Anadolu’dan Yunanistan’a sürülen ilk mülteci: Rembetiko

İsmail Keskin, rembetikodan bahsederken, arkasında ismini ve kimliğini bırakan, sürüldüğü Yunanistan’da isimsizliği ve kimliksizliği yaşayan rembetlerin lakaplarından yola çıkıyor ve Çiğdem Aslan’ın son albümü Mortissa’ya varıyor.

İSMAİL KESKİN
ismail.keskin@gmail.com

Öyle bir müzik ki rembetiko, ateşin içine oturmuş zifiri gece karası gibi bir yandan parıldar öte yandan isinde insanın nefesini boğar. Salt acıdan ve salt boş vermeden doğmuştur, bu yüzden kimseye eyvallahı olmaz. Neden olsun?

Rembetiko, Anadolu’dan Yunanistan’a sürülen ilk mültecidir ve sırtında iki damga taşır. İlki geldiği ev, arkasında bıraktığı yaşamı, adı ve kimliği... İkincisi Yunanistan’a vardığında bulamadıkları, yaman bir piçlik acısında kimliksizliği, isimsizliği ve elbette lakabı... Belki de bu yüzden Rembetiko’nun ilk ustaları, Anadolu’da da adet olduğu üzre, isimlerinden çok lakaplarıyla tanınırlar. Bu lakaplar kahramanlık nişanesi, şanlı şerefli sıfatlar değildir. Aksine, fırlamanın diline en güzel oturan kelime neyse o...

Mesela Kostas Skarvelis... Columbia Records’un ilk sanat yönetmeni olabilecek kadar maharetli bu müzisyenin lakabı “Pastourmas/Pastırma”ydı. Neden diye merak edenin cevabı Çiğdem Aslan’ın Mortissa albümünde var.  Sözleri ve müziği Kostas Skarvelis yani Pastourmas’a ait “sto kafe aman” şarkısından da anlaşılacağı üzre Pastourmas, yaşama ve gustalığa düşkündü. Nasıl olmasın? 1880’de İstanbul’da doğdu, Mısır-İskenderiye’de büyüdü, Atina’da yaşama atıldı. Rembetiko’nun en parlak dönemini plağa kaydedenlerden biri olarak keyfi yerindeydi. Fakat bir rembetin hayatı ve ölümü çelişkiler dizisidir. O hayat, göstermelik ya da yakınmalık değil saf acılarla sabittir ve hayattan alınan kısacık neşe misliyle geri ödenir. Bir rembet olarak, Pastourmas da bundan nasibini aldı. Columbia Records’un ilk sanat yönetmeni, Yunanistan’da Nazi işgali sırasında el mecbur ayakkabı tamirciliği yaptı.  Nihayetinde, 8 Nisan 1942’de, lakabı Pastourmas olacak kadar yemeğe ve gurmesine düşkün bu rembetin hastane raporunda ölüm sebebi olarak, “açlığa ve kötü beslenmeye bağlı ödemler” yazıyordu.

Çiğdem Aslan’ın ilk albümünün ismi de bir rembetisa lakabı, MortissaMortissa ne demek? Argo sözlükleri birbiri ardına açıp dilsel bir tartışmaya gerek yok. Mortissa, morti kelimesinin kadın formudur. Morti bir rivayete göre 1854’te Fransız askerleri Atina’ya gelip yerleştiğinde, yanlarında getirdikleri kolera hastalığı ortalığı kasıp kavurduğunda sokakları dolduran cesetleri gömsün diye tuttukları ara mahalle bitirimlerine mort’tan (ölü) türemiş bir kelime olan mortides (ölücü) denmeye başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Diğer bir rivayet Türkçe argodaki “morti”den Yunancaya geçtiğidir ki, hani “mortiyi çekmek” deyimi pek meşhurdur. Ha bir de ölü soyuculara mortis denmiş bir ara 1920’lerin Atinası’nın Pire limanındaki geniş yer altı iş dünyasında…

Böyle “iç açıcı” bir etimolojiye sahip bir kelime güzel bir kız için neden kullanılır? Bir İngiliz ya da bir Alman bunu çözmek için birkaç dilbilim doktorasına ihtiyaç duyabilir ama Anadolu’nun seslerine aşina biri sanatın ve aşkın Dionysos hallerine aşina olduğundan “ölü soyucu” ve elbette “çapulcu” bir sevgili fikrine hiç yabancı değildir… Mortissa da Rembetiko’nun içinde böyle bir kelimedir, “alaniara” kelimesinin serseri çağrışımına nazaran, “mortissa” daha oturaklıdır hani öpse de yumruk da atsa fark etmez, ikisi de adamı göçürür denilebilecek cinsten bir kadın… Çiğdem Aslan ve de albümü, sanırım bu ismi sonuna kadar hak ediyor.

Mortissa Smyrnia-İzmir Mortisası, gözleriyle şarkıyı söyleyenin kalbini yakmış, Mortisa’ya ne olur çek git buradan diye yalvarıyor.

