ORAL ÇALIŞLAR

Oral Çalışlar

Sıfır Noktası

Bir isyancının sıradışı ölümü....

Onu Ankara Fen Lisesinde öğrenciyken tanımıştım. 1974 affıyla cezaevinden yeni çıkmıştık. Onların kuşağı, yeni bir dünya arayışı içindeki 68 kuşağının devamı olarak bizleri kapıda karşıladılar.

Liseyi bitirdi,  Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandı.70'li yıllarda aynı siyasi hareket(Aydınlık) içindeydik.

12 Eylül darbesi döneminde uzun bir tutukluluk ve kaçaklığın ardından Aydınlık grubundan ayrılmıştım. Aralarında İpek(Çalışlar)'ın da bulunduğu bir grup haftalık Sokak dergisini çıkarıyordu.

Bu derginin bir dönem idare müdürlüğünü yaptım.  Tayfun Gönül, Sokak dergisinden içeri girdi.  Tebessümle gülmek arasında insana güven veren bir yüzle bakardı.

Doktor olmuştu ama doktorluk yapmıyordu, askere gitmemeye karar vermişti.

Sokak dergisi onun öyküsünü yayınlamaya karar verdi. O yıllar, zor yıllardı. Kürt ayaklanmasını en çetin yaşandığı günlerdi. Militarizmin en güçlü olduğu dönemdi.

Askere gitmeyi reddeden bu asi adam, hepimizin kaygılı bakışları arasında devlete meydan okudu. Kimliksiz, adressiz yaşıyordu.

Anarşist olmuştu. Tümüyle otoriteye başkaldırmaya karar vermişti. Zorunlu askerliği reddetmekle işe başlamıştı.

Sokak dergisi hakkında davalar açıldı. İkametgahı ve adresi yoktu. Kaybolur, gözden ırak bir yerlere gider, sonra her zamanki gülümseyen yüzüyle ortaya çıkardı.

Ağzından sigarası hiç eksik olmaz, giyimine kuşamına hiç aldırış etmezdi. Dünyanın her türlü kirlenmişliğine meydan okuyan sıradışı, bir yönüyle derbeder sayılacak bir yaşam sürüyordu.

Bu duruma nasıl katlanıyordu, nasıl direniyordu? Anlamakta zorlanıyor, hayranlıkla izliyordum.  Hiç sesini yükseltmez, hiç kimseye rahatsızlık vermek istemez, sessizce gelir, giderdi.

Tayfun, doktorluk yapmama nedenini Sokak Dergisi'ne verdiği ropörtajda şöyle özetlemişti:

“ Üniforma her yerde aynı işlevi görür, insanları tek tipleştirmek, kişiliksizleştirmek, salt işlevini yapan robotlar haline dönüştürmek. Bana göre üniformanın rengi önemli değil. Haki ya da beyaz olabilir.”

Vicdani Ret hareketini başlattığında Sokak dergisinde bir manifesto yayınladı. 22 yıl önce cesareti büyük bir işe kalkışmıştı:

“Kendi tarihimizi, fetihçi, asker bir millet olduğumuzu ve bunun erdemlerini vazeden, resmi tarihin ağzından öğrendik...
Dünyanın bütün orduları, kendi varlık nedenlerini yurt savunması kavramının arkasına gizlenerek meşrulaştırırlar...Gerçek ise ordunun sistematik şiddet ve yok etmeye yönelik bir örgütlenme olduğudur.”

Asi olan onun yaşamıydı:

Doğru bulmadığım bir şeye, kurallar böyledir diye uymadım, çoğu zaman sessiz de kalmadım.
Benim askerliğe karşı çıkışımın nedeni ahlaki.  Orduya katılmak militarist aygıtın bir parçası olmak demektir...
Aç kaldığımda doktor olarak kaçak gece nöbetleri tuttum. Bu arada, eski kitapçılık, kafeterya işletmeciliği, çevirmenlik, dericilik, balıkçılık gibi çeşitli işlerde çalıştım... .
Seçimlerde oy vermem. Polise ve mahkemeye başvurmam. Devleti yatak odama sokmam. Askere gitmemek de bunlardan biri. Aksine davransaydım, kendime olan saygımı yitirirdim.
Beni zorla askere alabilirler. Saçlarımı kesip elbise giydirebilirler. Ama hiçbir zaman emredersiniz komutanım dedirtemezler. Elime silah verip al bir düşman diye karşımdaki insanları öldürtemezler. Selam verdirtemezler.”

Tayfun, dünyaya metelik vermeden yaşadı ve öyle öldü. Cenazesi de bir isyancıya uygundu.

Profesör Şükrü Hatun onun liseden üniversiteye beraber olduğu arkadaşlarından birisiydi: “Tayfun aramızda 'kozmik önemsizliğinin' en çok farkında olandı ve sanırım bir çocuk gibi masum olarak, iyi bir insan olarak ve bize yaşamla, varoluşumuzla ilgili sorular bırakarak öldü.

Tayfun'un iki de çocuğu vardı. Hastalanıp Gaziosmanpaşa Hastanesine düştüğünde, kimliksiz ve kimsesiz olduğunu düşünmüşler, sonra kimi kimsesi var mı diye araştırınca kızı Irmak'ı bulmuşlardı.

Irmak da babasıyla belki de yıllar sonra 20'sine yakın yaşlarında böylece yeniden tanışmıştı. Oğlu Toprak, daha küçüktü elinde çiçeklerle babasını yolcu etmeye gelmişti. Yanında annesi Nazmiye siyah giysisiyle, yakınlarıyla acısını paylaşıyordu.

Anarşist arkadaşları siyah bir tabut hazırlamışlardı onun için. Bir de müzik grubu gelmişti. Sokak müzisyenleri cenaze arabasının önünde parçalar çalıp söylediler...Kilyos mezarlığında toprağa verilirken başucunda parçalar çalmaya devam ediyordu...

Yakın arkadaşıVedat onu toprağa verdikten sonra duygularını şöyle özetledi: “Akıntıya karşı koştu. Yoruldu. İstediği gibi yaşadı, istediği gibi öldü.”

Bir anarşiste, bir anti militariste, bir vicdani retçiye uygun bir cenaze töreniyle veda ettik ona.