Dış siyasette bölgesel bir büyük güç olarak hareket etmeye çalışan ve bu konuda hayli iddialı olan Türkiye, Kafkasya’da eylemsiz, sözsüz kaldı. Komşularla sıfır sorun siyaseti, Suriye’ye Batı müdahalesi seçeneği giderek daha büyük bir ihtimal haline geldiğinden beri işlevsizleşti. Kafkasya’daki vaziyet ise, daha da büyük bir atalete işaret ediyor.
Ermenistan’la imzalanan protokollerin bizzat Başbakan’ın siyasi inisiyatifiyle iptal edilmesinin ardından, Kafkasya vizyonu büyük ölçüde daraldı. Kadim bağlara sahip olduğu komşusu Ermenistan’la sorunlarını çözmesi halinde elini güçlendirecek olan Türkiye, dış siyasetini büsbütün Azerbaycan ulusal çıkarlarına bağlayıp kendini bir tür rehine haline getirince, bölge üzerine söz söyleyemeyecek, “taraflı” bir ülke olarak görülmeye başlandı. Daha dün, soykırımı inkâr yasası gerekçe gösterilerek, tarafsızlığını yitirdiği gerekçesiyle Fransa’nın Minsk grubundan ayrılması istenmişti. Bugün ise, Anayasa Konseyi yasayı iptal edince bu konu unutuluverdi. Bu tür tutarsızlıklar, siyaset üretemiyor olmanın emareleri.
Bütün bunlar olurken, uğruna protokollerin berhava edildiği Azerbaycan, Türkiye’nin önemli sorunlar yaşadığı İsrail’le sıkı işbirliği halinde. Üstelik, muhtemelen bu yakınlaşmanın yaratacağı tepkinin önüne geçmek için, Hocalı katliamı, daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir kampanyayla anıldı. Türkiye bu stratejiyi, Fransa’ya tepki ve 1915’in konuşulmasını engellemek zemininde benimsedi; ama aynı zamanda, Azerbaycan’ın çıkarlarının kendi çıkarlarının önüne geçmesine bir kez daha onay vermiş oldu.
Kafkasya’da bir hareket alanı ve etkiye sahip olmak, bölgesel güç olma iddiasının altını doldurmak için gerekli. Ama Türkiye bu alanı bütünüyle milliyetçi bir söyleme bırakmış durumda. İçerde milliyetçi tansiyon yükseldikçe, dışarıda bağımsız politika geliştirebilme olanağı daralıyor. İki devlet tek millet sloganı gibi hamasi tutumlar, belki kısa vadede yararlı görünebilir, ama uzun vadede karın doyurmuyor.
AGOS