BERİL DEDEOĞLU

Beril Dedeoğlu

Dış Köşe

Kıbrıs’ın AB dönem başkanlığı

Kıbrıs’ın AB dönem başkanı olması hem AB’de hem de Türkiye’de bazı tartışmalara yol açtı.

AB içindeki tartışma, Kıbrıs’ın Yunanistan gibi mali sorunlar yaşadığını ve dönem başkanlığı sorumluluklarını yerine getiremeyeceğini ilan etmesiyle başladı. Dönem başkanlığının ne gibi mali sorumluluklar getirdiği AB kurumlarınca açıklanmamış olsa da, bir dizi faaliyetin, başkanlığı devralan ülkenin kesesinden yapıldığı söylenebilir. Bunun karşılığında da, dönem başkanı ülkenin AB gündemini belirlemesi ve öncelikleri saptaması söz konusu.

Kıbrıs gerçekten mali nedenlerle mi bu tartışmayı başlattı, bilinmez. Ancak Almanya, mali sorumluluklarını yerine getiremeyen bir üyenin sadece dönem başkanlığından değil, kurumlardaki diğer sorumluluklarından da feragat etmesi gerektiğini bildirdi. Bu, Almanya’nın Kıbrıs’ı bahaneyle para isteme siyasetini onaylamadığı anlamına geliyordu; Kıbrıs geri adım attı. Kıbrıs geri adım atmasaydı, muhtemelen dönem başkanlığı yapacak ülke de bulunamayabilir, her dönem Almanya başkanlık yapardı.

Türkiye’deki tartışma ise, AB’nin kendi içindeki tartışmalara benzemeyen türden. Türkiye, bilindiği gibi, Kıbrıs’taki yönetimin adanın bütününü temsil etmediğini savunuyor. Dolayısıyla aslında yönetimi tanımıyor değil, yönetimin yönettiği yerleri tanımıyor. Kıbrıs sorunu daha karmaşık olmakla birlikte, Rum kesiminin Türk kesimini ayrı bir varlık olarak tanımaması nedeniyle, Türkiye de Rum kesimini tanımıyor. Öte yandan, Kıbrıs AB üyesi, ama AB kuralları kuzeyde geçerli değil; dolayısıyla AB de Kıbrıs’ın yarısını fiilen tanımıyor.

Bu tanımama hali gereği, Türkiye, AB ile arasındaki Gümrük Birliği’ni Kıbrıs’a uygulamıyor, dolayısıyla aslında Türkiye malları da KKTC’ye gümrükle giriyor. Ama aynı Kıbrıs, Britanya Uluslar Topluluğu üyesi olduğundan, İngiliz malları KKTC’ye gümrüksüz girebiliyor.

Siyaseten ve ekonomik olarak Kıbrıs yönetimi ile Türkiye arasındaki sorunlar, AB-Türkiye ilişkilerinin merkezinde. AB, Gümrük Birliği’ne Kıbrıs’ın dahil edilmesini savunuyor; Türkiye de Rumların iki toplumlu çözüme ikna edilip Türkiye-AB ilişkilerinin üyelikle sonuçlanmasını istiyor. Türkiye üye olmayacaksa, Kıbrıs konusunu AB ve Rumlar lehine çözmekten imtina ediyor.

Bazı açılardan Türkiye haklı, zira Annan Planı’nı reddeden taraf Rum tarafı ve sorunun Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz etkilemesi için elinden geleni yapıyor. Aslında, Rum bandıralı gemi ve uçaklar Türkiye’ye gelse, yani Gümrük Birliği Kıbrıs’la genişlese, Türkiye hiçbir şey kaybetmez ve AB sürecinde eli güçlenir. Ancak, bu hamle karşılığında AB müktesebatının da KKTC’de geçerli olması beklenir. Bilinmeyen, bunu hem Türkiye’nin hem de AB’nin isteyip istemediği.

Tüm bu sorunlara, rağmen Türkiye hukuken, üyelik için AB ile müzakere eden bir ülke. Bu, AB’nin işleyiş kurallarını değiştirme yeteneğinin olmadığı bir statü. Dolayısıyla Rumların başkanlığına karşı çıkmak demek, müzakerelere onların döneminde devam etmeyecek tarafın Türkiye olması demek.

Soru ve sorun açık. Ancak, Türkiye zaten fiilen herhangi bir müzakere yürütmüyor. Açılabilir üç başlık var ve Türkiye üyelik öngörüsü olmadan bu başlıkları açmak istemiyor, ki bazıları aslında doğrudan Türkiye vatandaşlarının yararına. AB de başlık açmaya hevesli değil, dolayısıyla Kıbrıs dönem başkanlığı sırasında AB’nin ilgili kurumlarıyla muhatap olamamayı seçmek, fiili bir sonuç vermiyor. Bu tutum, Rum tarafının altı aylık başkanlık döneminde açılacak başlık karşılığında kendi taleplerine Türkiye’yi razı etmeyi denemesine izin vermemek anlamına geliyor.