Ahmet Kaya’yı dinlemek, sadece müzik dinlemek değildir

Ahmet Kaya dinlemek asla sadece müzik dinlemek olmadı. Ahmet Kaya’ya ikinci saygı albümü olan ‘…bir eksiğiz’ de ayrıntılarla bezenmiş bir çalışma. Sertan Şentürk yazdı...

SERTAN ŞENTÜRK
sertansenturk@gmail.com

Ahmet Kaya dinlemek asla sadece müzik dinlemek olmadı. Lisenin ergen, boğucu, devlet kokusunda; kulaklıktan sızan bir nağmenin otobüste çıkardığı kavgalarda bu durum sabittir.  Benzer bir biçimde Ahmet Kaya yorumlamak da asla müzik çalmakla sınırlı kalmadı. İsterseniz bir gece yarısı sapı kırık bir gitarla arkadaşlarınıza çalmış olun, onunla ilgili her çalışma ya ustaya bir saygı niteliği taşır, ya onun anısına saygısızdır ya da toptan ülkeyi bölmeye yöneliktir. ‘Hassasiyetlere’ rağmen Ahmet Kaya’yı dinlemek ve icra etmek için bir insaf ve bir inatla kendinizi ayırmanız; bir emek ve özen sunmanız gerekir.

3 Mart’ta çıkan Ahmet Kaya’ya saygı albümü ‘…bir eksiğiz’ de ayrıntılarla bezenmiş bir çalışma. Albümde Aylin Aslım’dan Sezen Aksu’ya, Teoman’den Cahit Berkay’a 27 popüler müzisyenin kendi düzenlemeleriyle yeniden şekillendirdiği 23 Ahmet Kaya parçası var. Müzisyenlerin yorumlarına dokunulmadan oluşturulan albümde (bonus içerik olan Ceza kolajı haricinde) tüm kayıtların isim sırasıyla dizilmesi belki de yapılan en büyük müdahele. Bununla birlikte neredeyse tüm kayıtlar olabildiğince özen sergilenmiş bir emeğin ürünü.

Öncelikle ‘…bir eksiğiz’in bir nevi geleneksel bir albüm olduğunu söylemek yanlış olmaz. Albümdeki yorumların birçoğu (Aylin Aslım, Hakan Vreskala, Cahit Berkay/Derya Petek kayıtları gibi) enstrümantasyonun değiştirilmesi haricinde olabildiğince Ahmet Kaya’nın kendi yorumlarına yakınsıyor. Albümün diğer yarısı ise (Bülent Ortaçgil, Hayko Cepkin, Redd kayıtları gibi) Ahmet Kaya’nın doğrudan yorumlayanın tarzına uyarlandığı eserler. Harun Tekin’in “Beni Vur” yorumu, Mehmet Erdem’in “Hep Sonradan”ı söyleyişi ve diğer birçok parça olağanca kaliteleri ile birlikte müzisyenin son albümüne eklenebilecekmiş gibi duruyor. Elbette ki, bu uç görünen iki tercihte kötü addedilecek bir durum yok. Basitçe bu durum ‘…bir eksiğiz’de müzisyenlerin bağımsızlıkları içerisinde deneysellikten ziyade müzikalitede uzlaştığını gösteriyor.

Yine de yorumların tümünü bir potada incelediğimizde çok geniş bir tarz ve ses paletinin karşımıza çıktığını söylemek boynumuzun borcu. ‘…bir eksiğiz’ Bülent Ortaçgil’in karakteristiği yaylılar, gitarlar ve vokallerinden, Büyük Ev Ablukada’nın enerjisine, Cem Adrian’ın tartışılmaz sesinden, Aynur Doğan’ın doğal uyumuna değin keşfetmesi vakit isteyen fevkalade derin bir albüm. Redd’in synthesizerlarından, Zuhal Olcay’ın sade zerafetine, Gece Yolcuları’nın neşeli bir chanson kıvamındaki çalışmasından, Leman Sam ile Ahmet Kaya’yı bir düette duyabilme sürprizine ve Küçük İskender’in Ahmet Kaya’ya denk düşen okumasına kadar dinleyicileri uzun bir süre doyurabilecek, bazen farketmeden kendini hatırlatan bir albüm. Zannımca Ceza kolajının baştan savma duyumu haricinde albümde oturmamış bir parça yok. Son derece gayri-objektif olarak Okan Bayülgen’i her an bir reklam okuyacakmış gibi dinlediğimi de itiraf etmeliyim.

