniversiteye kapağı at. Sonra o üniversite ne yapsın, beynimiz formatlanmış artık. Bir de akıllı tahta çıktı. Tahta akıllandı biz akıllanamadık.'

Sevag Beşiktaşlıyan
besiktasliyan@agos.com.tr

-                     Sizi “Okula Hayır” sitesini kurmaya iten sebepler nelerdir?

Açıkçası küçükken pek okulsever biri değildim. İlk, orta ve lise dönemlerim de pek parlak geçmedi. Bir yaşında okumaya, beş yaşında piyano çalmaya da başlamadım, sıradan ve okuldan nefret eden bir çocuktum. Üniversiteye kadar da hatayı hep kendimde aradım, eksiklerimi kapatmak için herkes gibi dershanelere, kurslara gittim, üniversitede 2 sene hazırlık okudum. Senelerim boşa geçti, bu arada kardeşim okula başladı, o da okulu sevemedi, bu konu hakkında “Yaşasın Hiç Bitmeyen Tatil” diye şiiri bile var. Sanırım sırf arkadaşlarını görmek için okula gidiyordu.

Sisteme uyum sağlamak da bir meziyet, fakat bizde o yoktu anlaşılan. Yanlışı hissediyorsun; ancak ifade edemiyorsun bu korkunç bir şey. İnsan bir yanlışın içine doğmuşsa onu içselleştiriyor ve farkındalık kazanması için o ortamın dışına çıkması gerekiyor.

Bendeki farkındalığı ise dört senedir atölyelerine katıldığım “Gümüşlük Akademisi” yarattı diyebiliriz. Reklam olacağını sanmıyorum çünkü kâr amacı gütmeyen bu tür vakıflarda zaten lüks bir ortam yok, genelde böyle yerlerde kapitalist şehir insanına zor gelen imece yöntemi geçerlidir. Gerektiğinde oradaki işlere yardımcı oluyorsun; sadece kendi işini değil bahçenin de işlerini görüyorsun. Ayrıca Gümüşlük tek seçenek değil mesela Bilinç Çalıştayı ile keşfettiğim “Matematik Köyü” var, Hayat Okulu, Cam Ocağı, Heredot 3. Yaş Akademisi, Düşler Akademisi, Sanat Kampları ve daha “bir sürü alternatif okul” ve sayıları giderek artıyor. Tabii böyle farklı bir okul anlayışıyla karşılaşınca insan doğal olarak “okul” olgusunu sorgulamaya başlıyor. Bu hazineleri keşfettikten sonra duyurmak, doğrusal şehir eğitiminde çektiğim sıkıntıyı herkese anlatmak istedim.

Siteye gelirsek. “Okula Hayır” fikrini Latife Tekin verdi. Bildiğiniz gibi Latife Tekin Türkiye’nin en değerli kadın yazarlarından biri ve Gümüşlük Akademisi Vakfı'nın da şimdiki ruhunu temsil ediyor. Latife, atölye çalışmalarından sonra bir akşam sohbetinde “Neden Türkiye’de okula hayır diye bir hareket yok?” diye bir soru attı ortaya. Söz uçtu ama benim aklıma takıldı bu düşünce. O sıralar okuduğum bölüm felsefe, işim de web-grafik olunca fikri geliştirdim ve benimle benzer eğitim sancılarını hisseden insanlara yardımcı olmak amacıyla bu siteyi kurdum.

-                     Sizce soruna sebep olanlar, tek tek eğitimin tarafları –devlet, öğretmen, veli vb.- değil de, neden okul denen yapı?

Evet, hedef olarak biz de okulu seçtik, neden çoğul konuştum bilmiyorum ama siz diyince başladı böyle, neyse...

Site sloganımızı “Okumaya değil! Yaratıcılığı öldüren tekdüze ezberci okula hayır” olarak belirledik. Yani “okumak” bir eylem, binaya, öğretmene yaşadığı bahçeye bağımlı değil.  Fakat “okul” bir yapı ve etimolojisindeki o “ekol” kavramından oldukça uzaklaştı, otoritenin bir çeşit kalıbı haline geldi. Şu karikatür her şeyi anlatıyor aslında. Pink Floyd’un o “The Wall” adlı parçası da aynı şeyi anlatıyor, düşünce yeni değil zaten.

-                     Türkiye’de neredeyse herkes “zorunlu eğitim süresi”nin uzatılmasından yana. Sizce 8 yıl değil de, 4+4+4 yıl okuması bir çocuğa daha fazla ne kazandırabilir?

