Ermeni bir baba ile Rum bir annenin İstanbul’da dünyaya gelen oğlu olan yazar ve senarist Petros Markaris, 1972 yılında çekilen ‘36 Günleri’nden tamamlanmayan son filmine kadar yönetmen Theo Angelopulos’la birlikte çalışmıştı. Bu ortaklığın en çok bilinen ve en başarılı ürünlerinde biri, bir dönem İstiklal Caddesi’nde her gün duymaya alıştığımız Eleni Karaindrou bestesiyle özdeşleşen ‘Sonsuzluk ve Bir Gün’dür.
EVRİM KAYA
Ermeni bir baba ile Rum bir annenin İstanbul’da dünyaya gelen oğlu olan yazar ve senarist Petros Markaris, 1972 yılında çekilen ‘36 Günleri’nden tamamlanmayan son filmine kadar yönetmen Theo Angelopulos’la birlikte çalışmıştı. Bu ortaklığın en çok bilinen ve en başarılı ürünlerinde biri, bir dönem İstiklal Caddesi’nde her gün duymaya alıştığımız Eleni Karaindrou bestesiyle özdeşleşen ‘Sonsuzluk ve Bir Gün’dür. İstos Yayınları’ndan çıkan ve filmin yazım ve çekim sürecinde Markaris’in tuttuğu günlüklerden oluşan ‘Sonsuzluk ve Bir Günlük’ küçük bir mucize kitap. Angelopoulos’la işbirliğinin yanı sıra dedektif romanlarıyla tanınan Markaris’in yalın ifadelerle aktardığı iki yıllık bu süreç, yaratma eyleminin özüne ve hem Markaris’in hem de önceki sene absürt bir trafik kazasında son filminin setinde yitiriverdiğimiz usta yönetmenin zihnine aydınlık bir bakış sunuyor. Bu da az şey değil, zira Markaris’in dediği gibi, “Bu kadar sefil ve vizyon yoksunu bir dönemde, ‘yaratmak’ hakkında söz söylemenin önemi büyük.”
Okurun bildiği kahramanların çözemediği bir gizemi çözer gibi

Markaris Türkçe baskı için yazdığı önsöze ‘Elinizdeki günlük daimi bir anlaşmazlığın ürünüdür” diye başlıyor. “Aynı siyasi görüşlere, ancak tamamıyla farklı karakter yapılarına sahip iki insan” olduklarını söylediği Angelopoulos’la aylar süren bir diyaloğun ve birbiriyle anlaşması mümkün olmayan yüzlerce seçeneğin giderek yalınlaşarak tek bir filme, hem de ‘Sonsuzluk ve Bir Gün’e dönüşmesine şahit olmak heyecan verici ve herhangi bir yaratma eylemine soyunan herkes için eğitici ve cesaretlendirici bir süreç. “Bir film nedir?” sorusunu yanıtlar gibi: ‘Sonsuzluk ve bir hikâye.’
Günlük, bu iki yaratıcı aklın işleyişinin yanı sıra yapım sürecinin ayrıntılarına, Bruno Ganz gibi oyuncuların sürece dahil oluşuna ve günlük hayatın akışına dair pek çok bilgiyi içinde barındırıyor. Her sabah horozlarla birlikte güne başlayan Angelopoulos’un başkalarının kamerasında bir tatil cennetine dönüşen Yunanistan coğrafyasından nasıl hep ‘puslu manzaraları’ bulup çıkardığına, güneşli havalarda ya da Selanik belediyesinin kiremit kırmızısı yapmaya karar verdiği kaldırım taşları yüzünden çekim yapamayacak diye girdiği bunalımlara şahit oluyor, 20. yüzyılın kuşkusuz en büyük yönetmenlerinden biri hakkında olabilecek en yakın kaynaktan bilgi alma ayrıcalığına sahip oluyoruz. Görülüyor ki ‘Sonsuzluk ve Bir Gün’ ve Angelopoulos’un her filminin arkasında, Avrupa tarihine, Yunan tragedyalarına ve dönemin güncel sorunlarına uzanan bir geniş açıdan gittikçe daralan bir kadrajda takip edilen insan hikâyeleri var. Film yazılırken başka fikirlerden sıyrılmayı başaran ‘ölmekte olan yaşlı adam’ ile ‘hayatta kalan küçük çocuğun’ yaratılma süreci adım adım Markaris’in günlüklerine yansırken, filmi kaplayan sisin ve Angelopoulos’un gittikçe keskinleşen ‘güneş alerjisinin’ nedenlerini de anlamak mümkün oluyor. “Her zamanki gibi sohbetimizi siyasetle başlıyor” diye yazıyor Markaris ve ekliyor: “Eskiden bu tartışmalarda umutlarımız, alternatif çözümlerimiz, anlaşmazlıklarımız, çatışmalarımız olurdu. Şimdiyse yalnızca birbirimizi onaylıyor, kötümserliğimizi vurguluyorduk: her şey ucuzdu, yozlaşmıştı, tam olarak çökmemiş (...) bir ev gibi, yahut ufku olmayan, herhangi bir hayale yer vermeyen bir manzara gibiydi.”
40 yıllık dostluktan geriye kalan
Anna Maria Aslanoğlu’nun duru bir dille çevirdiği kitabı birden çok şekilde okumak mümkün: 40 yıllık bir dostluktan geriye kalan kıymetli bir hatıra, bir senaryo yazarlığı dersi, meraklısı için bir Theo Angelopoulos anekdotları kitabı ya da —kuşkusuz en önemlisi— bir “ufku olmayan manzaralarda hayal kurma kılavuzu.” Çünkü Markaris ve Angelopoulos’un ‘Sonsuzluk ve Bir Gün’ ve diğer filmlerinde o manzaralardan çıkardıkları hayaller dünyanın pek çok yerindeki kötümser izleyici için yepyeni hayallerin başlangıcı oldular.