ORAL ÇALIŞLAR

Oral Çalışlar

Sıfır Noktası

“Liberaller generallerden daha tehlikeli”

Neden aydınlar hedef haline geldi? Daha doğrusu, neden aynı mantığa dönüldü? 1990’lı yıllarda sorunu ‘terörle mücadele’ ile sınırlamak isteyen ve o alana hapsederek bir başarı elde edebileceğine inanan askerler de aydınlara çok kızıyorlardı.

O günlerin dikkat çekici eleştirel sözlerinden biri şuydu: “Boğaz’a karşı viskilerini içip ahkâm kesen, hayattan kopuk aydınlar.” Bu sözler orada kalmıyor, davaya, tehdide, faili meçhul cinayetlere, yargısız infazlara dönüşüyordu.

Aslında bu, aydınların başına ilk kez ya da ikinci kez gelmiyor. Demokratik olmayan ülkelerde çok alışıldık bir durumdur bu; aydınların iktidara ve güce biat etmesi istenir. Bu istek büyük ölçüde de başarıyla uygulanır. Çünkü diktatörlüklerde eleştirmek mümkün olmadığı için, eleştirel duruşu olanlar susturulur. Geriye kalanlar da “Padişahım çok yaşa” diyerek durumu idare ederler.

Ünlü Rus yazar İlya Ehrenburg, Fransız sanatçılar Yves Montand ve Simone Signoret ile bir karşılaşmasında “Biz Sovyet yazarları cambaza benzeriz. Her değişik duruma göre kendimizi ayarlar ve ipten düşmemeye çalışırız” anlamına gelecek bir itirafta bulunmuştu. Diktatörlüklerde durum budur.

Türkiye gibi iki arada bir derede ülkelerde ise farklı bir manzaradan söz edebiliriz. Ülkemizin aydınları, bir diktatörlük geleneğinin mirasının üzerinde oturuyorlar. Tek parti diktatörlüğü, ardından üç askeri darbe, aydınlarımıza pek bir hareket olanağı bırakmadı.

Ancak bir başka gerçek de, Türkiye’nin, çok partili rejim arayışı içinde olması nedeniyle, sınırlı demokrasinin hep bir imkân olarak gidip gidip gelmiş olması. Hep yarı açık, yarı kapalı bir iklimde yaşadık.

Şu anda iktidarda bulunan AK Parti, bu sürecin mağdurları arasında sayılabilecek bir gelenekten geliyor. İslamcılar hem sola karşı bir kalkan olarak kullanıldılar, hem de dinlerini istedikleri gibi yaşayamadılar, baskılara uğradılar.

Bu özellikleri nedeniyle, devletle ve otoriteyle sorunları vardı. İktidar yolculuğunda bu özellikleri olumlu bir nokta olarak duruyordu. Nitekim iktidarlarının ilk dönemlerinde demokratik atılımlara daha açık bir duruş sergilediler.

Zaman içinde iktidarın imkânları onları etkiledi. Bir ‘iktidar kompleksi’ne kapıldılar. Ardından, daha önce çözüm imkânı olarak gördükleri birçok alanda, geleneksel siyasetlere yani çözümsüzülğe yönelen bir yolculuğa başladılar.

Asıl kilitlenme Kürt sorununda oldu. Çünkü ortada şiddet vardı, çözümü zor ve karmaşık bir konuydu. Üstelik, milliyetçilik önemli bir oy deposuydu. PKK şiddeti tırmandıkça, çözümsüzlük öne çıktıkça, iktidarın kimyası da bozulma süreci içine girdi.

İşte burada oluşan çaresizlik onları yeni tercihlere yöneltirken, yeni gerginliklerin de kapısını açtı. AK Parti’nin demokratikleşme projelerine destek çıkan aydınlar, yeni otoriterleşme eğilimlerini de eleştirdiler.

Diğer muhalefet gruplarının eleştirilerinden farklı olarak, evrensel demokrasi ve insan hakları duyarlığını masaya yatıran bu eleştirileri AK Parti iktidarının canını sıkıyor.

Başbakan “Susturun şunları” diyecek kadar öfkelere kapıldı. Kendisi böyle konuşunca, daha sert ve radikal olan kesimler, daha ağır saldırılar ve “Atın şunları içeri” diyecek çağrılarla sahneye çıktılar.

Geçenlerde gazetelerden birinin başlığı ‘Liberaller generallerden daha tehlikeli’ şeklindeydi. Bu başlık, söz konusu kesimdeki ruh halini tam anlamıyla yansıtıyordu.

Tabii, bütün İslami kesimi bu şekilde değerlendirmek haksızlık olur. Gerçekten, bu süreç içinde demokrasi ve insan hakları konusunda duyarlı çıkışlar yapan bir kesim sesini yükseltiyor. İslami kesimde de bir aydın duruşu oluşuyor. Umut verici bir durum.

Karışık bir dönemden geçiyoruz. Böyle dönemlerde eleştirel duruşu korumak önemli ancak kolay değil.

Aydınları tehdit edenler, aslında arayışı ve farklılığı susturmak istiyorlar.

Demokrasiyi tehdit ediyorlar.