Çocuğa daha çok gereksiz bilgi yüklemesi ve ebeveynlerine daha çok kafa dinleme zamanı sağlayacağı kesin. Hele ki çocuk sayısı 2’den fazlaysa bu canavarları ehlileştirecek bir yere ihtiyaç var. Kardeşimin veli toplantılarına giderdim. Tüm öğretmenlerde aynı şikâyetler: çok iyi çocuklar ama dersi hiç dinlemiyorlar, bu sınıf en azgın sınıf, çok konuşuyorlar, ödevlerini yapmıyorlar, azıcık çalışsalar…

Yeter ama ya! Öğretmenler sanki Robin Williams, okul sanki Oxford, tek kusur öğrencide. Bu şartlar, bu zihniyet, bu bencil tutum karşısında isterse 4x4x4 sene okul sürse ne fayda. Yakında yüksek lisans da zorunlu derlerse şaşırmam, eğilim o yönde çünkü.

-                     Peki, özellikle kız çocuklarının okutulmasına yönelik yoğun sosyal kampanyalar hakkında neler düşünüyorsunuz?

Bence bu konu eğitimin en önemli meselesidir. Buz dağının görünen ucu, aynı zamanda tüm olayın özetidir. Ve sadece eğitim penceresinden bakıldığında yeterli olmayacağını düşündüğüm bir meseledir. Çünkü kafalar ataerkil, kültürümüz ataerkil; tanrı, devlet, baba üçlemesi ve bunun sonucu doğan otoriter merkeziyetçi doğrusal anlayış ataerkil. Hepsi aslında bir bütünün parçası eğitim de bu anlayışı besleyen damarlardan biri. Bu nedenle sadece eğitimin değil, tüm ataerkil kültürlerin feminist yaklaşımlarla kendini terbiye etmesi gerekiyor.

Kız çocukların okutulması gerek ama hangi alanda? Daha iyi hizmetçi, sekreter, ev hanımı, aşçı, anne, hemşire, dansöz, manken olmaları için mi? Neden? Tamam, okusunlar; ama bu arada evdeki erkek çocuğun çapkınlığı hoş görülüyorsa, komşu kızının çocuk yaşta gelin yapılmasına göz yumuluyorsa, bir kadın tecavüzcüsünün bebeğini zorla doğuruyorsa, kadına yönelik şiddet almış başını yürümüşse, töre cinayetlerini saymıyorum bile, en basiti evin kızı ev işlerine yardım ederken oğlan bilgisayar başında oyun oynuyorsa ve bu doğal geliyorsa, o kampanya orada kalır ve kız büyüyüp evlendikten yani saat 12’den sonra külkedisi evine döner.

Her şey birbiriyle bağlantılı. Kampanyalar çok önemli ama yeterli değil. Hastalığı iyi etmek değil de ateşi düşürmeye benziyor. Daha radikal eylemler gerçekleştirilmeli.

-                     Okulların kaldırıldığını farz edelim, oluşacak bilgi aktarım boşluğunu sadece kitaplarla veya teknolojiyle doldurabilecek miyiz?

Günümüzde daha çok seçenek var. Alternatif okulların, kitapların, meslek kurslarının yanında “sanal okullar” da var.  Ama o da bir yere kadar.

Şahsen sınıfların, amfilerin, usta çırak ilişkisinin, diyalogun ve grup çalışmasının değerine inanıyorum; ancak bunu bizim okullarımız sağlayamıyor. Okullar Fast Food restoranı gibi. Müfredat belli, sorular belli, hocanın bilmesine bile gerek yok, çözüm de elindeki cevap kâğıdında açıklanmış. Hap gibi bilgileri ezberle, hop diye üniversiteye kapağı at. Sonra o üniversite ne yapsın, beynimiz formatlanmış artık. Bir de akıllı tahta çıktı. Tahta akıllandı biz akıllanamadık.

Üniversiteye kadar boşa geçen yılları göz önüne alırsam düzgün bir okuma programıyla dışarıdan kolayca mezun olup artan vakitte de pek çok şey yapabilirdim. Tabii bunu şimdiki aklımla söylüyorum. Ama o zamanlar soru bankalarına değil; kendi sorularımı cevaplayacak gerçekten bir yol göstericiye ihtiyacım vardı. Hocalar yol göstermeli. Tabii önce kendi yollarını bulmalı. Mesleğini sevmeyen öğretmenlerden de çok çektik.

Geçmişe hayıflanmanın bir anlamı yok. Madem iyi bir eğitim göremedik,  geçmişten bunun intikamını en barışçıl yolla nasıl alabiliriz ona bakmak lazım. Bu röportaj bile farkındalık yaratmak için önemli bence, teşekkür ederim ilginiz ve sorularınız için.