 

Çiğdem Aslan, Türkiye’de SOAS Rembetiko Band ve Londra’nın en iyi klezmer topluluğu olarak gösterilen “Shekoyokh” ile verdiği konserler dışında çok fazla tanınan bir ses değil. Öte yandan Londra’da, özellikle de “world music” severler tarafından son derece iyi tanınıp takip ediliyor. Bu yüzden albümünün çıkmasının üzerinden bir hafta geçmeden BBC3’te programa davet edildi, “The Guardian”ın müzik eleştirmenlerinden geçer not aldı, songlines’da 2013’ün en iyi 100 albümü arasına girdi ve şimdi fROOTs’ta 2013’ün en iyi albümü için 10 adaydan biri…

Albümde on üç şarkı var, rembetikonun evi diyebileceğimiz İzmir türküleri döneminden başlıyor, sonu-dibi diyebileceğimiz Stamoulis’in “Bir Allah” rembetiko-laikosuyla sona eriyor. Bu iki şarkı arasındaki dönemleri dinleyiciye anımsatacak bir şarkı mutlak mevcut. Şarkı düzenlemeleri yerinde, rembetikonun canı demek olan şarkı sözlerine müdahale edilmemiş. Yani eroin yerine rakı, haşhaş yerine şarap denilerek saçma sapan bir sansür tuzağına düşülmemiş ki, mesela “Cafe Aman İstanbul”un “fasl-ı rembetiko”sunda Metaksas diktatörlüğü günlerinden kalma bu saçma sansür canımızı bir hayli sıkmıştı.

Şarkı düzenlemelerinde orijinal kayıtların birebir kopyası yerine stil korunmak suretiyle enstrüman genişliği biraz arttırılıp, rembetikonun solist ve solo enstrüman ağırlıklı aranjmanları biraz daha orkestral seviyeye çekilmiş. Columbia’nın 1920’lerde meşhur Amerika ve Atina kayıtlarına kolay kolay kabul etmeyeceği bağlama ve kopuz, “Nenni” ve “Çakıcı” parçalarında karşımıza çıkıyor.

Peki anadili Rumca olmayan bir solistin rembetiko söylerken telaffuzu nasıl? Son derece özenli ve iyi çalışılmış. Dokuzuncu parça olan “Çakıcı”da hiç Türkçe bilmeyen Paul Melas’ın performansı, albüme gösterilen özen üzerinden Çiğdem’in Rumcasına referans gösterilebilir. Albümde eleştirilecek hiç mi bir şey yok? Arayan, her şeyi olduğu gibi onu da bulur. Mesela, son dönemde çıkan rembetiko albümlerinde ortak olan bir sıkıntıdan yakınılabilir belki, o da hareketli parçalarda aşırı hız… Albümdeki “Ferece” ve “Pane gia to praso” gibi hareketli parçalar, rembetikonun o vurdumduymaz yavaşlığına uymayan bir şekilde yüksek hızda çalınmış. Metronom, kararından üç dört vuruş hızlı devrediyor. Rembetiko, elinde başka hiçbir keyif kalmamışların müziği olduğundan eski ustalar ritmi hiç aceleye getirmezler. Bu durum, albümün artılarının yanında çok küçük bir not ve yakın dönemdeki rembetiko albümlerinin bu konudaki sıkıntılarının yanında, ancak bir nazar boncuğu denilebilecek ölçüde…

Büyük usta Rita (Ampatsi)’dan “Pane gia to praso”

Son olarak, albümdeki müzisyenler gerçekten iyi bir iş çıkarmış. Rembetiko, 19.yy alaturkasıyla alafrangasının arasında bir yerde durur. Enstrümanların tınısı bir gazele, bir aryaya kayabilir çünkü Roza Eskenazi gibi vokalistler her ikisinde de oldukça yetenekliydiler. Böyle bir solistin orkestrası da ona göreydi ve neredeyse ikinci bir vokal gibi sololarıyla vokalistle düet ediyor olmaları rembetikoda karakteristik bir öğe olarak ortaya çıkmıştı. Mortissa albümünde bunun bir örneğini dinleyebilmek gerçekten çok önemli. Londra’nın en iyi klezmer kemanlarından biri olarak gösterilen Meg Hamilton, Mortissa’nın 3. parçası “To dervisaki”de Çiğdem Aslan’a kemanıyla bir enstrümandan çok, tam da olması gerektiği gibi kıskanç fakat usturuplu bir ikinci vokal gibi eşlik ediyor. “Trava vre manga kai alani”de özellikle klarinette Susi Evans’ın hünerleriyle şirin bir müzikali hissetmek, “Uşaklı kız” parçasındaysa Londralı müzisyenlerden alaturka sololar dinlemek, arada albüm boyu hamura karışan klezmerin tadı… Son derece tatlı deneyimler…

Çiğdem Aslan’ın Mortissa albümü Avrupa’da Asphalt-Tango Records imzasıyla çıktı ve kısa sürede oldukça iyi bir çıkış yakaladı. Radyo BBC3 yayını, The Guardian eleştirisi, Songlines’da 2013’ün en iyi ilk 100 albümü arasına girmesi, fROOTs gibi oldukça önemli bir müzik dergisinin 2013’ün en iyi albümü için 10 aday arasına girmiş olması bunun en iyi göstergelerinden. Albüm, Türkiye’de yıl sonuna kadar Sony Records imzasıyla çıkacak.

Albümün Avrupa kaydının kitapçığına buradan ulaşabilirsiniz: http://www.asphalt-tango.de/records/aslan/pdf/Songbook_Booklet.pdf

Kategoriler

Şapgir