Öte yandan bir çok kaydı izole ele aldığımızda, onların 80 ve 90’ların tınısının işlemede en büyük ustalardan biri olan Ahmet Kaya’nın yaratıcı nüanslarından mahrum kaldığını söylememiz gerekiyor. Bir çok düzenlemede Ahmet Kaya eserlerinde görülen elektrogitar soloları, bas gitar dokunuşları, synthesizer renkleri, dile gelen çeyrek sesli çeşnileri, parça girizgahları ve aranağmeleri ile kıyaslanabilecek bir parallelik mevcut değil. Güvenli suların dinleyicinin ayaklarından çekildiği, Ahmet Kaya’nın yaratıcılığını aranıldığı zamanlar ne yazık ki yok değil.

Bununla birlikte tüm albümde bahsettiğim bütün olumsuzlardan ayrı tutacağım iki yorum var: Halil Sezai’nin Başım Belada’sı ve Bajar’ın Cinayet Saati. Bu iki yorumun varlığı bile albüme yapılabilecek tüm katı eleştirileri savuşturabilir. Düzenlemelerin özgünlüğü, zenginliği ve üzerlerine serilen Vedat Yıldırım ve Halil Sezai yorumları gözünüz önünde koyu mavi, puslu ve gerçek iki dünya yaratıyor; ve bu dünyalara giriyorsunuz. Sesin ilk dalgalanmasıyla tersinin mümkünatı kalmıyor: Ahmet Kaya’nın eli ve diliyle başlayan bu iki mit, 9 dakika 46 saniyede yaratanın hikmeti kadar fevkalade bir hikayeye evriliyor:

Vedat Yıldırım’ın yalvarırken tek koma düşen sesindeki o histeri, vapurların vurulabildiği, polisin gerçekte katilleri aramakla görevli olduğu bir hayali o evrene çekiyor. Vedat, masumiyetini anlatıyor ümitsizce. Siniyor yavaş yavaş,  çaresizce. Çünkü kendimizi kurtarma isteğimiz için, feda edeceğimiz tüm gerçekler ve benliklerimize rağmen, kurban edileceğini biliyor. Aynı anda aynı yagmurun altında Halil Sezai de sonuna hazırlanıyor. Ona yaylılar eşlik ediyor, kutsallar “yaratmak istediğimiz bu değildi” diyerek pişmanlık ağlıyor. Halil Sezai, içinden esmerine veda ediyor, ve derin bir nefes çekiyor.

Bizlerse televizyonlarımıza, verdikleri haberlere dalga geçercesine gülüyoruz, “Kasımpaşa’da değildik belki ama, aksinin zaten mümkünatı yoktu; gerçek gün gibi aşikar” diyoruz. Doğruyu söyleyen vicdanımızı bize zarar vermesin diye eziyoruz. Ama inkarımızı biliyoruz. Gülüşümüz de bizi ele veriyor: Polis ne bizi ne de kendini arar!* “Yasal” sıfatını biz icat etmiştik, sırf işimize geldiği için… ve polise mermi niyetine vermiştik. Bunların hikayelerin ikisi de tam aynı saniyede beynimizi yırtıyor. Acısını unutmak için de yeni kötüler dönüştürüyoruz…

Başta da belirttiğim gibi Ahmet Kaya dinlemek asla sadece müzik dinlemek olamıyor. Onun yaşamında verdiği emeğin en azından bir parçasını göstermeniz gerekiyor. Böylece Ahmet Kaya da size bir şekilde olduğu noktaya çekiyor. Tüm bu hallerden ötürü onun müziklerini nerede, ne zaman ya da kimden dinlendiğinden bağımsız bir yakınlık getirir. İşte yine bu halet-i ruhiyeden Ahmet Kaya duygunun, mücadelenin yani müziğin ta kendisidir. Bu denklemin içinde Ahmet Kaya’nın kendisinden dinleyememek ya da Ahmet Kaya’nınkinden “farklı” bir düzenlemeden dinlemek ne kadar kabul edilebilir? Bu sorunun, “Ahmet Kaya, Kum Gibi’yi odamda otururken çalmamı, sokaklarda söylememi ister miydi?” diye sormaktan çok da farklı yok. Toplumların delirdiği; iyinin, güzelin, masumun anlamını karşıtlarında yitirdiği “en iyi zamanlardı, en kötü zamanlardı” denilen tüm o dönemlerde bence ikisinin de cevabı bir. Bu esnada Ahmet Kaya’yı bir şekilde de olsa duyabilmek, bana iyinin, güzelin ve masumun kötüye de dönüştürülse özünün unutulmadığını hatırlatıyor.

* Cinayet Saati, 3:32

† Başım Belada, 3:32

Kategoriler

Güncel Gündem