-                     Okulların kapanmasıyla insanların aklına hemen çocukların evde oturacağı geliyor, bu da dolayısıyla bir sosyalleşme sorunu yaratıyor. Peki, okulun sağladığı bu imkânın alternatifi ne olabilir?

Çocukları spora, sosyal etkinliklere ya da kamplara göndermek gibi ideal ütopik yaklaşımlar beni kesmiyor artık. Bir yere kadar iyi önerilerdi bunlar; ama gördük ki yeterli değil; çünkü o çocuğun annesi-babası çocuğun bilgi açlığını giderecek yeterliliğe sahip değil.

Klasik bir senaryo düşünelim. Baba işten gelir televizyon karşısına geçer, anne yemeği hazırlayıp herkesi sofraya çağırır. Böyle bir durumda tatile çıkan bir çocuk fazlalıktır ve odasına kapatılıp bilgisayar oyunlarıyla uyuşturulması gerekir ki ayak bağı olmasın. Bence yanlış olan bu.

Eğer aile bunun dışına çıkmak için bir çaba sarf ediyorsa, yetersizliğini fark edip çocuğuyla birlikte yola çıkıyorsa işte o zaman bir şeyler değişebilir. Mesela çocuk, popüler oldu diye zorla Matematik Köyü'ne gönderilmemeli, öyle yetiştirilmeli ki 'ben Matematik Köyü'ne gideceğim, bursumu da buldum, siz de gelsenize' demeli, 'şu müzeyi gezelim, şu dili öğrenelim, şurada kamp yapalım, katılsanıza' demeli. Hayal gibi değil mi? Ama hayali de güzel...

-                     Türkiye’de özgürlük kısıtlamaları, bir tür saygı ifadesi olarak görülürken, eğitimle ilgili kemikleşmiş bazı uygulamalar da değiştiriliyor. Bunlardan birisi olan kıyafet serbestisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bana göre bu reform iyi niyetlerle hazırlandı, kısıtlamaları aşmayı hedefliyor. Ancak sadece bunu kullanarak diğer özgürlükleri kısıtlarsanız o reform olmaz göz boyamak olur. Kıyafet aslında bir örtü ve o örtüyü kaldırmak gerek. Ana dilde eğitim, özel yetenekli çocuklar için özel programlı okul, engelli öğrenciler için özel kontenjan, zorunlu seçmeli derslerin zorunsuz hale getirilmesi, mesela seçmeli ders var ama sadece bir çeşit ders var, ne anladım ben o seçimden, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi var İslamiyet propagandası gibi. Hem neden o dersi bir felsefe hocası vermiyor? İsteyen istediği dini seçsin. En mükemmel din hangisi, kişi karar versin. Fakat olmaz, o kadar az güveniyoruz ki kendimize, din dil ar namus gidecek diye ödümüz kopuyor. İçimize kapandıkça kapanıyoruz, sonra da bu hale geliyoruz işte hadi bakalım.

-                     Son olarak, J.D. Salinger’ın bir öyküsündeki çocuklardan biri, bir diğerine “Eğitim düzenini değiştirmek elinde olsaydı, ne yapardın?” (http://www.baskabirokulmumkun.net/kitaplik/okumalik/egitim-duzenini-degistirme-imkaniniz-olsaydi/3/) diye sorar. Ben de size sorsam…

Geçenlerde, bir televizyon programında Matematik Köyü muhtarı Ali Nesin “Milli Eğitim Bakanlığı kendini lağvetsin. Bu haliyle daha çok zarar veriyor” demişti. Çok gülmüştüm. Adam haklı. Eğitimdeki bu yontulmayı hepimiz yaşadık ve yaşıyoruz; bazen fark ediyoruz, bazen de bir bakıyoruz artık çok geç, ölmüşüz.

Benim farklı bir önerim var. Salinger kalıplaşma üzerine gitmişti. Ben daha çok hazırlanma üzerine giderdim; çocukları hayata hazırlamak üzerine. Çünkü gelecekte çocukların bambaşka bilgilere ihtiyacı olacak. Bilgisayar kullanmayı, bilgiye ulaşmayı, bedenlerine bakmayı, sağlıklı beslenmeyi, neyin kanser yapıp yapmadığını, felsefe tarihini, feminizm anlayışını... Ekoloji bilgisini dağcılardan anlatırdım, dünya tarihini farklı romancılardan anlatırdım, çeşitli diller öğretirdim. Kamp yapmayı, olası bir felakette, yoklukta ayakta kalmayı öğretirdim. Ben bunların çoğunu bilmiyorum. Ama onların şehirden dışarı çıktıklarında çırılçıplak kalmamalarını sağlardım. Hayalimdeki böyle bir okul işte...

 

 

Kategoriler

Şapgir